[TARIK TOROS-TR724.COM]
5 Nisan’da sıralı tweet atmıştım. Şimdi yeri geldi, onu hatırlatarak başlayalım:
Hoca Nasreddin, komşusundan kazan ödünç alır. İade ederken içine tencere koyup öyle verir, “Senin kazan doğurdu” der. Komşusu mesut, alır tabi. Gel zaman git zaman. Yine ihtiyaç olur, Hoca Nasreddin bir kez daha komşusundan kazanı ister. Aradan zaman geçer, iade etmez. Komşu sorar, “Ne oldu bizim kazan?” Hoca Nasreddin istifini bozmadan “Sorma komşu senin kazan öldü” der. Komşu itiraz eder, “Hocam etme hiç kazan ölür mü?” Hoca cevabı yapıştırır tabi, “doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?” (Kıssadan hisse, ByLock tantanasını en iyi bu anlatıyor.)
DOĞURDUĞUNA İNANIYORSUN DA…
Bizim medya mahallesine göre “Sözcü tayfası, Cumhuriyetçiler ByLockçularla irtibatlı” suçlaması saçma. Bre erenler, kazanın doğurduğuna inanıyorsunuz da öldüğüne niye inanmıyorsunuz? Yüz binler, ByLock fişlemesi ile linç edilir, insan hakları ve hukuk hiçe sayılırken seyredenlerin… Ucu kendine dokununca feryadı, ibretlik! Güya savunurken “Sizde de şu kadar ByLockçu var” diye lafa girileceğine, altı boş olan ByLock’a itiraz edilmediği için daha çok can yanacak!
TÜKETİLECEK HUKUK KALMADI
Ülkede yargı ölmüştür. Üstat hukukçular kaç yıldır yasını tutuyor. Mahkeme yok, hâkim-savcı yok! İddianameler hezeyan! İnsan hakkı ihlalleri ayyuka çıkmış halde. Savunma çökmüş durumda. Tutacak avukat yok. Baronun atadığı avukatlar bile davalardan kaçıyor. Yüksek yargı, Saray’ın çizgisinden çıkmıyor. Tüketilecek iç hukuk dahi yok. Bu durumdaki bir ülkede hukuken yapacak hiçbir şey yoktur. Ve böyle bir ülkede yargı kararlarının, kolluk gücü marifetiyle yapılan uygulamalarının tamamı yok hükmündedir. İşine gelen kararı kullanıp işine gelmeyeni lanetleyemezsin! Ne çare, ta en başından beri böyle yapılıyor.
ÇİFTE STANDART DEĞİL BU!
Misal… Kendileri veya arkadaşları hakkındaki soruşturmalar için, “İddialar asılsız, hukuken tuhaf, deli saçması. Avukatlardan saklanan dosya, yandaş medyaya sızdırılmış” gibi yayınlar yapanlar… Başka bir dosyada, aynı mahkeme veya savcının kendi muhabirlerine sızdırdığı ile hüküm verebiliyor. Yığınla örnek veririm. Yine misal; Havuz’un amiral gemisi Sabah’ın yalan haberlerine protesto eyleminden canlı yayına geçenler, iki haber sonra aynı Sabah’a üflenen bir haberle linç yapabiliyor! İşine geleni alıyor kullanıyor, işine gelmeyene bakmadığı gibi, bilakis onu çürütmek için elinden geleni ardına koymuyor. Eskiden “çifte standart” denirdi. Çok naif kalır. Çifte standart değil alçaklık, tetikçilik bu!
PABUCUMUN GAZETECİLERİ
Bizim mahalle, resmi linç bültenine dönen Anadolu Ajansı’ndan hiç hazzetmez. Aynı ajansın kendileri için geçtiği bültenleri görmezden gelip söz konusu hedef hasımlar olunca aynen “copy-paste” basıyorlar, kelimeleri dahi değiştirmeden… Gazetecilik sizlere ömür, cevap hakkı diye bir şey şok, tarafların görüşleri alınmamış, savcıdan canlı yayın yapılırken savunma yok sayılmış, hangi birini anlatayım. Eskiden haberin önüne arkasına “iddiaya göre” ibaresi konurdu, tedavülden kalkalı çok oldu. Yüz binlerce insanı itham eden haberleri geldiği gibi koyuyorlar, öyle de kalıyor. Yapılan açıklamalar, attıkları çamuru temizleyemiyor, zaten algıya oynuyorlar, velev ki cevabınızı yayımlasalar bile, oluşturulan algıyı düzeltemiyorsunuz.
Kimse anlatmasın. Bu yolun taşları 2013’ten itibaren özenle döşendi. İtiraz etmesi gerekenler boynunu büküp biat ettiği için bugünlere geldik. Gelecek hafta, Gezi olaylarının dördüncü yıldönümü, düşünebiliyor musunuz. Dört koca yıl geçmiş! Şunu sorabilirsiniz: Peki çıkış nerede? Üzgünüm, çıkışlar geçileli çok oldu. İmkân yoksa ihtimal de olmaz. 15 Temmuz’da “devlet elden gidiyordu” propagandasıyla devlet Saray’ın eline geçti. Karşı darbe tamamlandı. On binlerce tutuklu, yüz binlerce tutsak, milyonları bulan mağdur vatandaş. Anayasa da değişti, geçmiş olsun. Herkesin pozisyonu veya itibarı, bir geceyarısı kararnamesine bakıyor. Tek çıkış, toplumsal itiraz. Tek umut, halkın “yeter artık” demesi. Tek çare, içi yasalarla boşaltılan “milli irade”. Egemenlerin en büyük korkusu da bu zaten. Onun için artık eylemleri yola çıkmadan niyet okuma yöntemiyle bastırıyorlar.
NURAY MERT’E KULAK VERELİM
“Bu şartlar altında yeni düzenin parçası olmayı reddedenleri bekleyen, en iyi ihtimalle kendi ülkesinde ‘sürgün’ olarak yaşamak. Doğrusu, ne ‘dilsiz şeytan’ olmayı sindirecek, ne de başka diyarlarda hayat hayal edecek biriyim, o nedenle ben kendimi kendi ülkemde sürgün olmaya çoktan hazırladım, Allah mahcup etmesin.”
Nuray Mert, 22 Mayıs pazartesi günü Cumhuriyet’te böyle yazdı. Yabancı bir ülkede sürgünü pek çoğu yaşıyor. Kendi ülkesine yabancılaşanların düştüğü sürgün hali ise ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Nicesi kendi ülkesinde sürgün, nicesi tutsak, nicesi mahkûm, nicesi hain, nicesi parya! Sabır, azami sabır dönemi. Zaman çözecek, zamanla çözülecek, başka yol görünmüyor.
[TARIK TOROS-TR724.COM]
5 Nisan’da sıralı tweet atmıştım. Şimdi yeri geldi, onu hatırlatarak başlayalım:
Hoca Nasreddin, komşusundan kazan ödünç alır. İade ederken içine tencere koyup öyle verir, “Senin kazan doğurdu” der. Komşusu mesut, alır tabi. Gel zaman git zaman. Yine ihtiyaç olur, Hoca Nasreddin bir kez daha komşusundan kazanı ister. Aradan zaman geçer, iade etmez. Komşu sorar, “Ne oldu bizim kazan?” Hoca Nasreddin istifini bozmadan “Sorma komşu senin kazan öldü” der. Komşu itiraz eder, “Hocam etme hiç kazan ölür mü?” Hoca cevabı yapıştırır tabi, “doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?” (Kıssadan hisse, ByLock tantanasını en iyi bu anlatıyor.)
DOĞURDUĞUNA İNANIYORSUN DA…
Bizim medya mahallesine göre “Sözcü tayfası, Cumhuriyetçiler ByLockçularla irtibatlı” suçlaması saçma. Bre erenler, kazanın doğurduğuna inanıyorsunuz da öldüğüne niye inanmıyorsunuz? Yüz binler, ByLock fişlemesi ile linç edilir, insan hakları ve hukuk hiçe sayılırken seyredenlerin… Ucu kendine dokununca feryadı, ibretlik! Güya savunurken “Sizde de şu kadar ByLockçu var” diye lafa girileceğine, altı boş olan ByLock’a itiraz edilmediği için daha çok can yanacak!
TÜKETİLECEK HUKUK KALMADI
Ülkede yargı ölmüştür. Üstat hukukçular kaç yıldır yasını tutuyor. Mahkeme yok, hâkim-savcı yok! İddianameler hezeyan! İnsan hakkı ihlalleri ayyuka çıkmış halde. Savunma çökmüş durumda. Tutacak avukat yok. Baronun atadığı avukatlar bile davalardan kaçıyor. Yüksek yargı, Saray’ın çizgisinden çıkmıyor. Tüketilecek iç hukuk dahi yok. Bu durumdaki bir ülkede hukuken yapacak hiçbir şey yoktur. Ve böyle bir ülkede yargı kararlarının, kolluk gücü marifetiyle yapılan uygulamalarının tamamı yok hükmündedir. İşine gelen kararı kullanıp işine gelmeyeni lanetleyemezsin! Ne çare, ta en başından beri böyle yapılıyor.
ÇİFTE STANDART DEĞİL BU!
Misal… Kendileri veya arkadaşları hakkındaki soruşturmalar için, “İddialar asılsız, hukuken tuhaf, deli saçması. Avukatlardan saklanan dosya, yandaş medyaya sızdırılmış” gibi yayınlar yapanlar… Başka bir dosyada, aynı mahkeme veya savcının kendi muhabirlerine sızdırdığı ile hüküm verebiliyor. Yığınla örnek veririm. Yine misal; Havuz’un amiral gemisi Sabah’ın yalan haberlerine protesto eyleminden canlı yayına geçenler, iki haber sonra aynı Sabah’a üflenen bir haberle linç yapabiliyor! İşine geleni alıyor kullanıyor, işine gelmeyene bakmadığı gibi, bilakis onu çürütmek için elinden geleni ardına koymuyor. Eskiden “çifte standart” denirdi. Çok naif kalır. Çifte standart değil alçaklık, tetikçilik bu!
PABUCUMUN GAZETECİLERİ
Bizim mahalle, resmi linç bültenine dönen Anadolu Ajansı’ndan hiç hazzetmez. Aynı ajansın kendileri için geçtiği bültenleri görmezden gelip söz konusu hedef hasımlar olunca aynen “copy-paste” basıyorlar, kelimeleri dahi değiştirmeden… Gazetecilik sizlere ömür, cevap hakkı diye bir şey şok, tarafların görüşleri alınmamış, savcıdan canlı yayın yapılırken savunma yok sayılmış, hangi birini anlatayım. Eskiden haberin önüne arkasına “iddiaya göre” ibaresi konurdu, tedavülden kalkalı çok oldu. Yüz binlerce insanı itham eden haberleri geldiği gibi koyuyorlar, öyle de kalıyor. Yapılan açıklamalar, attıkları çamuru temizleyemiyor, zaten algıya oynuyorlar, velev ki cevabınızı yayımlasalar bile, oluşturulan algıyı düzeltemiyorsunuz.
Kimse anlatmasın. Bu yolun taşları 2013’ten itibaren özenle döşendi. İtiraz etmesi gerekenler boynunu büküp biat ettiği için bugünlere geldik. Gelecek hafta, Gezi olaylarının dördüncü yıldönümü, düşünebiliyor musunuz. Dört koca yıl geçmiş! Şunu sorabilirsiniz: Peki çıkış nerede? Üzgünüm, çıkışlar geçileli çok oldu. İmkân yoksa ihtimal de olmaz. 15 Temmuz’da “devlet elden gidiyordu” propagandasıyla devlet Saray’ın eline geçti. Karşı darbe tamamlandı. On binlerce tutuklu, yüz binlerce tutsak, milyonları bulan mağdur vatandaş. Anayasa da değişti, geçmiş olsun. Herkesin pozisyonu veya itibarı, bir geceyarısı kararnamesine bakıyor. Tek çıkış, toplumsal itiraz. Tek umut, halkın “yeter artık” demesi. Tek çare, içi yasalarla boşaltılan “milli irade”. Egemenlerin en büyük korkusu da bu zaten. Onun için artık eylemleri yola çıkmadan niyet okuma yöntemiyle bastırıyorlar.
NURAY MERT’E KULAK VERELİM
“Bu şartlar altında yeni düzenin parçası olmayı reddedenleri bekleyen, en iyi ihtimalle kendi ülkesinde ‘sürgün’ olarak yaşamak. Doğrusu, ne ‘dilsiz şeytan’ olmayı sindirecek, ne de başka diyarlarda hayat hayal edecek biriyim, o nedenle ben kendimi kendi ülkemde sürgün olmaya çoktan hazırladım, Allah mahcup etmesin.”
Nuray Mert, 22 Mayıs pazartesi günü Cumhuriyet’te böyle yazdı. Yabancı bir ülkede sürgünü pek çoğu yaşıyor. Kendi ülkesine yabancılaşanların düştüğü sürgün hali ise ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Nicesi kendi ülkesinde sürgün, nicesi tutsak, nicesi mahkûm, nicesi hain, nicesi parya! Sabır, azami sabır dönemi. Zaman çözecek, zamanla çözülecek, başka yol görünmüyor.
[TARIK TOROS-TR724.COM]
5 Nisan’da sıralı tweet atmıştım. Şimdi yeri geldi, onu hatırlatarak başlayalım:
Hoca Nasreddin, komşusundan kazan ödünç alır. İade ederken içine tencere koyup öyle verir, “Senin kazan doğurdu” der. Komşusu mesut, alır tabi. Gel zaman git zaman. Yine ihtiyaç olur, Hoca Nasreddin bir kez daha komşusundan kazanı ister. Aradan zaman geçer, iade etmez. Komşu sorar, “Ne oldu bizim kazan?” Hoca Nasreddin istifini bozmadan “Sorma komşu senin kazan öldü” der. Komşu itiraz eder, “Hocam etme hiç kazan ölür mü?” Hoca cevabı yapıştırır tabi, “doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?” (Kıssadan hisse, ByLock tantanasını en iyi bu anlatıyor.)
DOĞURDUĞUNA İNANIYORSUN DA…
Bizim medya mahallesine göre “Sözcü tayfası, Cumhuriyetçiler ByLockçularla irtibatlı” suçlaması saçma. Bre erenler, kazanın doğurduğuna inanıyorsunuz da öldüğüne niye inanmıyorsunuz? Yüz binler, ByLock fişlemesi ile linç edilir, insan hakları ve hukuk hiçe sayılırken seyredenlerin… Ucu kendine dokununca feryadı, ibretlik! Güya savunurken “Sizde de şu kadar ByLockçu var” diye lafa girileceğine, altı boş olan ByLock’a itiraz edilmediği için daha çok can yanacak!
TÜKETİLECEK HUKUK KALMADI
Ülkede yargı ölmüştür. Üstat hukukçular kaç yıldır yasını tutuyor. Mahkeme yok, hâkim-savcı yok! İddianameler hezeyan! İnsan hakkı ihlalleri ayyuka çıkmış halde. Savunma çökmüş durumda. Tutacak avukat yok. Baronun atadığı avukatlar bile davalardan kaçıyor. Yüksek yargı, Saray’ın çizgisinden çıkmıyor. Tüketilecek iç hukuk dahi yok. Bu durumdaki bir ülkede hukuken yapacak hiçbir şey yoktur. Ve böyle bir ülkede yargı kararlarının, kolluk gücü marifetiyle yapılan uygulamalarının tamamı yok hükmündedir. İşine gelen kararı kullanıp işine gelmeyeni lanetleyemezsin! Ne çare, ta en başından beri böyle yapılıyor.
ÇİFTE STANDART DEĞİL BU!
Misal… Kendileri veya arkadaşları hakkındaki soruşturmalar için, “İddialar asılsız, hukuken tuhaf, deli saçması. Avukatlardan saklanan dosya, yandaş medyaya sızdırılmış” gibi yayınlar yapanlar… Başka bir dosyada, aynı mahkeme veya savcının kendi muhabirlerine sızdırdığı ile hüküm verebiliyor. Yığınla örnek veririm. Yine misal; Havuz’un amiral gemisi Sabah’ın yalan haberlerine protesto eyleminden canlı yayına geçenler, iki haber sonra aynı Sabah’a üflenen bir haberle linç yapabiliyor! İşine geleni alıyor kullanıyor, işine gelmeyene bakmadığı gibi, bilakis onu çürütmek için elinden geleni ardına koymuyor. Eskiden “çifte standart” denirdi. Çok naif kalır. Çifte standart değil alçaklık, tetikçilik bu!
PABUCUMUN GAZETECİLERİ
Bizim mahalle, resmi linç bültenine dönen Anadolu Ajansı’ndan hiç hazzetmez. Aynı ajansın kendileri için geçtiği bültenleri görmezden gelip söz konusu hedef hasımlar olunca aynen “copy-paste” basıyorlar, kelimeleri dahi değiştirmeden… Gazetecilik sizlere ömür, cevap hakkı diye bir şey şok, tarafların görüşleri alınmamış, savcıdan canlı yayın yapılırken savunma yok sayılmış, hangi birini anlatayım. Eskiden haberin önüne arkasına “iddiaya göre” ibaresi konurdu, tedavülden kalkalı çok oldu. Yüz binlerce insanı itham eden haberleri geldiği gibi koyuyorlar, öyle de kalıyor. Yapılan açıklamalar, attıkları çamuru temizleyemiyor, zaten algıya oynuyorlar, velev ki cevabınızı yayımlasalar bile, oluşturulan algıyı düzeltemiyorsunuz.
Kimse anlatmasın. Bu yolun taşları 2013’ten itibaren özenle döşendi. İtiraz etmesi gerekenler boynunu büküp biat ettiği için bugünlere geldik. Gelecek hafta, Gezi olaylarının dördüncü yıldönümü, düşünebiliyor musunuz. Dört koca yıl geçmiş! Şunu sorabilirsiniz: Peki çıkış nerede? Üzgünüm, çıkışlar geçileli çok oldu. İmkân yoksa ihtimal de olmaz. 15 Temmuz’da “devlet elden gidiyordu” propagandasıyla devlet Saray’ın eline geçti. Karşı darbe tamamlandı. On binlerce tutuklu, yüz binlerce tutsak, milyonları bulan mağdur vatandaş. Anayasa da değişti, geçmiş olsun. Herkesin pozisyonu veya itibarı, bir geceyarısı kararnamesine bakıyor. Tek çıkış, toplumsal itiraz. Tek umut, halkın “yeter artık” demesi. Tek çare, içi yasalarla boşaltılan “milli irade”. Egemenlerin en büyük korkusu da bu zaten. Onun için artık eylemleri yola çıkmadan niyet okuma yöntemiyle bastırıyorlar.
NURAY MERT’E KULAK VERELİM
“Bu şartlar altında yeni düzenin parçası olmayı reddedenleri bekleyen, en iyi ihtimalle kendi ülkesinde ‘sürgün’ olarak yaşamak. Doğrusu, ne ‘dilsiz şeytan’ olmayı sindirecek, ne de başka diyarlarda hayat hayal edecek biriyim, o nedenle ben kendimi kendi ülkemde sürgün olmaya çoktan hazırladım, Allah mahcup etmesin.”
Nuray Mert, 22 Mayıs pazartesi günü Cumhuriyet’te böyle yazdı. Yabancı bir ülkede sürgünü pek çoğu yaşıyor. Kendi ülkesine yabancılaşanların düştüğü sürgün hali ise ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Nicesi kendi ülkesinde sürgün, nicesi tutsak, nicesi mahkûm, nicesi hain, nicesi parya! Sabır, azami sabır dönemi. Zaman çözecek, zamanla çözülecek, başka yol görünmüyor.
[TARIK TOROS-TR724.COM]
5 Nisan’da sıralı tweet atmıştım. Şimdi yeri geldi, onu hatırlatarak başlayalım:
Hoca Nasreddin, komşusundan kazan ödünç alır. İade ederken içine tencere koyup öyle verir, “Senin kazan doğurdu” der. Komşusu mesut, alır tabi. Gel zaman git zaman. Yine ihtiyaç olur, Hoca Nasreddin bir kez daha komşusundan kazanı ister. Aradan zaman geçer, iade etmez. Komşu sorar, “Ne oldu bizim kazan?” Hoca Nasreddin istifini bozmadan “Sorma komşu senin kazan öldü” der. Komşu itiraz eder, “Hocam etme hiç kazan ölür mü?” Hoca cevabı yapıştırır tabi, “doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?” (Kıssadan hisse, ByLock tantanasını en iyi bu anlatıyor.)
DOĞURDUĞUNA İNANIYORSUN DA…
Bizim medya mahallesine göre “Sözcü tayfası, Cumhuriyetçiler ByLockçularla irtibatlı” suçlaması saçma. Bre erenler, kazanın doğurduğuna inanıyorsunuz da öldüğüne niye inanmıyorsunuz? Yüz binler, ByLock fişlemesi ile linç edilir, insan hakları ve hukuk hiçe sayılırken seyredenlerin… Ucu kendine dokununca feryadı, ibretlik! Güya savunurken “Sizde de şu kadar ByLockçu var” diye lafa girileceğine, altı boş olan ByLock’a itiraz edilmediği için daha çok can yanacak!
TÜKETİLECEK HUKUK KALMADI
Ülkede yargı ölmüştür. Üstat hukukçular kaç yıldır yasını tutuyor. Mahkeme yok, hâkim-savcı yok! İddianameler hezeyan! İnsan hakkı ihlalleri ayyuka çıkmış halde. Savunma çökmüş durumda. Tutacak avukat yok. Baronun atadığı avukatlar bile davalardan kaçıyor. Yüksek yargı, Saray’ın çizgisinden çıkmıyor. Tüketilecek iç hukuk dahi yok. Bu durumdaki bir ülkede hukuken yapacak hiçbir şey yoktur. Ve böyle bir ülkede yargı kararlarının, kolluk gücü marifetiyle yapılan uygulamalarının tamamı yok hükmündedir. İşine gelen kararı kullanıp işine gelmeyeni lanetleyemezsin! Ne çare, ta en başından beri böyle yapılıyor.
ÇİFTE STANDART DEĞİL BU!
Misal… Kendileri veya arkadaşları hakkındaki soruşturmalar için, “İddialar asılsız, hukuken tuhaf, deli saçması. Avukatlardan saklanan dosya, yandaş medyaya sızdırılmış” gibi yayınlar yapanlar… Başka bir dosyada, aynı mahkeme veya savcının kendi muhabirlerine sızdırdığı ile hüküm verebiliyor. Yığınla örnek veririm. Yine misal; Havuz’un amiral gemisi Sabah’ın yalan haberlerine protesto eyleminden canlı yayına geçenler, iki haber sonra aynı Sabah’a üflenen bir haberle linç yapabiliyor! İşine geleni alıyor kullanıyor, işine gelmeyene bakmadığı gibi, bilakis onu çürütmek için elinden geleni ardına koymuyor. Eskiden “çifte standart” denirdi. Çok naif kalır. Çifte standart değil alçaklık, tetikçilik bu!
PABUCUMUN GAZETECİLERİ
Bizim mahalle, resmi linç bültenine dönen Anadolu Ajansı’ndan hiç hazzetmez. Aynı ajansın kendileri için geçtiği bültenleri görmezden gelip söz konusu hedef hasımlar olunca aynen “copy-paste” basıyorlar, kelimeleri dahi değiştirmeden… Gazetecilik sizlere ömür, cevap hakkı diye bir şey şok, tarafların görüşleri alınmamış, savcıdan canlı yayın yapılırken savunma yok sayılmış, hangi birini anlatayım. Eskiden haberin önüne arkasına “iddiaya göre” ibaresi konurdu, tedavülden kalkalı çok oldu. Yüz binlerce insanı itham eden haberleri geldiği gibi koyuyorlar, öyle de kalıyor. Yapılan açıklamalar, attıkları çamuru temizleyemiyor, zaten algıya oynuyorlar, velev ki cevabınızı yayımlasalar bile, oluşturulan algıyı düzeltemiyorsunuz.
Kimse anlatmasın. Bu yolun taşları 2013’ten itibaren özenle döşendi. İtiraz etmesi gerekenler boynunu büküp biat ettiği için bugünlere geldik. Gelecek hafta, Gezi olaylarının dördüncü yıldönümü, düşünebiliyor musunuz. Dört koca yıl geçmiş! Şunu sorabilirsiniz: Peki çıkış nerede? Üzgünüm, çıkışlar geçileli çok oldu. İmkân yoksa ihtimal de olmaz. 15 Temmuz’da “devlet elden gidiyordu” propagandasıyla devlet Saray’ın eline geçti. Karşı darbe tamamlandı. On binlerce tutuklu, yüz binlerce tutsak, milyonları bulan mağdur vatandaş. Anayasa da değişti, geçmiş olsun. Herkesin pozisyonu veya itibarı, bir geceyarısı kararnamesine bakıyor. Tek çıkış, toplumsal itiraz. Tek umut, halkın “yeter artık” demesi. Tek çare, içi yasalarla boşaltılan “milli irade”. Egemenlerin en büyük korkusu da bu zaten. Onun için artık eylemleri yola çıkmadan niyet okuma yöntemiyle bastırıyorlar.
NURAY MERT’E KULAK VERELİM
“Bu şartlar altında yeni düzenin parçası olmayı reddedenleri bekleyen, en iyi ihtimalle kendi ülkesinde ‘sürgün’ olarak yaşamak. Doğrusu, ne ‘dilsiz şeytan’ olmayı sindirecek, ne de başka diyarlarda hayat hayal edecek biriyim, o nedenle ben kendimi kendi ülkemde sürgün olmaya çoktan hazırladım, Allah mahcup etmesin.”
Nuray Mert, 22 Mayıs pazartesi günü Cumhuriyet’te böyle yazdı. Yabancı bir ülkede sürgünü pek çoğu yaşıyor. Kendi ülkesine yabancılaşanların düştüğü sürgün hali ise ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Nicesi kendi ülkesinde sürgün, nicesi tutsak, nicesi mahkûm, nicesi hain, nicesi parya! Sabır, azami sabır dönemi. Zaman çözecek, zamanla çözülecek, başka yol görünmüyor.