M.ALİ ŞENGÜL
Çağımızda iman, korkunç hücum ve taarruzlara maruz kalmıştır. Daha önceki devir ve dönemlerde ise iman, günümüzdeki kadar böylesine büyük tehlikelere maruz kalmamıştı.
Bugün materyalist düşünce hâla bir çok insanın zihnini meşgul etmekte, ‘inandım’ diyenlerde bile imanın gönüllere tam oturmadığı görülmektedir. Bundan dolayı da, Alem-i İslam’da ‘nifak’ın ortalığı kasıp kavurduğu bir gerçektir.
Başta bu yazının sahibi olmak üzere, istisnalar müstesna, milyonlara bâliğ müslümanların büyük çoğunluğunun Allah’a gerçek manada kul olmaktan daha ziyade, Şeytan ve nefs-i emmarenin esiri ve kulu olduğunu görüyor ve bunun ızdırabını vicdanımızda acı acı hissediyoruz.
Ortalığı yakan yıkan, mazlum mağdur demeden canlar yakan, zulmü zirvelerde temsil eden Müslümanlara bakıp; İslam’ı tenkit eden insanlar karşısında başımızı aşağıya eğiyor ve hicab duyuyoruz.
Tonlarca topraktan az altın çıkması gibi, Kur’an’ın rehberlik yapıp yönlendirdiği, Resulüllah Efendimiz’in (sav) yaşayarak örnek olduğu, ‘Sahabe Modeli’ bir müslüman olmak; yani, imanda kemâle ermiş, niyeti ve ameli hâlis, ilim ve irfanla mücehhez, bakıldığında hal ve hareketleri, tavır ve davranışlarıyla Allah ve Resulullah’ı hatırlatan, İslam’ı sevdiren ve insanları nefret ettirmeyip, müsbet manâda etkileyen bir müslüman olmak, günümüzün şartlarında oldukça zor görünüyor.
İslam hakkında küfür ve dalalet cephesinin tenkit ederek ortaya koydukları iddiaların ve bir de müslüman kimliğiyle piyasada dolaşanların tavır ve davranışlarının, maalesef gerçek İslam’la ve müslümanlıkla alakasının olmadığı açıkça görülmektedir.
Günümüzdeki mü’minler de; başta Allah’a iman olmak üzere, bütün iman esaslarını; inandırıcı, ikna edici şekilde hazmedip, inandığı ve hak bildiği davasını yaşayarak, tatlı dil ve güleryüzle insanlara örnek olarak İslam’ın güzelliklerini göstermelidirler.
Mü’min; ben kimim, nereden geldim ve nereye gidiyorum, bu kısa vadeli dünyada vazifem nedir? gibi soruları kendine sorması ve hayatını bu sorulara göre hazırlaması gerekmektedir. İmanla şereflenmiş mü’minler, bu hususta Kur’an, Sünnet ve Sahabe Hayatını örnek alarak, doğru kaynaklardan iyi beslenmek suretiyle, ‘medenîlere galebe ikna iledir’ prensibini uygulamalıdırlar.
Bugün insanlar, ölümle sona erecek şu fani dünyanın gayr-ı meşru şeytan saltanatının, nefsinin, menfaat ve çıkarlarının, şan ve şöhretin etkisi altında kaldığından, gerçek manada imanı elde etmede zorlanmaktadırlar.
Böyle bir ortamda, inananların bile imanlarını koruması oldukça zordur. Yırtık büyük, yama küçük kalıyor. Evler karanlık, sokaklar kirli, mektepler devamlı şüphe üretiyor. Mabedler (istisnalar hariç) ölü ruhlu insanlarla dolu… Onun için şekil insanı değil, kalb ve ruh insanı olmak zorundayız.
Sürekli başkalarının kusurlarını arayanlar, hayat boyu kusur aramaktan kurtulamazlar. Bugün cinnete tutulmuş, iftirakçılar ve müfteriler gibi hareket edenler ve onları taklit eden müslümanlar var. Onun için, bu durum karşısında aile ve toplumda karşılaşılan uygunsuz tavır ve davranışlara, kalp kırıcı, gönül yıkıcı sözlere karşı müdafaaya geçmemeli; aldanmış olma ihtimallerini hesaba katarak sabredip, onların durumuna düşmemeli ve yangına benzin dökmemeliyiz.
Müminler, kendilerine yapılanlara takılmadan vazifelerini yapmalıdırlar. Zira, Efendimiz’e (sav) ve Sahabe Efendilerimiz’e (r.anhüm), müşrikler ve münafıklar irşad esnasında, ‘hümeze, lümeze’ yapıyorlardı. Yani, insanları arkadan çekiştiriyor, küçük düşürücü tavır ve davranış içinde bulunuyor ve kaş göz hareketleriyle eğlenip, alay ediyorlardı.
Allah Resulü (sav), ‘Allah yolunda tozlanan ayaklara cehennem dokunmaz’ buyurmaktadır.
Bundan dolayı, başta Peygamberler olmak üzere bütün hak dostları, vazifelerini hakkıyla yapmaya çalışmışlar, hedefledikleri Allah’ın rızasını ve ahiretlerini kazanabilmek ve insanların ölümsüz ve ebedi hayatlarını kurtarabilmek için yürümüşler ve bütün gayretlerini bu işe teksif etmişlerdir.
İstediğini Allah’tan isteyen, hiçbir zaman mahrum olmaz. Mümin, Allah yolunda olduğu müddetçe şartlar ne kadar ağır olursa olsun, -biiznillah- sırtı yere gelmez. Müslümanlar, keşke, sözleri kadar halleri ve davranışlarıyla da, davalarını anlatabilseler.. İslam’ı hiçbir şeye alet etmeden, beklentiye girmeden, hakkını vererek temsil edebilseler… Yanlışa yanlış ile cevap vermeden, zulme zulümle mukabelede bulunmadan, en olumsuz durumlarda bile konumuna uygun harekette bulunabilseler…
Mü’minler, yangının büyüklüğüne bakıp ümitsizliğe kapılmamalı, hadiselerin vuku’u anında, kendilerine düşen vazifelerin hakkını vermelidiler. Kavga veya münakaşa ile zaman israfına girmektense, insanlığa yararlı olacak hizmetlerle meşgul olmanın daha hayırlı olacağının şuurunda olmalıdırlar.
Mü’minler, hizmet adına meşru alternatifler üretmelidirler. İnanmış olmanın, imanın huzurunu duymanın ne kadar güzel olduğunu yaşayarak anlatmalıdırlar.
Ne var ki, yaratılan varlıkların en ekmeli olan insanların, hatta inananların büyük çoğunluğu, insanlara insan olduğu için değer verememekte, imanın güzelliğini, huzurunu tam temsil edememektedirler. Halbuki, herkesi kendi konumunda kabul ederek, tatlı dil-güleryüzle muamelede bulunabilseler, o zaman gönüller kazanılmış ve fethedilmiş olacaktır.
İnsan, kendini sevdirmeden sevilemez. Sevilmeden de sevdiklerini sevdiremez. Onun için mü’minler, sevgi ve yumuşaklığın gücünü kullanarak, kalpler arasında köprüler kurmaya gayret etmelidirler. İmkan ölçüsünde yılana, akrebe bile yardım etmeye çalışmalı, onlarla iyi geçinmeye gayret etmeli ve her zaman sokabileceklerini hesap etmek suretiyle temkinli, tedbirli ve dikkatli olmalıdırlar.
Her insanın farklı bir kimliği vardır. Paylaşmak ve özgüvenli olmak esas olmalıdır. Gerek kendi nefsî arzularıyla mücadele ederek; gerekse, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmeyeceği güvenli insanlar yetiştirerek, dünya barışına katkıda bulunmalı, aynı zamanda insanların mutluluk ve huzuru elde etmelerine yardımcı olmanın yanında, ahiret saadetlerini kazanmalarına da destek olunmalıdır.
İnanan insan sabrederek, musibetlerin en sıkıntılı anlarını bile aşmasını bilmeli, bu yolla Allah’ın rızasına ulaşacağını düşünerek hareket etmelidir. Neticede pişman olup nedamet duyacağı, zulüm, gıybet, laf getirip götürme, gayz, kin ve nefret gibi, hiçbir işe tevessül ve tenezzül etmemelidir.
Keşke herkes kendine bakabilse, kendi eksiklerini görebilse, nerede yanlış yaptığının şuurunda olarak, tehlikelerin tehditle yok edilemeyeceğinin farkında olsa. O zaman -Allah’ın izni ve inayetiyle- bütün engeller aşılmış, gönüllerde sıcak bir atmosfer oluşmuş olacaktır.
Allah (cc), bizleri maceracı olmaktan korusun. Takva, ihlâs, vefa ve sadakat üzere, ifrat ve tefritten uzak, dengeli, örnek insan olmaya, bu yolla hizmet etmeye muvaffak kılsın. Amin.