Kadın varlığın en önemli halkalarından biridir. Kadın yoksa insan da yoktur. Adem (as) Havva’sız, Havva annemiz de Adem’siz (as) olamaz. Yani kadın-erkek yoksa nesil olmaz, devam etmez. Bunlar hayatın devamına vesile olan Hidrojen ve Oksijen gibidir. Onlar bir vahidin iki yüzü gibidir. Birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Sadece fizyolojik ve psikolojik açıdan farklı bir yapiya sahip olsalar da, bu erkeğin kadından, kadının da erkekten üstün veya aşağı olduğu manasına gelmez.
Onlar iki ayrı ceset ama, tek ruh gibidirler. Allah, kadını erkeğe eş olarak yaratmıştır. Kalbi iman ile süslendiği, kafası ilimle donatıldığı, hayatı yüce ahlak ile yönlendirildiği, iffet ve haya duygusu ile süslendirildiği zaman meleklerden daha ulvi, eşsiz bir varlık haline gelmiştir.
Kadın ve erkek iman ile neticesinde ahlak ve haya ile süslendiği zaman adeta melekleşirler. İman, ahlak ve ahiret sorumluluğu olmayan bir yuva huzurlu olamaz. İmanla şereflenmiş bir yuva huzur kaynağıdır.
İzdivaç yani evlenme tenasül içindir. Nesli olmayan bir millet uzun ömürlü olamaz. “Evleniniz, çoğalınız, çünkü Ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (Beyhakî) ve “Sevimli, doğuma müsait kadınlarla evlenin.” (Ebu Davud, İbn-i Mace) hadis-i şerifleri de bunu tavsiye etmektedir.
Aile bir sorumluluktur. Aile fertleri birbirine, çocuklarda anne-babaya birer emanettir. Sevgi yuvanın huzur kaynağıdır. Sadakat, vefâ, itimat ve güven duygusu, yuvayı cennete çevirir. Maddî birlik ve beraberliği, iman ve sevgiyle donatılmış ruh ve gönül birliği temin eder.
Mutlu ve huzurlu bir yuvanın, hâlis niyet, tatlı dil ve güleryüz en kıymetli sermayesidir. Kadın yuvada bir denge unsurudur. Kadın anadır. Allah’ın ona verdiği o makam kimse ulaşamaz. Çünkü; en yüksek makam ve mevkilerin sahiplerini o doğurmuştur. Kadın, geleceğin ümit nesli çocukların talim ve terbiyesi, hanenin huzur, güven ve ahengi, toplumun emniyeti adına insanlık mektebinin ilk hocası ve terbiyecisidir.
Ana başa tâc imiş
Her derde ilaç imiş
Bir evlat pir (padişah) da olsa
Ona (anaya) muhtaç imiş
(Manî)
Allah Resulü Efendimiz (sav), “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesai) buyurmuştur. Kadın, Allah’ın ona tanıdığı haklardan mahrum olmasıyla zillet ve sefalete mahkum hale gelmiştir. O zevk metaı, eğlence mevzuu, reklam malzemesi yapıldığı talihsiz dönemlerde, zillete mahkum olmuştur.
Terbiye-i İslamdan, imanlı anne-baba sevgisi ve terbiyesinden mahrum neslimiz, gençliğimiz, öldürücü fikir akımlarının, felç edici, akıl, kalb ve ruhu dinamitleyici, ihanet şebekelerinin tuzaklarına yakalanmıştır.
Ne pahasına olursa olsun aileye, yavrularımıza sahip olmak zorundayız. Manevî yangınlar içinde feryad eden neslin çığlıklarını duymak zorundayız. İnsan fıtratına en uygun Allah’ın va’z ettiği İslam’ın yüce ve yüksek ahlakını temsil etmek, örnek ve model olmak zorundayız.
Asiye validemiz sarayda yaşamasına rağmen, şımarmamış, Hz. Musa’ya hamilik yapmıştır. Kadınlık aleminin en yüce temsilcileri olan Hz.Hatice, Hz.Aişe, Hz.Fatıma, Hz.Meryem ve daha binlerce validelerimizin örnek alındığı dönemlerde kadın, bir pırlanta gibi etrafa ışık ve edep saçmışlardır.
Nimetler külfetleriyle vardır. İlay-ı Kelimetullah’ı omuzunda taşıyacak hayırlı nesiller yetiştirme gibi çok şerefli ama, oldukça zor bir vazifenin sorumluluğunu yüklenmiştir ana.. Sinesi şefkat ve merhamet doludur ve evladı için canını fedaya azimlidir ana..
Hz. Üstad bu durumu şöyle izah eder; ‘Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukàbil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş her bir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. Hayatını, senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm ve bir vicdansızlık olduğunu anla!..’ (Mektubat)
Bir dostumun annesi felç olmuştu. Yedi yıl yatakta kalmıştı. Oğlu onu hoşnut edememiş, o halinden rahatsızlık duymuştu. Gün geldi anne vefat etti. Çok geçmeden oğlu felç oldu, annenin aynı yattığı ve oturduğu yerde yedi yıl yatalak yaşadı. Hep ağlar ve ‘ben annemin bedduasını aldım, onun cezasını çekiyorum’ der, Allah’tan af dilerdi.
Kalplerde sevgi ve imanın mâkes bulması, bizim tatlı dil, güler yüzlü olmamıza, kötülüklere iyilikle mukabele etmemize ve sevdiklerimizi sevdirebilmek için, sevilecek tavır sergilememize bağlanmıştır. Sarsılan ve yıkılan yuvaların tamiri ve ihyası için ciddi fedakârlık, gayret, sabır ve vefâ gerekmektedir.