5 Temmuz darbe girişiminden bir gün sonra gözaltına alınıp tutuklanan binlerce savcı ve hakimin yaşadıkları kamuoyunun çok gündemine gelmiyor. 10 aydır iddianame hazırlanmasını bekleyen ve 800 kişilik cezaevinde 1500 kişi kaldıklarını anlatan bir yargı mensubu, Cumhuriyet gazetesine bir mektupla yaşanan hukuksuzlukları anlattı. 15-20 yıllık yargı mensubu savcı hakimlerin kimisinin yerlerde yattığını, sağlık hizmetlerinden yararlanamadıklarını, şikayetlere cevap alamadıklarını, hatta kendilerine oy kullandırtılmadığını aktardı.
Mağdur yargıç, halen cezaevlerinde 4 bin 238 yargı mensubunun tutuklu olduğunu belirterek, bırakın adil yargılanmayı, adalete erişimi; sağlık ve su gibi temel insani ihtiyaçlarının bile dikkate alınmadığını kaydetti.
İşte Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker’in köşesine taşıdığı o mektup ve haksız yere tutuklanan hakim savcıların yaşadıkları:
TUTUKLU SAVCIYA OY KULLANDIRMAMAK
Türkiye’nin dört bir yanından mektuplar alıyorum.
Aralıksız 10 aydır iddianame yazılmadan cezaevinde tutulan hâkim ve savcılardan geliyor. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından seri gözaltı, tutuklama ve ihraçlara muhatap olmuş yargı mensuplarından yani.
Ortak özellikleri: Tamamının kıdemi 10 yılın üzerinde. Mektup Okuma Komisyonu’nun “Görüldü” damgasını taşısa da adı ve cezaevi bende saklı bir mektuptan söz edeceğim şimdi.
Tutukluluğunun 10. ayını, üçüncü cezaevinde geçiren bir savcıdan geliyor. Kıdemi 17 yıl. Darbe girişiminin hemen ertesinde gözaltına alınıp sorgusunu yapan Sulh Ceza Hâkimi’nce serbest bırakılmış. Ama aynı gün Sulh Ceza Hâkimi değiştirilmiş. Ve kendisini serbest bırakan hâkimin yerine atanan hâkim tarafından tutuklanmış.
Aşağıdaki alıntılar mektubundan:
Yerde yatan savcılar
– 800 kişilik cezaevinde 1500 kişi kalıyor. Aşırı kalabalıktan dolayı temel ihtiyaçlar karşılanamıyor.
– Yerde yatma, yeterli sıcak su bulamama, doktora sevk konularında sorunlar yaşanıyor.
– Bu sorunlarımızı dinleyecek etkili bir merci yok. 10 aydır ne bağımsız denetim kurumlarının ve yetkililerin ziyaretini görmediğim gibi, cezaevinden sorumlu savcılara ulaşma ve yazdıklarımıza cevap alabilme şansına sahip değiliz.
Oy kullandırmama hilesi
16 Nisan’da, cezaevinde 68 kişinin oy kullanamadığını, bunun da “sinsi bir seçim hilesi olduğunu” aktaran savcı okurum, oy kullandırmama “hilesini” şöyle aktarıyor:
“Bir kişi cezaevine girince UYAP’ta yazışma adresi cezaevi olarak kayda alınır. Tahliye edilinceye kadar müteakip işlemlerde, bu adres esas alınır. Adres bilgimin güncellenmediği bu nedenle seçmen listesine ismimin eklenmediği söylendi. Oysa ben seçmen listeleri askıdayken isminin listede olmadığını öğrendim ve ilçe seçim kuruluna dilekçe yazarak hatanın düzeltilmesini istedim.
Üstelik bu konuda cezaevi idaresinin kendi gönderdiği liste de bulunmaktadır. Cezaevi idaresi cezaevinde bulunan tüm tutukluların toplu listesini ilçe seçim kuruluna göndererek görevini yaptı. Benim ismim bu listede bulunmaktadır. Ancak hem idarenin bildirimi hem de şahsi dilekçeme rağmen, adım keyfi olarak seçmen listesine eklenmedi.”
Adı bende saklı olan tutuklu savcı dilekçesinin birer örneğini sakladığını belirtiyor.
Kumpas davalarının mağduru
Tutuklu savcı okurum, açığa alınan hâkim ve savcı sayısını 4 bin 238 olarak bildiriyor. Akademisyen ve doktorların basında ve siyaset gündeminde sık yer almasına karşın, hâkim savcılar açısından tuhaf bir suskunluk olduğundan yakınıyor ve şöyle sürdürüyor: “Özellikle ana muhalefet yetkilileri adeta bu konuda tembihli gibi durmaktadır. Kamuoyunu daha önceden meşgul eden ve kumpas olduğu ileri sürülen davalar gerekçe gösterilerek hâkim ve savcıların ihraç ve tutuklanmaları adeta gizliden gizliye alkışlanmaktadır. Burada gözden kaçan şey şu: O davalarda görev alan hâkim, savcı sayısının, 150- 200’ü geçmesi mümkün değildir.
Onlara duyulan nefret nedeniyle geri kalan ihraç edilmiş 4 bin hâkim ve savcının adı anılmamaktadır. “
Tutuklu savcı okurumun mektubu daha uzun. Yerim ise dar. Gerçekten de 4 bin 238 hâkim ve savcının açıkta oluşunun siyaseten yeterince gündeme gelmeyişi manidar görünüyor. Dahası, okurumun belirttiği gibi bu durum “kumpas davaları”na yönelik öfkeden kaynaklanıyorsa, adil yargılanma ve hukuk ilkeleri açısından ciddi bir değerlendirme hatası yapıldığı anlaşılıyor.