Doç Dr. Salih Yücel
İslam’ın ilk şartı olan kelimeyi şehadette
“kul” kelimesi peygamber kelimesinden önce gelir. Bir sohbetinde Hocaefendi;
“Kulluk, temsildir. Peygamberlerde temsil daima tebliğden önce gelir. Dolayısı
ile hal dili tebliğden önce gelir” demişti. İslamiyet’in yüzde doksanı
“hal” dir. Gerisi “kal” yani konuşmadır. İslam hal ile yaşanınca “kal’a ihtiyaç
kalmaz veya çok az ihtiyaç kalır. Peygamberimizin veda hutbesi bile ancak,
altı-yedi dakikalık bir konuşmadan oluşuyor.
1970’li yıllarda Hocaefendinin ismini,
Risale-i Nur dersleri yapılırken duymuştum. Ondan takdirle bahsediyorlardı.
Hayatında Bediüzzaman ile yarım saat görüşüp onun hal dilinden çok etkilenen
Mahmut Allahverdi abi bize ara sıra ders yapardı. Vefat edinceye kadar nurlara
hizmet etti. Vefat etmeden kısa bir süre önce odadaki eşi ve oğluna “odayı terk
eder misiniz. Resulullah ve Üstat içeri girmek istiyorlar” buyurmuş. Eşi ve
oğlu çok anlamamışlar ama ricasını yerine getirmişler. Biraz sonra odaya
girdiklerinde Mahmut abinin Hakkın rahmetine kavuştuğunu görüyorlar.
Çok arzu ediyordum, Hocaefendi ile
görüşmeyi fakat başkaları kadar talihli değildim. İlk defa 1992’de Sydney’e
teşrif ettiklerinde görüşmek nasip oldu. Kendisini kaldığı evde sabah
namazından sonra ziyarete gittim. İlk gördüğümde tevazusu ve layık olmadığım
halde fakir için kullandığı bir kelime, bana yüz kitap okumaktan, yüzlerce
sohbetini dinlemekten daha fazla tesir etti. Hepsi belki otuz saniye sürdü.
Sonra Allah nasip etti. Temmuz 1997‘de, ABD’ye kendisini ziyarete gittim. O
zaman üç aylığına ABD’ye gitmişti. Hocaefendi her yemekten sonra, her namazdan
sonra kısa bir sohbet yapar, “benim dinim bu ülkede neden üçüncü din olsun da
birinci olmasın” diye ağlar ve ağlatırdı. Kaldığı ev iki katlı tipik bir ev
olup, ahşaptan yapıldığı için üst kattakiler yürüdükleri zaman alttakiler, ayak
seslerini duyarlardı. Ben yaklaşık yirmi gün Hocaefendinin bulunduğu yerin bir
alt katındaki odada kaldım. Bir defa dahi Hocaefendi’nin ayak seslerini
duymadım. O kimseyi rahatsız etmemeye çok özen gösterir.
Bir defasında sabah saat on bir gibi aşağı
kata geldi ve hep ızdırap insanı olan Hocaefendi o gün hafif tebessüm ediyordu.
Doktor, hocam sevinçlisiniz deyince, “evet rüyam ortaya çıktı, ona sevindim”
diye cevap verdi. Merak edip rüyasını sorduk. O; “rüyamda tuvaletin taştığını
görmüştüm. Acaba kötü bir şey mi olacak diye endişe ediyordum. Bugün
odamdaki tuvaletin sifonu bozulduğu için taştı. Rüyam ortaya çıktı. Kötü bir
sey olmadı, ona sevindim.” Bir kaç kişi hemen yukarı çıkıp tuvaleti temizlemek
istediler. Hocaefendi “gerek yok. Tuvaleti temizledim. Taştığı küçük halıyı
yıkadım.” Hoca Efendi niye tesir ediyor. Evet, hiç şüphe yok ki, öncelikle
hal dili.
Bugün Türkiye’de Hizmet yiğitlerine karşı
Lenin’in ve Stalin’in yaptığı zulümden bir kaç katı daha zulüm yapılıyor. Çünkü
onlar bayanlara bu kadar zulüm etmemişlerdi. Hizmet yiğitleri Kur’an okumak
veya okutmak için dahi bir araya gelse on yıl hapsi göz önüne almaları
gerekiyor. İşte böyle hallerde en iyi hal dili konuşur. Çünkü hal ile Allah ve
kul arasına “kal” (söz) dahi giremiyor. Geçenlerde Peygamber Efendimizin
neslinden birini müessesemize davet ettik. Kısa bir konuşma yaptı. “Kul
ile Allah arasına bir şey girince etki azalır. Bazen müesseseler bile kul ile
Allah arasında bir perde olabilir,” dedi. Evet, Türkiye’de arkadaşlar ile
Allah arasında perde olabilecek müesseseleride yok. Kısacası sadıklar için
samimiyet kemale eriyor veya kemale yakın bir noktada oluyor. Geleceğin en
büyük fikir işçileri hal dili ile yatişir. Belki sayısı azdır, fakat böyle
durumlarda atılan tohumun yüzde doksanı yeşerir.
Merhum Necip Fazıl’ın ‘Utan’ şiirinde
dediği gibi;
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!
Evet, tohumu atan dahi çok defa
farkında olmaz. Kominizim dini yasaklayınca, Nakşiler yetmiş yıl boyunca kalbi
zikirle İslamiyeti yaşattılar. Evet, zulümden dolayı ellerimiz bağlı,
ayaklarımız zincirli, ağzımıza bant vuruldu. Fakat ağzımızdaki dil yerine
kalbimizin dili açıldı.
Paspasa can kurban
Arkadaşlar Hoca Efendinin yakınları olan
Ahmet ve Numan efendileri fabrikada çalışırken gösteren on dakikalık bir çekim
gösterdiler. Onları düşününce, hayatı boyunca zulüm gören Ahmet bin Hanbel ve
Numan bin Sabit (İmam Azam) aklıma geldi. Her iki büyük alim idarecilerin
adaletsizlik ve zulmüne beyat etmedikleri için hayatları boyunca zulüm
gördüler. Halifeden veya başkalarından gelen hiç bir şeyi davalarının gereği
olan istiğna prensibinden dolayı kabul etmediler. Ahmet bin Hanbel seferde iken
parası bitse hamallık yapar, en yakın arkadaşından dahi para almazdı. On
dakikalık programı izlerken gözlerim doldu. Ha Ahmet bin Hanbel, ha Ahmet
Kurucan, ha Numan bin Sabit, ha Numan Yiğit dedim. Hepsi aynı mübarek yolun yolcuları. Eğer dinim cevaz
verseydi, her iki Hoca efendinin kullandığı paspasa canım kurban derdim. Her
ikisini de çok dinledim, fakat onları paspas kullanırken halleri bütün
konuşmalarından daha çok tesir etti. İşte hal dili. Hal dilini kimse
engelleyemez. Hal dili ile atılan her tohum ağaç olur ve olacak inşallah.