OHAL dönemi işkencelerinin en
yoğun olduğu illerden biri de Zonguldak’tı. Özellikle Zonguldak Emniyet
Müdürlüğü’nde yaşananlar pek çok işkence mağdurunun yakını tarafından
paylaşıldı.
Bugün bizzat Zongulak Emniyet Müdürlüğü’nün işkence
merkezinden geçmiş birinin ifadelerine yer veriyoruz.Mağdurun anlattıklarına
göre, Emniyet’te avukatsız sorgulamalar günlerce devam ediyor ve ailelere
durumlarıyla ilgili bilgi verilmiyor. Avukatına ulaşamayan, yakınlarıyla
görüşemeyen kişide “kayıp” hissi oluşuyor ve ardından işkenceye geçiliyor.
Kişide gözaltında öldürülüp yok olacağı hissi uyandırılıyor. İşkence
görüp direnci kırılan gözaltındakiler son olarak eşlerine aynısı yapılmakla
tehdit ediliyor ve hazır ifadeleri imzalayacakları kabul edildikten sonra
avukatları çağrılıyor.
İŞTE BİR ŞAHİDİN GÖZÜNDEN ZONGULDAK EMNİYETİ
İŞKENCELERİ
“Nezarethaneye konduktan sonra avukatımla ya da
ailemle hiç görüşemedim. Herkes aynı durumdaydı. İlk gittiğim gün, dikkatimi
çeken herkesin bir an önce tutuklanmak istemesiydi. Nezarethanedeki
işkencelerden ancak tutuklanarak kurtulabileceklerini düşünüyorlardı. İlk
gün lavaboya giderken Öğretmen S.D.’yi gördüm. Gözaltındaki 25. günüydü.
Kollarında yara izleri vardı. Sonradan bunların muştuyla vurdukları için
olduğunu öğrendim. Gömleğini sıyırdı, sağ tarafında iki büyük morluk
vardı.
İşkencenin varlığını ilk o an gördüm. Sonra
benimle aynı hücrede tutulan E.Y.’yi sorguya götürdüler. Geldiğinde perişan
haldeydi. Bir saat kadar konuşmak istemedi. Muştalarla darp etmişlerdi. Onunla
bana da selam göndermişlerdi, yakında beni de sorguya alacaklarını
söylemişlerdi. Korku salmak istiyorlardı. Nezarette tanıştığım bir diğer
isim A.A. isimli arkadaştı. O da ağır işkence görmüştü. Anlattıkları hepimizi
yıkmıştı.
TACİZLE İSİM İSTEDİLER
A.A.’nın yüzüne, omzuna muştalarla vurmuşlardı.
Pantolonunu sıyırıp jopla anüs tacizi yaparak, tecavüzle tehdit ederek isim
istemişlerdi. Zaten sorgularda tek gündem buydu. Sürekli isim istiyorlardı.
A.A.’yı duvardan duvara vurmuşlardı her yanında sıyrıklar ve morluklar vardı.
Yüz kısmı tokatlanmaktan kan kırmızısı haldeydi. İşkenceden geldiğinde
uzun saatler kimseyle konuşmadı. Çok yıpranmış, aşağılanmıştı. Sadece uzandı.
Başına gelenleri ancak toparlandıktan sonra anlatabildi.
Polisler kendilerince bir yasak koymuşlardı.
“Bilmiyorum” demek yasaktı. Sordukları soruya muhakkak bir cevap vermeniz
gerekiyordu. İlk sorgular tokatlama, sonra muştayla darp, sonra elbiseleri
soyma, ardından jopla tacizle devam ediyordu.
ALEYHİMİZE HİÇBİR DELİLDEN SÖZ EDEMEDİLER
Sorgu boyunca aleyhimize tek bir delilden soru
gelmedi. Ellerinde suç işlediğimize ilişkin hiçbir kanıt yoktu. İşkenceyle bize
söyletmeye çalışıyorlardı. Öylesine bir hale geliyordunuz ki, onların kabul
edebileceği bir suç hikayesi uydurup anlatırsam tutuklanıp kurtulur muyum
nezaretten diye düşünüyordum.Ellerinde hiçbir bilgi yoktu ve ellerinde olmayan
bilgileri bizden işkenceyle elde edebilecekleri gibi bir mantıkları vardı
polislerin. Ve bu mantık karşısında suçsuzsanız, anlatacağınız bir şey yoksa 30
gün işkence görmeniz mukadderdi. Birkaç saat önce işkence görmüş, büyük
bir travma yaşamış olanlar, birkaç saatte kendini toparlayıp; işkenceden yeni
gelenleri teselliye çalışıyordu. Zonguldak Emniyeti nezarethaneleri vahim
haldeydi.
TUVALET İŞKENCE ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Gözaltındayken aşırı stresten çok sık tuvalete
gitme ihtiyacı oluşuyordu. Tuvalet ve banyoya götürmekte çok yavaş
davranıyorlar, aralıkları mümkün olduğunca seyrekleştiriyorlardı. Kahvaltıda
bayat poaça, meyve suyu, bazen de su veriliyordu. Ne kahvaltı ne akşam yemeği
doyacak miktarda değildi. Omuz omuza değecek şekilde yerde yatıyorduk.
Nezarethane sürekli kalabalıktı.
DOKTORLAR MUAYENE ETMİYORDU
Nezarettekilerin yüzlerinde vücutlarında açık
işkence izleri olmasına rağmen Adli Tıp muayenesinde doktorlar muayene
etmiyordu. Bazı arkadaşlar her şeyi göze alıp, polislerden daha çok işkence
göreceklerini bile bile doktorlara ısrar sonucunda “darp edildiğini söylemiştir”
yazdırabildiler sadece rapora.
HEPSİNİ TEŞHİS EDEBİLİRİM
İşkence yapan polislerin hepsini teşhis
edebilirim. Bir gün adalet tesis edildiğinde bu işkencelerin hesabını
soracağız. Ölene kadar bu işkencecilerin peşini bırakmayacağız. Nezarethane
süreci geçtikten sonra Sulh Ceza Hakimliği’ne sevkedildik. Herkes işkence
gördüğünü söylüyordu ama hakim duymazlıktan geliyor, “kim, ne zaman, nasıl”
gibi hiçbir soru sormuyordu. Kendiliğimizden anlattığımızda ise “geç bunları,
sorularıma cevap ver” dedi Sulh Ceza hakimi. Sulh Ceza’da adalet yoktu ve
biz de bitkin halde tutuklanıp cezaevine gitmek istiyorduk. Nitekim öyle de
oldu.
TANIMADIĞIM İNSANLARLA DOSTLUK
Cezaevinde kaldığım koğuştaki kimseyi
tanımıyordum. Artık işkence olmayacağı için sevinçliydim. Ailemle
görüşebileceğim için sevinçliydim. Haftada bir ses geçirmeyen camın arkasından
telefonla, 2 ayda bir açık görüşte ailemizle görüşebiliyorduk. En büyük
sıkıntımız davamızla ilgili evrakları alabilmekti. Dışarıdan davamızla ilgili
hukuksal metinler, emsal davalardaki kararları avukatımız getirdi ama bize
verilmesi engellendi. Mektuplarda en ufak bir sitem olsa cezaevi yönetimi
iade ediyor göndermiyordu. Dışarıdan kitap getirilmesi yasaktı. Cezaevi
kütüphanesini kullanabiliyorduk. Çok yetersizdi. Cezaevinden eğitim
hayatına devam etmek isteyenler vardı. Açık öğretim sınavlarına
hazırlanmışlardı. Aylarca çalışmışlardı. Hatta açık öğretime gidilebileceğini,
tutukluların rehabilitasyonu için cezaevi yönetiminin kendisi söylemişti.
Arkadaşlar harıl harıl sınavlara çalıştılar. Açık öğretim ve dengi sınavlar
için. Hatta cezaevi yönetimi çalışma kitapları bile verdi. Başvuru evraklarını
getirdiler, başvurular yapıldı. Sınav haftası geldiğinde “F..Ö suçlusu
olanlar bu tür sınavlara giremez” diye bir yazı dağıttılar. Adeta kötülük olsun
diye insanları umutlandırıp sonra umutlarını yıkmışlardı.
Yabancı dil çalışmak isteyenlerin yakınlarının
getirdiği Dil kitaplarını vermediler. Hiçbir gerekçesi olmayan baskıların
cezaevinde de sürdüğünü gördük böylece. Sıcak su da ayrı problemdi. Her
gün 1.5 saat sıcak su veriyorlardı. Koğuşta 30 kişi kalıyorduk. Kısıtlı
imkanlarla çok hızlı banyo yapmak zorundaydık. Tuvaletin duvarına bir duş
takılmıştı ve orada banyo yapıyorduk. Aynı anda tek kişi banyo yapabiliyordu
ve banyo süresince kimse tuvaleti kullanamıyordu. 6 kişilik koğuşlarda 30
kişi, 20 kişilik koğuşlarda 50 kişi kalıyordu. Ranza olmayanlar yerde
yatıyorlardı.
SUÇ DUYURULARI YAPTIK
Yaşadığımız işkencelerle ilgili onlarca suç
duyurusu yaptık. Cezaevindeki hemen herkes yaşadıklarını dilekçeye döküp suç
duyurusunda bulunuyordu. Ama dikkate alanı görmedim. Dosyalarımızı
göremiyoruz, sadece iddianameyi görebiliyoruz.
DARBEYİ TASVİP EDEN GÖMEDİM
Ne gözaltında ne hapishanede darbeyi tasvip eden
tek bir kişi bile görmedim. Adaleti bekleyen masum insanlar gördüm sadece.
Cezaevi şartlarını güzelleştiren insanlardı. Koğuşlar tarihinin en temiz
günlerini yaşıyordu belki de. Aylarca yattıktan sonra tahliye edildim.
Kesinlikle yapılan işkencelerin hesabını soracağım. Yarın hukuk yolu
açıldığında bunların peşine düşeceğim. En detayına kadar her şeyi anlatıp
hesabını soracağız. Mesleğinden atılanlar, hayatı tarumar edilenler, içerdeyken
iş yeri batanlar, ailesi travma geçirenler tanıdım. Geç de olsa adalet tecelli
edecek.