ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Hizmet Hareketi, Türkiye’dekilerin engellemelerine rağmen
dünyanın dört bir tarafında dünya barışı adına elinden
gelen çabayı sürdürmeye devam ediyor. Barış içinde huzuru
soluklayan, diğerini olduğu konumda kabul edip birbirlerine hoşgörü ile
bakan, aralarında barışı tesis etmiş toplumlar meydana getirme adına
hizmetler sürüyor.
Şu bir gerçek: Kimse kimseyi bitiremez, kimse ötekini
yeryüzünden silemez. Eşi görülmemiş bir fedakarlıkla başlayan bir sevdayı,
bütünüyle bitireceğini söyleyenler kin ve garaz ile
hareket edenlerdir. Böyle davrananlar da asla muvaffak olamazlar. Bu utanç, ‘bunlara su
bile yok’ ‘artık olimpiyat molimpiyat yok’, diyen(ler)e, mahşere
kadar yeter.
Evet…
Birilerinin “Artık
yapamayacaklar, yaptırmayacağım” diye karşı çıktığı Türkçe
Olimpiyatları son üç yıldır Türkiye’de yapılamıyor.
Zaten uluslararası bir faaliyet olan Türkçe
Olimpiyatları, diğer ülkelerde adını “Uluslararası Dil Festivali”ne
dönüştürerek, Türkiye’de engellendiğinden beri,
başka ülkelerde sahneleniyor.
Dil Festivali 14 Mayıs Pazar günü, bütün dünyada ‘Anneler Günü’ olarak kabul edilen bir zamanda Avustralya’nın önemli şehri
Melbourne’de yapıldı. Şehrin en büyük salonu Convention & Exhibition Centre, yine dolup taştı. Tıpkı geçen yıl,
dünyanın önemli sembollerinden biri olan,
Sydney Opera House’da olduğu gibi…
Sevgi
çocukları, dünyaya bir kez daha barış türkülerini terennüm ettiler. Bu barış
dolu duruş, çok da yakışıyordu. Öyle ya, bundan bir asır önce savaştan barış
çıkaran Anzak’lar gibi…Geçmişin geçmişe emanet edildiği, barışın konuşulduğu
günler, Anzak günleri…
Ve
pek tabiî ölümü, öldürmenin kutsanmadığı, yaşatmanın hayatı herkese güzel
kılmanın konuşulduğu günler. Ölüm kıtalar dolaşırken, inadına barış şarkıları
söylemek… Tüm renkleri bir araya getirmek, bir olmanın, bütün olmanın
türküsünü söylemek, her yanda, her bucakta…
Salonu dolduranların yüzde 70’e yakını Türklerin dışındaki
milletlerden oluşuyordu. Adeta, Türklerin baskıyla engellemesine
karşılık onların yerini diğer milletler almıştı. Aslında
Türkiye’de hizmet Hareketine yönelik ‘soykırım’ benzeri hukuksuzluklar
sürerken, on binlerce masum kanun dışı uygulamalarla, cezaevlerine
tıkılırken, analar bebeleriyle birlikte demir parmaklıklar arkasında hayatta
kalma mücadelesi verirken böyle bir dil festivalinin yapılıp
yapılmaması konusu, epeyce düşünülmüş olmalı. Çünkü böyle
bir düşünce atmosferinde “Yapılmalı, hizmetler aksamadan sürmeli”
diyenler de haklıydı, “Bunca acı ve ızdırap yaşanırken bu
faaliyetlere bir müddet ara verilmeli” diyenler de …
Her ne kadar salon dolu olsa da eskisi kadar bir coşku ve
neşeden söz edilemezdi. Çünkü insanlar kardeşleri
acı ve ızdırap çekerken, gülemiyorlar, hüzünlerini
gizleyemiyorlardı. Diğer taraftan da her şeye rağmen, hayat devam ederken
hizmet de devam etmeliydi.
Geçmiş yıllarda salon ve stadyumları dolup taşıran yüzbinlerin
neşesi beklenemezdi. Melbourne’deki salonda, yaklaşık 3 bin kişinin tablosu,
neşe ile hüznü adeta birbirine kenetlemişti. Neşeli gibi gözükenler, için için
hüzün doluydu, hüzünlü olan gönüller ise; bu sevdanın devam ettirildiğinin
neşesini belki yudumluyordu.Ve siz uzaktasınız, eş dostunuz Anadolu
topraklarında, kardeşleriniz, hissiz mi hissiz insanlarla muhatap, her doğan
günü karabasanlarla karşılıyorlar. Belki de tüm bu kararmışlık ve
karanlıklarımıza bir nebze de olsa ışık oluyor, Dil ve Kültür
Festivali’nin taze çiçekleri…
Dil
ve Kültür Festivali programında, her rengin kaynaştığı şöleni Melbourne’de seyrettik… Seyrederken
de 1990’lardan 2006’lara, oradan da günümüze kadar, bu tablonun emektarlarına
ve sahnenin arkasındaki kahramanlara teşekkür etmek için, sahneye arzu endam
etmek için bir zamanlar sıraya girenlerin, günümüzde, eli öpülesi
öğretmenlere yaptığı/yaptırdığı her türlü insanlık dışı zalimlikler, bir sinema
şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiverdi.
Ama
zaman en büyük ilaç. Dün dost gibi görünenlerin gerçek yüzünü tüm dünya, hem
içte hem de dışta bu vesileyle görmüş oluyor. Ne zaman bir
uluslararası faaliyet planlansa mutlaka vatandaşına düşmanlık yapmayı bir
“ilke” haline getirmiş Türk diplomasisi, harekete geçip katılımcılara
“sakın ha katılmayın, gitmeyin, izlemeyin” cümleleri içeren mektuplar
yazıyor ‘diplomatik girişimler’ başlatılıyor. Bu hal artık Türkiye’nin
yıllardan beri sürdüre geldiği “Türk tipi” bir diplomasi dili… Bu defa
da öyle oldu. Türkiye’nin Başkonsolosu da, katılımcıları mektupla
uyardı.
Maksat koca programı akamete uğratmak…
Ama, fakat, lakin… Kimse onları dinlemedi… Anneler günü
gibi anlamlı bir güne denk gelen programa devlet de, vatandaş da icabet etti.
Avustralya devleti, gelişinden dönüşüne kadar, 13 ülkeden gelen çocuklara cömert davrandı,
her türlü desteği sağladı…
Evet,
bu yılki festivale Arnavutluk, Fransa, Almanya, Hindistan,
Endonezya, Kazakistan, Kenya, Romanya, Rusya, Güney Afrika, Tunus, Ukrayna ve
ABD olmak üzere 13 ülkeden öğrenciler katıldı. Dünyanın dört bir
yanından Avustralya’ya gelen öğrenciler, Federal ve Eyalet yetkilileri ile
3 bine yakın seyircinin katıldığı programda şarkılar
söyleyip ülkelerinin geleneksel danslarını sergilediler.
Ve geldiler, sevgi ve barış şarkılarını dünyaya
haykırdılar. Yani, engellemeler Türkiye dışında pek işe yaramıyor, bu
durum fiilen yaşanmış görülmüş oluyor. Çok kültürlülüğün hâkim
olduğu bir ülkede nefes alıp verince, kendi ülkende olup biten
ahmaklıkları, anlamlandırmak da zor oluyor doğrusu.
Ülkemiz her geçen gün soluyor, pörsüyor, iç barıştan uzaklaşıyor
ve sen uzaktan bunu, hüzünle izliyorsun.
Terör kol geziyor, memleket adeta tımarhaneye dönüştü.
Cadı avı bütün hukuksuzluğu ile sürüyor ve avcılar her gün yeni
kurbanlar buluyorlar.
Kendi ülkemizin yöneticileri vatandaşına hayat
hakkı tanımazken, başka ülke yöneticileri ise; bu faaliyetlere
koşarak geliyor ve ülkesi adına, çok kültürlülük adına bu
faaliyetlerden duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar. İnceliklerinden ötürü Kıta Ülkesi’nin
yöneticilerine, bu kadirşinas insanlara, evrensel değerler çerçevesinde
muamelede bulunan bu insanlara ne kadar teşekkür edilse azdır.
Varsın renkten, harmoniden, farklılıkları kabulden yoksun, haset
ve kinden sindirim organları viraneye dönmüş karanlık ruhlar,
bu çabanın anlamını kavramasınlar. Genelde dünyada,
özelde ülkemizde her türlü merhametsizliğin yapıldığı bir süreçte, bu yılki festivalin ana temasının ‘merhamet’
olarak tercih edilmesi, çok ayrı ve hüzünlü bir başka noktaydı. Programın organizatörü olan Sirius Koleji’nin kuruluşunun 20.yıl
anma etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ve 14 Mayıs Anneler
Günü gibi anlamlı bir tarihte yapılması da elbette, IFLC Avustralya’ya
festivalin bu yıl ki güzelliklerinden bir başka noktaydı.
Son sözü uzak kıtaya, çokkültürlü ve renkli
Avustralya’ya ne kadar uygun bir etkinlik IFLC.. Ülkenin başbakanı duygularımıza
hem tercüman olurcasına hem de pekiştirircesine imdada yetişerek Iflc için; “Avustralya,
200’e yakın ülkeden insanlara ev sahipliği yapmaktadır.
Avustralya’yı dünyadaki en başarılı ve güçlü çokkültürlü toplumlardan
biri yapan nokta da, ifade özgürlüğü ve farklılıkları kucaklamasıdır”
diyor.
Ne
kadar da doğru ve isabetli bir cümle, değil mi? Renkli bir toplum, hoşgörülü
bir devlet, hukuka saygılı bir hükümet ve rengârenk çocuklardan oluşan
gökkuşağı gibi bir ülke, Avustralya. Dünya çiçek açmış ve uzak adada
yeniden bahara duruyor adeta. Anadolumuz da böyleydi bir zamanlar, renk renk, cümbüşlerin
diyarı. İnsan çeşidinin renklendiği coğrafya. Hani öyle olurdu ki, kendi
coğrafyalarında küstürülen insanlar, koşar Anadolu’ya gelirlerdi. Şimdi
ise tersine. Kötülük ve kötülerin, yoğunluk, etkinlik ve aktifliği hakkında
tarihsel bir veri yok sanırım. Eskinin kötüleri mi daha fenaymış yoksa bugünün
mü? Yoksa bugünküler mi bahtsız? Onu sizin kararınıza havale ediyorum…
Evet, Melbourne’de yapılan festival de hüzün
ve sevinç bir aradaydı. Mesele nereden bakılırsa öyle görünen bir
programdı…Çünkü zaten hayat böyle bir şeydi. Topyekûn hüzün veya topyekûn
neşe sevinç olmuyor hiç bir zaman…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Hizmet Hareketi, Türkiye’dekilerin engellemelerine rağmen
dünyanın dört bir tarafında dünya barışı adına elinden
gelen çabayı sürdürmeye devam ediyor. Barış içinde huzuru
soluklayan, diğerini olduğu konumda kabul edip birbirlerine hoşgörü ile
bakan, aralarında barışı tesis etmiş toplumlar meydana getirme adına
hizmetler sürüyor.
Şu bir gerçek: Kimse kimseyi bitiremez, kimse ötekini
yeryüzünden silemez. Eşi görülmemiş bir fedakarlıkla başlayan bir sevdayı,
bütünüyle bitireceğini söyleyenler kin ve garaz ile
hareket edenlerdir. Böyle davrananlar da asla muvaffak olamazlar. Bu utanç, ‘bunlara su
bile yok’ ‘artık olimpiyat molimpiyat yok’, diyen(ler)e, mahşere
kadar yeter.
Evet…
Birilerinin “Artık
yapamayacaklar, yaptırmayacağım” diye karşı çıktığı Türkçe
Olimpiyatları son üç yıldır Türkiye’de yapılamıyor.
Zaten uluslararası bir faaliyet olan Türkçe
Olimpiyatları, diğer ülkelerde adını “Uluslararası Dil Festivali”ne
dönüştürerek, Türkiye’de engellendiğinden beri,
başka ülkelerde sahneleniyor.
Dil Festivali 14 Mayıs Pazar günü, bütün dünyada ‘Anneler Günü’ olarak kabul edilen bir zamanda Avustralya’nın önemli şehri
Melbourne’de yapıldı. Şehrin en büyük salonu Convention & Exhibition Centre, yine dolup taştı. Tıpkı geçen yıl,
dünyanın önemli sembollerinden biri olan,
Sydney Opera House’da olduğu gibi…
Sevgi
çocukları, dünyaya bir kez daha barış türkülerini terennüm ettiler. Bu barış
dolu duruş, çok da yakışıyordu. Öyle ya, bundan bir asır önce savaştan barış
çıkaran Anzak’lar gibi…Geçmişin geçmişe emanet edildiği, barışın konuşulduğu
günler, Anzak günleri…
Ve
pek tabiî ölümü, öldürmenin kutsanmadığı, yaşatmanın hayatı herkese güzel
kılmanın konuşulduğu günler. Ölüm kıtalar dolaşırken, inadına barış şarkıları
söylemek… Tüm renkleri bir araya getirmek, bir olmanın, bütün olmanın
türküsünü söylemek, her yanda, her bucakta…
Salonu dolduranların yüzde 70’e yakını Türklerin dışındaki
milletlerden oluşuyordu. Adeta, Türklerin baskıyla engellemesine
karşılık onların yerini diğer milletler almıştı. Aslında
Türkiye’de hizmet Hareketine yönelik ‘soykırım’ benzeri hukuksuzluklar
sürerken, on binlerce masum kanun dışı uygulamalarla, cezaevlerine
tıkılırken, analar bebeleriyle birlikte demir parmaklıklar arkasında hayatta
kalma mücadelesi verirken böyle bir dil festivalinin yapılıp
yapılmaması konusu, epeyce düşünülmüş olmalı. Çünkü böyle
bir düşünce atmosferinde “Yapılmalı, hizmetler aksamadan sürmeli”
diyenler de haklıydı, “Bunca acı ve ızdırap yaşanırken bu
faaliyetlere bir müddet ara verilmeli” diyenler de …
Her ne kadar salon dolu olsa da eskisi kadar bir coşku ve
neşeden söz edilemezdi. Çünkü insanlar kardeşleri
acı ve ızdırap çekerken, gülemiyorlar, hüzünlerini
gizleyemiyorlardı. Diğer taraftan da her şeye rağmen, hayat devam ederken
hizmet de devam etmeliydi.
Geçmiş yıllarda salon ve stadyumları dolup taşıran yüzbinlerin
neşesi beklenemezdi. Melbourne’deki salonda, yaklaşık 3 bin kişinin tablosu,
neşe ile hüznü adeta birbirine kenetlemişti. Neşeli gibi gözükenler, için için
hüzün doluydu, hüzünlü olan gönüller ise; bu sevdanın devam ettirildiğinin
neşesini belki yudumluyordu.Ve siz uzaktasınız, eş dostunuz Anadolu
topraklarında, kardeşleriniz, hissiz mi hissiz insanlarla muhatap, her doğan
günü karabasanlarla karşılıyorlar. Belki de tüm bu kararmışlık ve
karanlıklarımıza bir nebze de olsa ışık oluyor, Dil ve Kültür
Festivali’nin taze çiçekleri…
Dil
ve Kültür Festivali programında, her rengin kaynaştığı şöleni Melbourne’de seyrettik… Seyrederken
de 1990’lardan 2006’lara, oradan da günümüze kadar, bu tablonun emektarlarına
ve sahnenin arkasındaki kahramanlara teşekkür etmek için, sahneye arzu endam
etmek için bir zamanlar sıraya girenlerin, günümüzde, eli öpülesi
öğretmenlere yaptığı/yaptırdığı her türlü insanlık dışı zalimlikler, bir sinema
şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiverdi.
Ama
zaman en büyük ilaç. Dün dost gibi görünenlerin gerçek yüzünü tüm dünya, hem
içte hem de dışta bu vesileyle görmüş oluyor. Ne zaman bir
uluslararası faaliyet planlansa mutlaka vatandaşına düşmanlık yapmayı bir
“ilke” haline getirmiş Türk diplomasisi, harekete geçip katılımcılara
“sakın ha katılmayın, gitmeyin, izlemeyin” cümleleri içeren mektuplar
yazıyor ‘diplomatik girişimler’ başlatılıyor. Bu hal artık Türkiye’nin
yıllardan beri sürdüre geldiği “Türk tipi” bir diplomasi dili… Bu defa
da öyle oldu. Türkiye’nin Başkonsolosu da, katılımcıları mektupla
uyardı.
Maksat koca programı akamete uğratmak…
Ama, fakat, lakin… Kimse onları dinlemedi… Anneler günü
gibi anlamlı bir güne denk gelen programa devlet de, vatandaş da icabet etti.
Avustralya devleti, gelişinden dönüşüne kadar, 13 ülkeden gelen çocuklara cömert davrandı,
her türlü desteği sağladı…
Evet,
bu yılki festivale Arnavutluk, Fransa, Almanya, Hindistan,
Endonezya, Kazakistan, Kenya, Romanya, Rusya, Güney Afrika, Tunus, Ukrayna ve
ABD olmak üzere 13 ülkeden öğrenciler katıldı. Dünyanın dört bir
yanından Avustralya’ya gelen öğrenciler, Federal ve Eyalet yetkilileri ile
3 bine yakın seyircinin katıldığı programda şarkılar
söyleyip ülkelerinin geleneksel danslarını sergilediler.
Ve geldiler, sevgi ve barış şarkılarını dünyaya
haykırdılar. Yani, engellemeler Türkiye dışında pek işe yaramıyor, bu
durum fiilen yaşanmış görülmüş oluyor. Çok kültürlülüğün hâkim
olduğu bir ülkede nefes alıp verince, kendi ülkende olup biten
ahmaklıkları, anlamlandırmak da zor oluyor doğrusu.
Ülkemiz her geçen gün soluyor, pörsüyor, iç barıştan uzaklaşıyor
ve sen uzaktan bunu, hüzünle izliyorsun.
Terör kol geziyor, memleket adeta tımarhaneye dönüştü.
Cadı avı bütün hukuksuzluğu ile sürüyor ve avcılar her gün yeni
kurbanlar buluyorlar.
Kendi ülkemizin yöneticileri vatandaşına hayat
hakkı tanımazken, başka ülke yöneticileri ise; bu faaliyetlere
koşarak geliyor ve ülkesi adına, çok kültürlülük adına bu
faaliyetlerden duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar. İnceliklerinden ötürü Kıta Ülkesi’nin
yöneticilerine, bu kadirşinas insanlara, evrensel değerler çerçevesinde
muamelede bulunan bu insanlara ne kadar teşekkür edilse azdır.
Varsın renkten, harmoniden, farklılıkları kabulden yoksun, haset
ve kinden sindirim organları viraneye dönmüş karanlık ruhlar,
bu çabanın anlamını kavramasınlar. Genelde dünyada,
özelde ülkemizde her türlü merhametsizliğin yapıldığı bir süreçte, bu yılki festivalin ana temasının ‘merhamet’
olarak tercih edilmesi, çok ayrı ve hüzünlü bir başka noktaydı. Programın organizatörü olan Sirius Koleji’nin kuruluşunun 20.yıl
anma etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ve 14 Mayıs Anneler
Günü gibi anlamlı bir tarihte yapılması da elbette, IFLC Avustralya’ya
festivalin bu yıl ki güzelliklerinden bir başka noktaydı.
Son sözü uzak kıtaya, çokkültürlü ve renkli
Avustralya’ya ne kadar uygun bir etkinlik IFLC.. Ülkenin başbakanı duygularımıza
hem tercüman olurcasına hem de pekiştirircesine imdada yetişerek Iflc için; “Avustralya,
200’e yakın ülkeden insanlara ev sahipliği yapmaktadır.
Avustralya’yı dünyadaki en başarılı ve güçlü çokkültürlü toplumlardan
biri yapan nokta da, ifade özgürlüğü ve farklılıkları kucaklamasıdır”
diyor.
Ne
kadar da doğru ve isabetli bir cümle, değil mi? Renkli bir toplum, hoşgörülü
bir devlet, hukuka saygılı bir hükümet ve rengârenk çocuklardan oluşan
gökkuşağı gibi bir ülke, Avustralya. Dünya çiçek açmış ve uzak adada
yeniden bahara duruyor adeta. Anadolumuz da böyleydi bir zamanlar, renk renk, cümbüşlerin
diyarı. İnsan çeşidinin renklendiği coğrafya. Hani öyle olurdu ki, kendi
coğrafyalarında küstürülen insanlar, koşar Anadolu’ya gelirlerdi. Şimdi
ise tersine. Kötülük ve kötülerin, yoğunluk, etkinlik ve aktifliği hakkında
tarihsel bir veri yok sanırım. Eskinin kötüleri mi daha fenaymış yoksa bugünün
mü? Yoksa bugünküler mi bahtsız? Onu sizin kararınıza havale ediyorum…
Evet, Melbourne’de yapılan festival de hüzün
ve sevinç bir aradaydı. Mesele nereden bakılırsa öyle görünen bir
programdı…Çünkü zaten hayat böyle bir şeydi. Topyekûn hüzün veya topyekûn
neşe sevinç olmuyor hiç bir zaman…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Hizmet Hareketi, Türkiye’dekilerin engellemelerine rağmen
dünyanın dört bir tarafında dünya barışı adına elinden
gelen çabayı sürdürmeye devam ediyor. Barış içinde huzuru
soluklayan, diğerini olduğu konumda kabul edip birbirlerine hoşgörü ile
bakan, aralarında barışı tesis etmiş toplumlar meydana getirme adına
hizmetler sürüyor.
Şu bir gerçek: Kimse kimseyi bitiremez, kimse ötekini
yeryüzünden silemez. Eşi görülmemiş bir fedakarlıkla başlayan bir sevdayı,
bütünüyle bitireceğini söyleyenler kin ve garaz ile
hareket edenlerdir. Böyle davrananlar da asla muvaffak olamazlar. Bu utanç, ‘bunlara su
bile yok’ ‘artık olimpiyat molimpiyat yok’, diyen(ler)e, mahşere
kadar yeter.
Evet…
Birilerinin “Artık
yapamayacaklar, yaptırmayacağım” diye karşı çıktığı Türkçe
Olimpiyatları son üç yıldır Türkiye’de yapılamıyor.
Zaten uluslararası bir faaliyet olan Türkçe
Olimpiyatları, diğer ülkelerde adını “Uluslararası Dil Festivali”ne
dönüştürerek, Türkiye’de engellendiğinden beri,
başka ülkelerde sahneleniyor.
Dil Festivali 14 Mayıs Pazar günü, bütün dünyada ‘Anneler Günü’ olarak kabul edilen bir zamanda Avustralya’nın önemli şehri
Melbourne’de yapıldı. Şehrin en büyük salonu Convention & Exhibition Centre, yine dolup taştı. Tıpkı geçen yıl,
dünyanın önemli sembollerinden biri olan,
Sydney Opera House’da olduğu gibi…
Sevgi
çocukları, dünyaya bir kez daha barış türkülerini terennüm ettiler. Bu barış
dolu duruş, çok da yakışıyordu. Öyle ya, bundan bir asır önce savaştan barış
çıkaran Anzak’lar gibi…Geçmişin geçmişe emanet edildiği, barışın konuşulduğu
günler, Anzak günleri…
Ve
pek tabiî ölümü, öldürmenin kutsanmadığı, yaşatmanın hayatı herkese güzel
kılmanın konuşulduğu günler. Ölüm kıtalar dolaşırken, inadına barış şarkıları
söylemek… Tüm renkleri bir araya getirmek, bir olmanın, bütün olmanın
türküsünü söylemek, her yanda, her bucakta…
Salonu dolduranların yüzde 70’e yakını Türklerin dışındaki
milletlerden oluşuyordu. Adeta, Türklerin baskıyla engellemesine
karşılık onların yerini diğer milletler almıştı. Aslında
Türkiye’de hizmet Hareketine yönelik ‘soykırım’ benzeri hukuksuzluklar
sürerken, on binlerce masum kanun dışı uygulamalarla, cezaevlerine
tıkılırken, analar bebeleriyle birlikte demir parmaklıklar arkasında hayatta
kalma mücadelesi verirken böyle bir dil festivalinin yapılıp
yapılmaması konusu, epeyce düşünülmüş olmalı. Çünkü böyle
bir düşünce atmosferinde “Yapılmalı, hizmetler aksamadan sürmeli”
diyenler de haklıydı, “Bunca acı ve ızdırap yaşanırken bu
faaliyetlere bir müddet ara verilmeli” diyenler de …
Her ne kadar salon dolu olsa da eskisi kadar bir coşku ve
neşeden söz edilemezdi. Çünkü insanlar kardeşleri
acı ve ızdırap çekerken, gülemiyorlar, hüzünlerini
gizleyemiyorlardı. Diğer taraftan da her şeye rağmen, hayat devam ederken
hizmet de devam etmeliydi.
Geçmiş yıllarda salon ve stadyumları dolup taşıran yüzbinlerin
neşesi beklenemezdi. Melbourne’deki salonda, yaklaşık 3 bin kişinin tablosu,
neşe ile hüznü adeta birbirine kenetlemişti. Neşeli gibi gözükenler, için için
hüzün doluydu, hüzünlü olan gönüller ise; bu sevdanın devam ettirildiğinin
neşesini belki yudumluyordu.Ve siz uzaktasınız, eş dostunuz Anadolu
topraklarında, kardeşleriniz, hissiz mi hissiz insanlarla muhatap, her doğan
günü karabasanlarla karşılıyorlar. Belki de tüm bu kararmışlık ve
karanlıklarımıza bir nebze de olsa ışık oluyor, Dil ve Kültür
Festivali’nin taze çiçekleri…
Dil
ve Kültür Festivali programında, her rengin kaynaştığı şöleni Melbourne’de seyrettik… Seyrederken
de 1990’lardan 2006’lara, oradan da günümüze kadar, bu tablonun emektarlarına
ve sahnenin arkasındaki kahramanlara teşekkür etmek için, sahneye arzu endam
etmek için bir zamanlar sıraya girenlerin, günümüzde, eli öpülesi
öğretmenlere yaptığı/yaptırdığı her türlü insanlık dışı zalimlikler, bir sinema
şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiverdi.
Ama
zaman en büyük ilaç. Dün dost gibi görünenlerin gerçek yüzünü tüm dünya, hem
içte hem de dışta bu vesileyle görmüş oluyor. Ne zaman bir
uluslararası faaliyet planlansa mutlaka vatandaşına düşmanlık yapmayı bir
“ilke” haline getirmiş Türk diplomasisi, harekete geçip katılımcılara
“sakın ha katılmayın, gitmeyin, izlemeyin” cümleleri içeren mektuplar
yazıyor ‘diplomatik girişimler’ başlatılıyor. Bu hal artık Türkiye’nin
yıllardan beri sürdüre geldiği “Türk tipi” bir diplomasi dili… Bu defa
da öyle oldu. Türkiye’nin Başkonsolosu da, katılımcıları mektupla
uyardı.
Maksat koca programı akamete uğratmak…
Ama, fakat, lakin… Kimse onları dinlemedi… Anneler günü
gibi anlamlı bir güne denk gelen programa devlet de, vatandaş da icabet etti.
Avustralya devleti, gelişinden dönüşüne kadar, 13 ülkeden gelen çocuklara cömert davrandı,
her türlü desteği sağladı…
Evet,
bu yılki festivale Arnavutluk, Fransa, Almanya, Hindistan,
Endonezya, Kazakistan, Kenya, Romanya, Rusya, Güney Afrika, Tunus, Ukrayna ve
ABD olmak üzere 13 ülkeden öğrenciler katıldı. Dünyanın dört bir
yanından Avustralya’ya gelen öğrenciler, Federal ve Eyalet yetkilileri ile
3 bine yakın seyircinin katıldığı programda şarkılar
söyleyip ülkelerinin geleneksel danslarını sergilediler.
Ve geldiler, sevgi ve barış şarkılarını dünyaya
haykırdılar. Yani, engellemeler Türkiye dışında pek işe yaramıyor, bu
durum fiilen yaşanmış görülmüş oluyor. Çok kültürlülüğün hâkim
olduğu bir ülkede nefes alıp verince, kendi ülkende olup biten
ahmaklıkları, anlamlandırmak da zor oluyor doğrusu.
Ülkemiz her geçen gün soluyor, pörsüyor, iç barıştan uzaklaşıyor
ve sen uzaktan bunu, hüzünle izliyorsun.
Terör kol geziyor, memleket adeta tımarhaneye dönüştü.
Cadı avı bütün hukuksuzluğu ile sürüyor ve avcılar her gün yeni
kurbanlar buluyorlar.
Kendi ülkemizin yöneticileri vatandaşına hayat
hakkı tanımazken, başka ülke yöneticileri ise; bu faaliyetlere
koşarak geliyor ve ülkesi adına, çok kültürlülük adına bu
faaliyetlerden duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar. İnceliklerinden ötürü Kıta Ülkesi’nin
yöneticilerine, bu kadirşinas insanlara, evrensel değerler çerçevesinde
muamelede bulunan bu insanlara ne kadar teşekkür edilse azdır.
Varsın renkten, harmoniden, farklılıkları kabulden yoksun, haset
ve kinden sindirim organları viraneye dönmüş karanlık ruhlar,
bu çabanın anlamını kavramasınlar. Genelde dünyada,
özelde ülkemizde her türlü merhametsizliğin yapıldığı bir süreçte, bu yılki festivalin ana temasının ‘merhamet’
olarak tercih edilmesi, çok ayrı ve hüzünlü bir başka noktaydı. Programın organizatörü olan Sirius Koleji’nin kuruluşunun 20.yıl
anma etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ve 14 Mayıs Anneler
Günü gibi anlamlı bir tarihte yapılması da elbette, IFLC Avustralya’ya
festivalin bu yıl ki güzelliklerinden bir başka noktaydı.
Son sözü uzak kıtaya, çokkültürlü ve renkli
Avustralya’ya ne kadar uygun bir etkinlik IFLC.. Ülkenin başbakanı duygularımıza
hem tercüman olurcasına hem de pekiştirircesine imdada yetişerek Iflc için; “Avustralya,
200’e yakın ülkeden insanlara ev sahipliği yapmaktadır.
Avustralya’yı dünyadaki en başarılı ve güçlü çokkültürlü toplumlardan
biri yapan nokta da, ifade özgürlüğü ve farklılıkları kucaklamasıdır”
diyor.
Ne
kadar da doğru ve isabetli bir cümle, değil mi? Renkli bir toplum, hoşgörülü
bir devlet, hukuka saygılı bir hükümet ve rengârenk çocuklardan oluşan
gökkuşağı gibi bir ülke, Avustralya. Dünya çiçek açmış ve uzak adada
yeniden bahara duruyor adeta. Anadolumuz da böyleydi bir zamanlar, renk renk, cümbüşlerin
diyarı. İnsan çeşidinin renklendiği coğrafya. Hani öyle olurdu ki, kendi
coğrafyalarında küstürülen insanlar, koşar Anadolu’ya gelirlerdi. Şimdi
ise tersine. Kötülük ve kötülerin, yoğunluk, etkinlik ve aktifliği hakkında
tarihsel bir veri yok sanırım. Eskinin kötüleri mi daha fenaymış yoksa bugünün
mü? Yoksa bugünküler mi bahtsız? Onu sizin kararınıza havale ediyorum…
Evet, Melbourne’de yapılan festival de hüzün
ve sevinç bir aradaydı. Mesele nereden bakılırsa öyle görünen bir
programdı…Çünkü zaten hayat böyle bir şeydi. Topyekûn hüzün veya topyekûn
neşe sevinç olmuyor hiç bir zaman…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Hizmet Hareketi, Türkiye’dekilerin engellemelerine rağmen
dünyanın dört bir tarafında dünya barışı adına elinden
gelen çabayı sürdürmeye devam ediyor. Barış içinde huzuru
soluklayan, diğerini olduğu konumda kabul edip birbirlerine hoşgörü ile
bakan, aralarında barışı tesis etmiş toplumlar meydana getirme adına
hizmetler sürüyor.
Şu bir gerçek: Kimse kimseyi bitiremez, kimse ötekini
yeryüzünden silemez. Eşi görülmemiş bir fedakarlıkla başlayan bir sevdayı,
bütünüyle bitireceğini söyleyenler kin ve garaz ile
hareket edenlerdir. Böyle davrananlar da asla muvaffak olamazlar. Bu utanç, ‘bunlara su
bile yok’ ‘artık olimpiyat molimpiyat yok’, diyen(ler)e, mahşere
kadar yeter.
Evet…
Birilerinin “Artık
yapamayacaklar, yaptırmayacağım” diye karşı çıktığı Türkçe
Olimpiyatları son üç yıldır Türkiye’de yapılamıyor.
Zaten uluslararası bir faaliyet olan Türkçe
Olimpiyatları, diğer ülkelerde adını “Uluslararası Dil Festivali”ne
dönüştürerek, Türkiye’de engellendiğinden beri,
başka ülkelerde sahneleniyor.
Dil Festivali 14 Mayıs Pazar günü, bütün dünyada ‘Anneler Günü’ olarak kabul edilen bir zamanda Avustralya’nın önemli şehri
Melbourne’de yapıldı. Şehrin en büyük salonu Convention & Exhibition Centre, yine dolup taştı. Tıpkı geçen yıl,
dünyanın önemli sembollerinden biri olan,
Sydney Opera House’da olduğu gibi…
Sevgi
çocukları, dünyaya bir kez daha barış türkülerini terennüm ettiler. Bu barış
dolu duruş, çok da yakışıyordu. Öyle ya, bundan bir asır önce savaştan barış
çıkaran Anzak’lar gibi…Geçmişin geçmişe emanet edildiği, barışın konuşulduğu
günler, Anzak günleri…
Ve
pek tabiî ölümü, öldürmenin kutsanmadığı, yaşatmanın hayatı herkese güzel
kılmanın konuşulduğu günler. Ölüm kıtalar dolaşırken, inadına barış şarkıları
söylemek… Tüm renkleri bir araya getirmek, bir olmanın, bütün olmanın
türküsünü söylemek, her yanda, her bucakta…
Salonu dolduranların yüzde 70’e yakını Türklerin dışındaki
milletlerden oluşuyordu. Adeta, Türklerin baskıyla engellemesine
karşılık onların yerini diğer milletler almıştı. Aslında
Türkiye’de hizmet Hareketine yönelik ‘soykırım’ benzeri hukuksuzluklar
sürerken, on binlerce masum kanun dışı uygulamalarla, cezaevlerine
tıkılırken, analar bebeleriyle birlikte demir parmaklıklar arkasında hayatta
kalma mücadelesi verirken böyle bir dil festivalinin yapılıp
yapılmaması konusu, epeyce düşünülmüş olmalı. Çünkü böyle
bir düşünce atmosferinde “Yapılmalı, hizmetler aksamadan sürmeli”
diyenler de haklıydı, “Bunca acı ve ızdırap yaşanırken bu
faaliyetlere bir müddet ara verilmeli” diyenler de …
Her ne kadar salon dolu olsa da eskisi kadar bir coşku ve
neşeden söz edilemezdi. Çünkü insanlar kardeşleri
acı ve ızdırap çekerken, gülemiyorlar, hüzünlerini
gizleyemiyorlardı. Diğer taraftan da her şeye rağmen, hayat devam ederken
hizmet de devam etmeliydi.
Geçmiş yıllarda salon ve stadyumları dolup taşıran yüzbinlerin
neşesi beklenemezdi. Melbourne’deki salonda, yaklaşık 3 bin kişinin tablosu,
neşe ile hüznü adeta birbirine kenetlemişti. Neşeli gibi gözükenler, için için
hüzün doluydu, hüzünlü olan gönüller ise; bu sevdanın devam ettirildiğinin
neşesini belki yudumluyordu.Ve siz uzaktasınız, eş dostunuz Anadolu
topraklarında, kardeşleriniz, hissiz mi hissiz insanlarla muhatap, her doğan
günü karabasanlarla karşılıyorlar. Belki de tüm bu kararmışlık ve
karanlıklarımıza bir nebze de olsa ışık oluyor, Dil ve Kültür
Festivali’nin taze çiçekleri…
Dil
ve Kültür Festivali programında, her rengin kaynaştığı şöleni Melbourne’de seyrettik… Seyrederken
de 1990’lardan 2006’lara, oradan da günümüze kadar, bu tablonun emektarlarına
ve sahnenin arkasındaki kahramanlara teşekkür etmek için, sahneye arzu endam
etmek için bir zamanlar sıraya girenlerin, günümüzde, eli öpülesi
öğretmenlere yaptığı/yaptırdığı her türlü insanlık dışı zalimlikler, bir sinema
şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiverdi.
Ama
zaman en büyük ilaç. Dün dost gibi görünenlerin gerçek yüzünü tüm dünya, hem
içte hem de dışta bu vesileyle görmüş oluyor. Ne zaman bir
uluslararası faaliyet planlansa mutlaka vatandaşına düşmanlık yapmayı bir
“ilke” haline getirmiş Türk diplomasisi, harekete geçip katılımcılara
“sakın ha katılmayın, gitmeyin, izlemeyin” cümleleri içeren mektuplar
yazıyor ‘diplomatik girişimler’ başlatılıyor. Bu hal artık Türkiye’nin
yıllardan beri sürdüre geldiği “Türk tipi” bir diplomasi dili… Bu defa
da öyle oldu. Türkiye’nin Başkonsolosu da, katılımcıları mektupla
uyardı.
Maksat koca programı akamete uğratmak…
Ama, fakat, lakin… Kimse onları dinlemedi… Anneler günü
gibi anlamlı bir güne denk gelen programa devlet de, vatandaş da icabet etti.
Avustralya devleti, gelişinden dönüşüne kadar, 13 ülkeden gelen çocuklara cömert davrandı,
her türlü desteği sağladı…
Evet,
bu yılki festivale Arnavutluk, Fransa, Almanya, Hindistan,
Endonezya, Kazakistan, Kenya, Romanya, Rusya, Güney Afrika, Tunus, Ukrayna ve
ABD olmak üzere 13 ülkeden öğrenciler katıldı. Dünyanın dört bir
yanından Avustralya’ya gelen öğrenciler, Federal ve Eyalet yetkilileri ile
3 bine yakın seyircinin katıldığı programda şarkılar
söyleyip ülkelerinin geleneksel danslarını sergilediler.
Ve geldiler, sevgi ve barış şarkılarını dünyaya
haykırdılar. Yani, engellemeler Türkiye dışında pek işe yaramıyor, bu
durum fiilen yaşanmış görülmüş oluyor. Çok kültürlülüğün hâkim
olduğu bir ülkede nefes alıp verince, kendi ülkende olup biten
ahmaklıkları, anlamlandırmak da zor oluyor doğrusu.
Ülkemiz her geçen gün soluyor, pörsüyor, iç barıştan uzaklaşıyor
ve sen uzaktan bunu, hüzünle izliyorsun.
Terör kol geziyor, memleket adeta tımarhaneye dönüştü.
Cadı avı bütün hukuksuzluğu ile sürüyor ve avcılar her gün yeni
kurbanlar buluyorlar.
Kendi ülkemizin yöneticileri vatandaşına hayat
hakkı tanımazken, başka ülke yöneticileri ise; bu faaliyetlere
koşarak geliyor ve ülkesi adına, çok kültürlülük adına bu
faaliyetlerden duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar. İnceliklerinden ötürü Kıta Ülkesi’nin
yöneticilerine, bu kadirşinas insanlara, evrensel değerler çerçevesinde
muamelede bulunan bu insanlara ne kadar teşekkür edilse azdır.
Varsın renkten, harmoniden, farklılıkları kabulden yoksun, haset
ve kinden sindirim organları viraneye dönmüş karanlık ruhlar,
bu çabanın anlamını kavramasınlar. Genelde dünyada,
özelde ülkemizde her türlü merhametsizliğin yapıldığı bir süreçte, bu yılki festivalin ana temasının ‘merhamet’
olarak tercih edilmesi, çok ayrı ve hüzünlü bir başka noktaydı. Programın organizatörü olan Sirius Koleji’nin kuruluşunun 20.yıl
anma etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ve 14 Mayıs Anneler
Günü gibi anlamlı bir tarihte yapılması da elbette, IFLC Avustralya’ya
festivalin bu yıl ki güzelliklerinden bir başka noktaydı.
Son sözü uzak kıtaya, çokkültürlü ve renkli
Avustralya’ya ne kadar uygun bir etkinlik IFLC.. Ülkenin başbakanı duygularımıza
hem tercüman olurcasına hem de pekiştirircesine imdada yetişerek Iflc için; “Avustralya,
200’e yakın ülkeden insanlara ev sahipliği yapmaktadır.
Avustralya’yı dünyadaki en başarılı ve güçlü çokkültürlü toplumlardan
biri yapan nokta da, ifade özgürlüğü ve farklılıkları kucaklamasıdır”
diyor.
Ne
kadar da doğru ve isabetli bir cümle, değil mi? Renkli bir toplum, hoşgörülü
bir devlet, hukuka saygılı bir hükümet ve rengârenk çocuklardan oluşan
gökkuşağı gibi bir ülke, Avustralya. Dünya çiçek açmış ve uzak adada
yeniden bahara duruyor adeta. Anadolumuz da böyleydi bir zamanlar, renk renk, cümbüşlerin
diyarı. İnsan çeşidinin renklendiği coğrafya. Hani öyle olurdu ki, kendi
coğrafyalarında küstürülen insanlar, koşar Anadolu’ya gelirlerdi. Şimdi
ise tersine. Kötülük ve kötülerin, yoğunluk, etkinlik ve aktifliği hakkında
tarihsel bir veri yok sanırım. Eskinin kötüleri mi daha fenaymış yoksa bugünün
mü? Yoksa bugünküler mi bahtsız? Onu sizin kararınıza havale ediyorum…
Evet, Melbourne’de yapılan festival de hüzün
ve sevinç bir aradaydı. Mesele nereden bakılırsa öyle görünen bir
programdı…Çünkü zaten hayat böyle bir şeydi. Topyekûn hüzün veya topyekûn
neşe sevinç olmuyor hiç bir zaman…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au