Renk ayrımını baz
alarak yazmaya başlamak gibi bir huy bulunmasa da, siyah renkli kalemle yazıyor
olmam, bu günün aslında kara haberler getirmiş olduğunun habercisi. 19 Mayıs
2017 tarihi ve K.Maraş Cezaevinde tutsaklığımızın devam ettiği kara bir gün.
Aslında daha önceki gün bu tarih
için daha pozitif cümleler kurmuştum. Çünkü bugün açık görüş yapılacağı ve
tutsakların aileleri ile sevdikleri ile kapalı camlara ardından değil de, yüz
yüze ve sarılıp kucaklaşarak görüşecekleri tadımlık bir gündü. Ve çoğu için de
öyle oldu. Ama B13 için bu kez böyle olmayacaktı.
21 kişilik mevcut, hazırlığını bir gün öncesinden yapmış ve açık
görüşe hazırlanmıştı. Sabah ise son hazırlıklar tamamlanmıştı. 3-4 grup halinde
herkes yukarı yakınları ile görüşmek için çıkmaya başlamışlardı. Herkes gibi,
Fatih Canik de yakınlarının ziyaret için gelmesini bekliyordu. Yol uzun
olduğundan ve yorulmalarını istemediğinden, gelmelerini dili ile istemese de,
gönlü ailesini çocuklarını görüp onlara sarılıp kucaklama arzusu ile yanıyordu.
20 kişinin ailesi gelmişti ve herkes koğuşu terk etmişti. Fatih tek başına
kalmıştı koğuşta. İmkân mı bulamamışlardı, vakit mi olmamıştı, gecikmiş mi
idiler yoksa başka bir durum mu olmuştu diye bazı sorular aklından geçmiyor
değildi. Ama sonra, imkân bulup gelemediler düşüncesi ağır basmıştı.
Saat 11:00 den sonra açık görüşten dönülmeye başlanılmıştı. Fatih yatağında
sakin bir şekilde oturmaya devam ediyordu. Sayım oldu ve sonra Fatih idare
tarafından çağrıldığını, bir gardiyanın koğuş kapısına gelmesiyle öğrendi.
Sanırım açık görüş için ailesi gecikti ve görüş için gidiyordu. Evet öyle
olmalıydı ki abur cubur dolu poşeti de yanına almıştı. Kısa bir süre hazırlandı
ve gardiyanla birlikte çıkıp gitti.
Öğlen çayı yeni demlenmişti. Dışarıda yağmur biraz atıştırıyor,
hızlanıyor sonra kesiyordu. Güneş kendini birkaç dakika gösteriyor, sonra
senfoni tekrar ediyordu. Bu arada hava iyice karardı. Bulutlar sıklaşmıştı.
Gökyüzü, günü temsil edercesine kararmıştı. Önce bir iki normal gürleme, arkasından
ise çok şiddetli bir gürültü kopuvermişti. Aslında bu bir babanın yüreğinin
kükremesinin, feryadının aks-ı sadasından başka bir şey değildi.
Bu kadar gürültülü bir gök gürlemesi, sanırım uzun zamandır duyulmamıştı ki
bu ancak bir babanın acısını paylaşan, dünyaya haykıran bir çığlık misali
idi. Bunun böyle olduğunu kısa bir süre sonra çok üzücü bir şekilde
öğrenecekti.
Kimi çayını içiyor, kimi ailesi ile yaptığı görüşün sıcaklığı ile
duygularını dengelemeye çalışıyor, kimi gözlerini kapatmış muvakkat olmayan
vuslatı hayal ediyor, kimi yağmura rağmen özgürlüğe adım provasını bahçede
gerçekleştiriyordu.
Saat öğleden sonra olmuştu. B13’ün o hırçın ve acımasız kapısı bu kez
korkunç bir sesle açılmıştı.
Bir ses -ki, o sese vicdanı olanın yüreği dayanmaz- yükselerek girdi içeri
ve;
BUGÜN BENİM GERÇEK
BAYRAMIM, BEN BİR ŞEHİT BABASIYIM!
Öyle bir yakarıştı ki yankılanan, katı vicdanları dahi yumuşatmaya
vesile olacak nitelikteydi. Hiç kimse ne olduğunu ilk an farkına varamasa
da, cümlelerin devamından Fatih’in ailesinin trafik kazası geçirdiği ve can
oğlu, biricik oğlu, mis kokulu oğlu, Allah’ın onlara emaneti nurlu oğlunun bu elim
kazada, ruhunu Yaradan’a teslim ettiği anlaşılıyordu.
Şimdi neden gökyüzünün gürlediği anlaşılıyordu. Bu çığlığı neden bu denli
feryat edercesine kopardığı belli oluyordu.
Metanet insanı, baktığında simasına Allah’ı anımsatan o abide insan öyle
bir duruş gösteriyordu ki gözünde bir damla yaş yoktu. Yüreği yanıyor yanıyor
öyle bir kaynıyordu ki –ehli vicdan bunu simasından hemen anlar- adeta kan
ağlıyordu. Kalbi ile göz anlaşma yapmışlardı. Yaş gözden değil kalpten akacaktı
ama kalpten akan bir tuzlu su damlası değil kor olmuş bir kan damlası
olacaktı.
Uzun bir süre bekledikleri ve sonra Allah tarafından bir armağan olarak
gönderilen oğlu Ahmet vefat etmiş ve Rabbine masum ve günahsız olarak tertemiz
dönmüştü.
Çok acıydı. Dil ifade edemezdi. Kalem yazamazdı. Bir kişi ağlamıyor
lakin geriye kalan 20 kişi göz pınarlarındaki suyu kuruturcasına şiddetli bir
fırtına etkisi ile akıtıyorlardı. Herkesin dili tutulmuştu. Sinelere hançer
saplanmıştı. Hıçkırıklara boğularak ağlıyordu yürekler. Ama O baba, O örnek
insan dimdik ayakta idi ve şehadet parmağını havaya kaldırdı. Her şey susmuştu.
Yağmur damlaları adeta havada asılı kalmıştı. Derin bir sükut ile tüm tabiat
kulak kabartmış bu babanın feryadını dinliyorlardı:
– Allah’ım. Bizlere bu zulmü yaşatan, göz yuman, gözünü diken, yanında
kıyısında köşesinde bulunan, destek veren herkesi Allah kahretsin, kendi
zulümlerinde boğsun. Eğer ki benim oğlumun ölümü ile bu iş son bulacaksa.
Duam budur Ya Rabbim. İsyan değil bu Allah’ım, sen kabul et duamı. Amin.
Ve belki orada bulunan tüm insanlarla bizlerin göremediği lakin
varlığına inandığımız melekler de ve orada ötüşen kuşlar ve zerrat amin demişti
bu duaya. Bu bir feryat ki, bir babanın yaşadığı zulmün neticesi olan bir
feryat. Zulmün devamı ile vukuu bulan başka bir zulüm. İsyan değil, ancak bir
dua idi bu.
Derin ve uzun bir sessizlik sonrası O acılı baba, elindeki poşeti masanın
üzerine koydu ve içindeki çikolata ve bisküvileri masaya çıkardı. Oğluna,
kızına almıştı bizler gibi. Ve
– Oğulcuğuma almıştım. Nasip olmadı. Demek ki Allah rızkını kesti bu
dünyada, deyiverdi.
Gözpınarları durmamışken, bu kare karşısında tekrar arttı damlalar,
hıçkırıklarla karışık.
O baba, tam bir yiğit oğlu yiğitti ve bunu sonuna kadar gösteriyordu.
Oğlundan bahsetmeye başladı. Dinleyenler ağlamaya devam ediyorlardı.
– Suyu çok severdi, nerde olsa, dağ, taş suyu bulur ve bir şekilde suda
eğlenirdi. Şimdi cennette doya doya oynuyordur. Allah’ım o cennetteki ırmaktan,
o ırmağın suyundan bir damla da bana nasip et. Sen Kadir’sin Ya Rabbim!
Kısa kısa sessizlik oluyor ve devam ediyordu.
– Biz onu küçük Hafız diye severdik ve ona nurlu emanet derdik. Küçük oğlum
benim… “Mümin erkekler mümin çocukları ile cennette birlikte olacaklardır”
manasındaki ayeti de birkaç defa tekrarlayıverdi.
İfade edilemez bir acı yaşanıyordu. Çok zordu. Aradan bir saat
geçmişti ki B13’ün kapısı tekrar açıldı. Fatih’in açık görüş zamanı idi.
Sonradan öğreneceğimiz üzere eşi gelmişti ziyarete. Ne kötü bir karşılaşma. Ne
büyük bir imtihan ve ne zor bir sınavdı.
Fatih’in abisinin Afyon’dan kendi anne babasını, Ankara’dan eşi ve iki
çocuğunu alarak 19 Mayıs 2017 günü gerçekleşecek olan açık görüş için yola
koyuldukları ve o gün sabah 06:30 sıralarında Göksun-K.Maraş yolu
üzerinde ve Andırın yol ayrımı yakınlarında kaza yaptıkları, kaza neticesinde
diğer aile bireylerinin hafif yaralandıkları ama Ahmet’in ağır yaralandığı,
hastanede 15-20 dakikalık müdahaleye rağmen kurtarılamadığı durumuna vakıf
olduk.
Kaza sonrası Fatih’in kızı kaza yerine yakın bir yerde, çimlerin üzerinde
arabanın dışında bulunmuştu. Ahmet kazadan hemen önce gözlerini açmış ve
annesinin anlatımına göre ruhunu teslim edeceğini hissetmişti.
Ftaih ise sabah 06:30 gibi kulağında çok şiddetli bir uğultu duymuş ve
kendini zor toparlamıştı. Hemen sonta TV’nin yanındaki pencereye 4-5 tane serçe
konmuş, ötüşmüşler ve ayrılıvermişlerdi. Belki Allah, Ahmet’i kuş suretine
sokmuş, babasını göstermiş ve babası ona gülümsemiş ondan sonra ruhu uçup
Yaradanına kavuşmuştu.
Yaklaşık 2 ay önce Fatih’in eşinin babası trafik kazasında vefat etmişti.
Eşi işten atılmıştı. Ve şimdi de çok büyük ve onulmaz bir acı daha yaşıyordu.
Tarifi mümkün olmayan bir acı. Ama O yine diyeceğini deyivermişti:
– İnna lillahi ve inna raciun… Başımız sağolsun.