[NAZİF APAK-TR 724.COM]
Bilen de konuşuyor bilmeyen de. Bildiğini sananlar da somut olaylar/veriler yerine, algı çalışmalarının altında ezilip kalınca bir yanlış hüküm defalarca tekrar ediliyor. Örneğin ısrarla deniyor ki “Cemaat medyası iktidara çok yakındı ve bu angajman Cemaate zarar verdi.” Peki bu hüküm doğru mu? Hayır.
Öncelikle bilmek gerekiyor ki Cemaatin ve Cemaate destek veren medyanın iktidara destek verdiği konular, hemen her kesimin sıcak baktığı demokratik açılımlardı. AB raporlarına bir de bu gözle bakın. Atılan demokratik adımlar nedeniyle Türkiye’deki vesayet sistemini sona erdirileceğini, daha özgürlükçü ve şeffaf bir yönetim anlayışının ortaya çıkacağı düşünülmüştü. Somut gelişmeler de (AB uyum yasaları bunun en iyi örneğidir) Türkiye’nin daha katılımcı bir demokrasiye doğru mesafe aldığını gösteriyordu. Liberallerin, demokratların, sosyal demokratların, muhafazakârların vs. desteklediği bu yolda cemaatin desteği de ayni maksada matuf idi. AKP iktidarının ilkeler ve icraatlar doğrultusunda aldığı destek, sadece Cemaate mahsus değildi. Yanlış da değildi…
Gelelim asıl konuya.
Önce temel kural: Bir medya kuruluşunun siyasetle girdiği yakın ilişkinin iki ağır faturası vardır: 1- Lehte yayın yapmanın mükâfatı olarak ihaleler alınır, kıyaklardan faydalanılır, kişisel ve kurumsal menfaatler temin edilir, vergi borçları silinir vs. 2- Siyasi irade, iktidara yakın duran medyadan sürekli kelle ister. Hoşa gitmeyen yazı ve yorumlarda bulunan kişilerin cezalandırılması istenir. Borazan medya da bu taleplere boyun eğer…
HÜRRİYET’E GİDEN VERGİ MÜFETTİŞLERİ ZAMAN’A DA GELDİ
Zaman Gazetesi üzerinden çok net bir bilgi paylaşıyorum: İktidara en yakın göründüğü günlerde bile Zaman en küçük bir menfaat temin etmedi. Onca talebe rağmen tek bir muhabirini bile iktidara feda etmedi. Tek bir muhabirini bile! Bu iki konuya dair birkaç örnek vereyim siz de vicdanlarınıza sorun: İktidara destek verildiği dönemde bile ortaya konan onurlu duruşun tarihi bir değer taşımadığını mı sanıyorsunuz?
Demokratik adımların atıldığı ve bu nedenle iktidara destek verildiği günlerde Zaman Gazetesi’nde geniş bir vergi incelemesi yapıldığını biliyor musunuz? Zaman’da belli düzeyde yöneticilik yapan kişilerin tamamı bilir ki o günlerde vergi kontrolörleri hışımla girdiler gazeteye. Aynı vergi kontrolörleri Doğan Grubu’na gittiğinde yeri gök inletmişti ama Zaman’ı duyan olmadı; çünkü Zaman yönetiminin maliyecilere şöyle dediğini ilk ağızdan dinledim: “İyi ki geldiniz, biz zaten her işimizi yasalara uygun yapıyoruz ama farkında olmadığımız bir yanlış uygulama varsa onu tespit etmeniz bizim için çok faydalı olacaktır.”
Bütün mali dokümanların dijital kopyalarını aldıkları halde, gazete binasının içinde bir oda kapatılır istedikleri evrakların hepsi önlerine yığılır. Aylarca devam eden bir denetim başlar. Aslında beklenir ki gazete yöneticileri siyasi iktidara gidip ricalarda bulunsun, kendilerinin himaye edilmesini talep etsin. Gazete dimdik durur ve hiç kimseye (o gün en yakın oldukları siyasi lidere ve etrafına) durumu nakletmez. Onların bilgisi olmadan bu kadar ağır bir denetimin yapılamayacağı aşikârdı ama hiç kimseye boyun eğmedi gazete. İyi de etti. Eğer o gün eğilip bükülse, kurumsal ya da kişisel bir eziklik içinde ricacı olunsaydı Maliye, denetimi durdurabilirdi; ama Zaman, sonraki yıllarda gürül gürül konuşamazdı.
YAY-SAT’TAN ÇIKILSIN DİYE 3 KEZ ERDOĞAN RİCACI OLDU
Sadece mali denetim mi? Hayır. Zaman binasında çalışan bir arkadaş anlattı. Yine o günlerde ‘kaçak işçi çalıştırıldığı ihbarı var’ bahanesiyle sigorta müfettişleri gazeteye baskın yapmış. Yayın katlarına dağılmışlar tek tek gazetecilerin kimliklerini topluyorlar. Tabi ortada hiçbir usulsüzlük yok; ama ani baskın düzenleyerek gelmenin ve kapıları kapattırıp terör estirmenin bir manası vardı. İlişkilerin iyi olduğu o günlerde isteniyordu ki gazete yönetimi siyasetten bir şeyler talep etsin. Etmediler. İyi ki de etmediler. Yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet belgeleri ortaya çıktığında, demokratik süreç çöpe atıldığında dimdik durabilmek için hiç eğilmemek, bükülmemek, mazideki bir korunma ile gebe kalmamak gerekiyordu…
Kesin bir bilgiyi iki ayrı kanaldan teyit ederek naklediyorum: Zaman’ın dağıtımı, Doğan Grubu’na ait olan Yay-Sat aracılığı ile yapılıyordu. Doğan Grubu’nun üzerine hışımla gidildiği günlerde Erdoğan, Zaman’ın Yay-Sat’tan çıkmasını, Turkuaz Dağıtım’a geçmesini istedi. Gelecek itirazlara makul bir gerekçe de vardı ortada. Zaman’ın imtiyaz sahibi Ali Akbulut ile Turkuaz Grubu’nun sahibi Ahmet Çalık arasında akrabalık bağı bulunuyordu. Aslında konu Zaman’ın daha verimli bir dağıtım şirketi ile ortak iş yapması değil; Doğan Grubu’nun yalnızlaştırılması ve çökertilmesi idi. O gün Zaman’ın tirajı çok yüksekti ve dağıtım dengesinde hangi kefeye geçse terazi oraya kayacaktı. Kendilerine en az üç defa Yay-Sat’tan ayrılma ricası bizzat Erdoğan tarafından iletilen Zaman yöneticileri ne demişti biliyor musunuz? “Bu grupla herkesin bir sorunu var; ancak adamların kapısına vergi memurları yığılmışken ve çerden çöpten bahanelerle çok büyük cezalar kesilirken dağıtım şirketini değiştirmemiz ahlaki de olmaz doğru da bulunmaz; kusura bakmayın…”
Bu mevzuun detayını Doğan Grubu’nun o günkü yöneticilerinden dinledim. Arkasında geniş bir seçmen kitlesi olan bir siyasi liderin açıkça ve ısrarla medyaya ayar vermesi aslında bir suçtu. Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz Yüce Divan’da buna benzer bir medya müdahalesinden dolayı yargılanmıştı. Zaman’ın bu ısrarlı baskıya direnmesi için (ahlaki sebepler hariç) herhangi bir neden yoktu. Dahası, benzer bir talep Doğan Grubuna yapılsa ve Zaman yalnızlaştırılmak istenseydi aynı demokratik ve şerefli direnişi Aydın Bey’in ekibi yapar mıydı? Grubun o günkü yöneticisi acı bir gülümseme ile bana “hayır” dedi. Zaten bugünlerde Doğan Grubu’nun en az havuz medyası kadar vahşi metotlarla nasıl cemaat düşmanlığı yaptığı ortada.
TAŞRADAKİ MUHABİR BİLE FEDA EDİLMEDİ
Meselelerin iç yüzünü bilemeden “Siyasetle yakın ilişki içindeydi” diye eleştirilen ve “Cemaat medyası” tamlaması ile kurulan cümleler gerçek bilgiye dayanmıyor. Gazetenin yol gösterici bir üslupla yaptığı sağlam muhalefet bilinmiyor. Zaman’ın müspet muhalif yaklaşımlarından iktidar daima rahatsız oldu ama Zaman bir adım geriye gitmedi. Mesele demokratik taydan çıkınca yollar iyice ayrıldı. O gün yanlışa “evet” deseydi, haksızlığa, yolsuzluğa razı olsaydı bugün hala el üstünde tutuluyor olacaktı.
Bir de yazarların, muhabirlerin kellesinin istenmesi karşısında ortaya konan yiğit bir tavır söz konusu. Bir dönem muhalif-yandaş farkı gözetmeksizin her medya grubundan kelleler istendi ve herkes de çalışanını giyotine bizzat kendisi teslim etti. Zaman bir istisnadır. Tek bir adam dahi feda edilmez mi! Edilmedi. Üstelik o günlerde ilişkiler çok iyi görünüyordu. Bir gün kimlerin kellesi ne sebepten dolayı istendi, Zaman o taleplere nasıl asil bir duruşla cevap verdi, anlatırım. Ne var ki vereceğim isimlerin çoğu ya maznun, ya mahpus, ya sürgün. Onlara zarar gelmesin diye ayrıntıya girmiyorum burada; ancak bir gün bilinmeyen medya tarihi yazılırken bu fasla geri dönme sözü verebilirim.
Bugün söyleyeceğim tek şey var: Zaman hiçbir çalışanının tırnağına taş değmesine izin vermedi, iktidara feda etmedi. Buyurun size en güncel örnek. Başakşehir futbolcuları Havuz Medyasının Rize Muhabirini barbarca dövdü. Saray medya grubunun havuz başı tetikçisi ne yaptı? Muhabirini İstanbul’a çağırdı, zorla barıştırdı. Muhabirin bir kıymeti kaldı mı? Yediği sopa yanına kâr kaldı… Benzer bir olay geçmişte Isparta Belediye Başkanı ile Zaman muhabiri arasında yaşanmış, başkan planlı şekilde gazete çalışanını tartaklamıştı. Zaman öyle sahip çıktı ki muhabirine, barışmak için Isparta’dan kalkıp Zaman binasına kadar gelen belediye başkanı dış kapıdan içeri dahi giremedi. Araya konan hatırlı insanlar bile “Bizim muhabirimizi döven hepimizi dövmüş demektir; asla buraya gelemez” deyip kovuldu.
En ücra köşedeki muhabirinden en meşhur yazarına kadar hiç kimseyi feda etmemiş bir medya grubuna ve onu destekleyen kitlelere “Siyasetle çok iç içe girdi; yanlış oldu” onurlu bir duruş sergileyen insanların hakkına hukukuna tecavüz anlamına gelmiyor mu? Meselelerin perde arkasını anlamak için biraz daha sabretmek, o karanlıkları aydınlatacak hatıraları beklemek gerekiyor…
[NAZİF APAK-TR 724.COM]
Bilen de konuşuyor bilmeyen de. Bildiğini sananlar da somut olaylar/veriler yerine, algı çalışmalarının altında ezilip kalınca bir yanlış hüküm defalarca tekrar ediliyor. Örneğin ısrarla deniyor ki “Cemaat medyası iktidara çok yakındı ve bu angajman Cemaate zarar verdi.” Peki bu hüküm doğru mu? Hayır.
Öncelikle bilmek gerekiyor ki Cemaatin ve Cemaate destek veren medyanın iktidara destek verdiği konular, hemen her kesimin sıcak baktığı demokratik açılımlardı. AB raporlarına bir de bu gözle bakın. Atılan demokratik adımlar nedeniyle Türkiye’deki vesayet sistemini sona erdirileceğini, daha özgürlükçü ve şeffaf bir yönetim anlayışının ortaya çıkacağı düşünülmüştü. Somut gelişmeler de (AB uyum yasaları bunun en iyi örneğidir) Türkiye’nin daha katılımcı bir demokrasiye doğru mesafe aldığını gösteriyordu. Liberallerin, demokratların, sosyal demokratların, muhafazakârların vs. desteklediği bu yolda cemaatin desteği de ayni maksada matuf idi. AKP iktidarının ilkeler ve icraatlar doğrultusunda aldığı destek, sadece Cemaate mahsus değildi. Yanlış da değildi…
Gelelim asıl konuya.
Önce temel kural: Bir medya kuruluşunun siyasetle girdiği yakın ilişkinin iki ağır faturası vardır: 1- Lehte yayın yapmanın mükâfatı olarak ihaleler alınır, kıyaklardan faydalanılır, kişisel ve kurumsal menfaatler temin edilir, vergi borçları silinir vs. 2- Siyasi irade, iktidara yakın duran medyadan sürekli kelle ister. Hoşa gitmeyen yazı ve yorumlarda bulunan kişilerin cezalandırılması istenir. Borazan medya da bu taleplere boyun eğer…
HÜRRİYET’E GİDEN VERGİ MÜFETTİŞLERİ ZAMAN’A DA GELDİ
Zaman Gazetesi üzerinden çok net bir bilgi paylaşıyorum: İktidara en yakın göründüğü günlerde bile Zaman en küçük bir menfaat temin etmedi. Onca talebe rağmen tek bir muhabirini bile iktidara feda etmedi. Tek bir muhabirini bile! Bu iki konuya dair birkaç örnek vereyim siz de vicdanlarınıza sorun: İktidara destek verildiği dönemde bile ortaya konan onurlu duruşun tarihi bir değer taşımadığını mı sanıyorsunuz?
Demokratik adımların atıldığı ve bu nedenle iktidara destek verildiği günlerde Zaman Gazetesi’nde geniş bir vergi incelemesi yapıldığını biliyor musunuz? Zaman’da belli düzeyde yöneticilik yapan kişilerin tamamı bilir ki o günlerde vergi kontrolörleri hışımla girdiler gazeteye. Aynı vergi kontrolörleri Doğan Grubu’na gittiğinde yeri gök inletmişti ama Zaman’ı duyan olmadı; çünkü Zaman yönetiminin maliyecilere şöyle dediğini ilk ağızdan dinledim: “İyi ki geldiniz, biz zaten her işimizi yasalara uygun yapıyoruz ama farkında olmadığımız bir yanlış uygulama varsa onu tespit etmeniz bizim için çok faydalı olacaktır.”
Bütün mali dokümanların dijital kopyalarını aldıkları halde, gazete binasının içinde bir oda kapatılır istedikleri evrakların hepsi önlerine yığılır. Aylarca devam eden bir denetim başlar. Aslında beklenir ki gazete yöneticileri siyasi iktidara gidip ricalarda bulunsun, kendilerinin himaye edilmesini talep etsin. Gazete dimdik durur ve hiç kimseye (o gün en yakın oldukları siyasi lidere ve etrafına) durumu nakletmez. Onların bilgisi olmadan bu kadar ağır bir denetimin yapılamayacağı aşikârdı ama hiç kimseye boyun eğmedi gazete. İyi de etti. Eğer o gün eğilip bükülse, kurumsal ya da kişisel bir eziklik içinde ricacı olunsaydı Maliye, denetimi durdurabilirdi; ama Zaman, sonraki yıllarda gürül gürül konuşamazdı.
YAY-SAT’TAN ÇIKILSIN DİYE 3 KEZ ERDOĞAN RİCACI OLDU
Sadece mali denetim mi? Hayır. Zaman binasında çalışan bir arkadaş anlattı. Yine o günlerde ‘kaçak işçi çalıştırıldığı ihbarı var’ bahanesiyle sigorta müfettişleri gazeteye baskın yapmış. Yayın katlarına dağılmışlar tek tek gazetecilerin kimliklerini topluyorlar. Tabi ortada hiçbir usulsüzlük yok; ama ani baskın düzenleyerek gelmenin ve kapıları kapattırıp terör estirmenin bir manası vardı. İlişkilerin iyi olduğu o günlerde isteniyordu ki gazete yönetimi siyasetten bir şeyler talep etsin. Etmediler. İyi ki de etmediler. Yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet belgeleri ortaya çıktığında, demokratik süreç çöpe atıldığında dimdik durabilmek için hiç eğilmemek, bükülmemek, mazideki bir korunma ile gebe kalmamak gerekiyordu…
Kesin bir bilgiyi iki ayrı kanaldan teyit ederek naklediyorum: Zaman’ın dağıtımı, Doğan Grubu’na ait olan Yay-Sat aracılığı ile yapılıyordu. Doğan Grubu’nun üzerine hışımla gidildiği günlerde Erdoğan, Zaman’ın Yay-Sat’tan çıkmasını, Turkuaz Dağıtım’a geçmesini istedi. Gelecek itirazlara makul bir gerekçe de vardı ortada. Zaman’ın imtiyaz sahibi Ali Akbulut ile Turkuaz Grubu’nun sahibi Ahmet Çalık arasında akrabalık bağı bulunuyordu. Aslında konu Zaman’ın daha verimli bir dağıtım şirketi ile ortak iş yapması değil; Doğan Grubu’nun yalnızlaştırılması ve çökertilmesi idi. O gün Zaman’ın tirajı çok yüksekti ve dağıtım dengesinde hangi kefeye geçse terazi oraya kayacaktı. Kendilerine en az üç defa Yay-Sat’tan ayrılma ricası bizzat Erdoğan tarafından iletilen Zaman yöneticileri ne demişti biliyor musunuz? “Bu grupla herkesin bir sorunu var; ancak adamların kapısına vergi memurları yığılmışken ve çerden çöpten bahanelerle çok büyük cezalar kesilirken dağıtım şirketini değiştirmemiz ahlaki de olmaz doğru da bulunmaz; kusura bakmayın…”
Bu mevzuun detayını Doğan Grubu’nun o günkü yöneticilerinden dinledim. Arkasında geniş bir seçmen kitlesi olan bir siyasi liderin açıkça ve ısrarla medyaya ayar vermesi aslında bir suçtu. Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz Yüce Divan’da buna benzer bir medya müdahalesinden dolayı yargılanmıştı. Zaman’ın bu ısrarlı baskıya direnmesi için (ahlaki sebepler hariç) herhangi bir neden yoktu. Dahası, benzer bir talep Doğan Grubuna yapılsa ve Zaman yalnızlaştırılmak istenseydi aynı demokratik ve şerefli direnişi Aydın Bey’in ekibi yapar mıydı? Grubun o günkü yöneticisi acı bir gülümseme ile bana “hayır” dedi. Zaten bugünlerde Doğan Grubu’nun en az havuz medyası kadar vahşi metotlarla nasıl cemaat düşmanlığı yaptığı ortada.
TAŞRADAKİ MUHABİR BİLE FEDA EDİLMEDİ
Meselelerin iç yüzünü bilemeden “Siyasetle yakın ilişki içindeydi” diye eleştirilen ve “Cemaat medyası” tamlaması ile kurulan cümleler gerçek bilgiye dayanmıyor. Gazetenin yol gösterici bir üslupla yaptığı sağlam muhalefet bilinmiyor. Zaman’ın müspet muhalif yaklaşımlarından iktidar daima rahatsız oldu ama Zaman bir adım geriye gitmedi. Mesele demokratik taydan çıkınca yollar iyice ayrıldı. O gün yanlışa “evet” deseydi, haksızlığa, yolsuzluğa razı olsaydı bugün hala el üstünde tutuluyor olacaktı.
Bir de yazarların, muhabirlerin kellesinin istenmesi karşısında ortaya konan yiğit bir tavır söz konusu. Bir dönem muhalif-yandaş farkı gözetmeksizin her medya grubundan kelleler istendi ve herkes de çalışanını giyotine bizzat kendisi teslim etti. Zaman bir istisnadır. Tek bir adam dahi feda edilmez mi! Edilmedi. Üstelik o günlerde ilişkiler çok iyi görünüyordu. Bir gün kimlerin kellesi ne sebepten dolayı istendi, Zaman o taleplere nasıl asil bir duruşla cevap verdi, anlatırım. Ne var ki vereceğim isimlerin çoğu ya maznun, ya mahpus, ya sürgün. Onlara zarar gelmesin diye ayrıntıya girmiyorum burada; ancak bir gün bilinmeyen medya tarihi yazılırken bu fasla geri dönme sözü verebilirim.
Bugün söyleyeceğim tek şey var: Zaman hiçbir çalışanının tırnağına taş değmesine izin vermedi, iktidara feda etmedi. Buyurun size en güncel örnek. Başakşehir futbolcuları Havuz Medyasının Rize Muhabirini barbarca dövdü. Saray medya grubunun havuz başı tetikçisi ne yaptı? Muhabirini İstanbul’a çağırdı, zorla barıştırdı. Muhabirin bir kıymeti kaldı mı? Yediği sopa yanına kâr kaldı… Benzer bir olay geçmişte Isparta Belediye Başkanı ile Zaman muhabiri arasında yaşanmış, başkan planlı şekilde gazete çalışanını tartaklamıştı. Zaman öyle sahip çıktı ki muhabirine, barışmak için Isparta’dan kalkıp Zaman binasına kadar gelen belediye başkanı dış kapıdan içeri dahi giremedi. Araya konan hatırlı insanlar bile “Bizim muhabirimizi döven hepimizi dövmüş demektir; asla buraya gelemez” deyip kovuldu.
En ücra köşedeki muhabirinden en meşhur yazarına kadar hiç kimseyi feda etmemiş bir medya grubuna ve onu destekleyen kitlelere “Siyasetle çok iç içe girdi; yanlış oldu” onurlu bir duruş sergileyen insanların hakkına hukukuna tecavüz anlamına gelmiyor mu? Meselelerin perde arkasını anlamak için biraz daha sabretmek, o karanlıkları aydınlatacak hatıraları beklemek gerekiyor…
[NAZİF APAK-TR 724.COM]
Bilen de konuşuyor bilmeyen de. Bildiğini sananlar da somut olaylar/veriler yerine, algı çalışmalarının altında ezilip kalınca bir yanlış hüküm defalarca tekrar ediliyor. Örneğin ısrarla deniyor ki “Cemaat medyası iktidara çok yakındı ve bu angajman Cemaate zarar verdi.” Peki bu hüküm doğru mu? Hayır.
Öncelikle bilmek gerekiyor ki Cemaatin ve Cemaate destek veren medyanın iktidara destek verdiği konular, hemen her kesimin sıcak baktığı demokratik açılımlardı. AB raporlarına bir de bu gözle bakın. Atılan demokratik adımlar nedeniyle Türkiye’deki vesayet sistemini sona erdirileceğini, daha özgürlükçü ve şeffaf bir yönetim anlayışının ortaya çıkacağı düşünülmüştü. Somut gelişmeler de (AB uyum yasaları bunun en iyi örneğidir) Türkiye’nin daha katılımcı bir demokrasiye doğru mesafe aldığını gösteriyordu. Liberallerin, demokratların, sosyal demokratların, muhafazakârların vs. desteklediği bu yolda cemaatin desteği de ayni maksada matuf idi. AKP iktidarının ilkeler ve icraatlar doğrultusunda aldığı destek, sadece Cemaate mahsus değildi. Yanlış da değildi…
Gelelim asıl konuya.
Önce temel kural: Bir medya kuruluşunun siyasetle girdiği yakın ilişkinin iki ağır faturası vardır: 1- Lehte yayın yapmanın mükâfatı olarak ihaleler alınır, kıyaklardan faydalanılır, kişisel ve kurumsal menfaatler temin edilir, vergi borçları silinir vs. 2- Siyasi irade, iktidara yakın duran medyadan sürekli kelle ister. Hoşa gitmeyen yazı ve yorumlarda bulunan kişilerin cezalandırılması istenir. Borazan medya da bu taleplere boyun eğer…
HÜRRİYET’E GİDEN VERGİ MÜFETTİŞLERİ ZAMAN’A DA GELDİ
Zaman Gazetesi üzerinden çok net bir bilgi paylaşıyorum: İktidara en yakın göründüğü günlerde bile Zaman en küçük bir menfaat temin etmedi. Onca talebe rağmen tek bir muhabirini bile iktidara feda etmedi. Tek bir muhabirini bile! Bu iki konuya dair birkaç örnek vereyim siz de vicdanlarınıza sorun: İktidara destek verildiği dönemde bile ortaya konan onurlu duruşun tarihi bir değer taşımadığını mı sanıyorsunuz?
Demokratik adımların atıldığı ve bu nedenle iktidara destek verildiği günlerde Zaman Gazetesi’nde geniş bir vergi incelemesi yapıldığını biliyor musunuz? Zaman’da belli düzeyde yöneticilik yapan kişilerin tamamı bilir ki o günlerde vergi kontrolörleri hışımla girdiler gazeteye. Aynı vergi kontrolörleri Doğan Grubu’na gittiğinde yeri gök inletmişti ama Zaman’ı duyan olmadı; çünkü Zaman yönetiminin maliyecilere şöyle dediğini ilk ağızdan dinledim: “İyi ki geldiniz, biz zaten her işimizi yasalara uygun yapıyoruz ama farkında olmadığımız bir yanlış uygulama varsa onu tespit etmeniz bizim için çok faydalı olacaktır.”
Bütün mali dokümanların dijital kopyalarını aldıkları halde, gazete binasının içinde bir oda kapatılır istedikleri evrakların hepsi önlerine yığılır. Aylarca devam eden bir denetim başlar. Aslında beklenir ki gazete yöneticileri siyasi iktidara gidip ricalarda bulunsun, kendilerinin himaye edilmesini talep etsin. Gazete dimdik durur ve hiç kimseye (o gün en yakın oldukları siyasi lidere ve etrafına) durumu nakletmez. Onların bilgisi olmadan bu kadar ağır bir denetimin yapılamayacağı aşikârdı ama hiç kimseye boyun eğmedi gazete. İyi de etti. Eğer o gün eğilip bükülse, kurumsal ya da kişisel bir eziklik içinde ricacı olunsaydı Maliye, denetimi durdurabilirdi; ama Zaman, sonraki yıllarda gürül gürül konuşamazdı.
YAY-SAT’TAN ÇIKILSIN DİYE 3 KEZ ERDOĞAN RİCACI OLDU
Sadece mali denetim mi? Hayır. Zaman binasında çalışan bir arkadaş anlattı. Yine o günlerde ‘kaçak işçi çalıştırıldığı ihbarı var’ bahanesiyle sigorta müfettişleri gazeteye baskın yapmış. Yayın katlarına dağılmışlar tek tek gazetecilerin kimliklerini topluyorlar. Tabi ortada hiçbir usulsüzlük yok; ama ani baskın düzenleyerek gelmenin ve kapıları kapattırıp terör estirmenin bir manası vardı. İlişkilerin iyi olduğu o günlerde isteniyordu ki gazete yönetimi siyasetten bir şeyler talep etsin. Etmediler. İyi ki de etmediler. Yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet belgeleri ortaya çıktığında, demokratik süreç çöpe atıldığında dimdik durabilmek için hiç eğilmemek, bükülmemek, mazideki bir korunma ile gebe kalmamak gerekiyordu…
Kesin bir bilgiyi iki ayrı kanaldan teyit ederek naklediyorum: Zaman’ın dağıtımı, Doğan Grubu’na ait olan Yay-Sat aracılığı ile yapılıyordu. Doğan Grubu’nun üzerine hışımla gidildiği günlerde Erdoğan, Zaman’ın Yay-Sat’tan çıkmasını, Turkuaz Dağıtım’a geçmesini istedi. Gelecek itirazlara makul bir gerekçe de vardı ortada. Zaman’ın imtiyaz sahibi Ali Akbulut ile Turkuaz Grubu’nun sahibi Ahmet Çalık arasında akrabalık bağı bulunuyordu. Aslında konu Zaman’ın daha verimli bir dağıtım şirketi ile ortak iş yapması değil; Doğan Grubu’nun yalnızlaştırılması ve çökertilmesi idi. O gün Zaman’ın tirajı çok yüksekti ve dağıtım dengesinde hangi kefeye geçse terazi oraya kayacaktı. Kendilerine en az üç defa Yay-Sat’tan ayrılma ricası bizzat Erdoğan tarafından iletilen Zaman yöneticileri ne demişti biliyor musunuz? “Bu grupla herkesin bir sorunu var; ancak adamların kapısına vergi memurları yığılmışken ve çerden çöpten bahanelerle çok büyük cezalar kesilirken dağıtım şirketini değiştirmemiz ahlaki de olmaz doğru da bulunmaz; kusura bakmayın…”
Bu mevzuun detayını Doğan Grubu’nun o günkü yöneticilerinden dinledim. Arkasında geniş bir seçmen kitlesi olan bir siyasi liderin açıkça ve ısrarla medyaya ayar vermesi aslında bir suçtu. Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz Yüce Divan’da buna benzer bir medya müdahalesinden dolayı yargılanmıştı. Zaman’ın bu ısrarlı baskıya direnmesi için (ahlaki sebepler hariç) herhangi bir neden yoktu. Dahası, benzer bir talep Doğan Grubuna yapılsa ve Zaman yalnızlaştırılmak istenseydi aynı demokratik ve şerefli direnişi Aydın Bey’in ekibi yapar mıydı? Grubun o günkü yöneticisi acı bir gülümseme ile bana “hayır” dedi. Zaten bugünlerde Doğan Grubu’nun en az havuz medyası kadar vahşi metotlarla nasıl cemaat düşmanlığı yaptığı ortada.
TAŞRADAKİ MUHABİR BİLE FEDA EDİLMEDİ
Meselelerin iç yüzünü bilemeden “Siyasetle yakın ilişki içindeydi” diye eleştirilen ve “Cemaat medyası” tamlaması ile kurulan cümleler gerçek bilgiye dayanmıyor. Gazetenin yol gösterici bir üslupla yaptığı sağlam muhalefet bilinmiyor. Zaman’ın müspet muhalif yaklaşımlarından iktidar daima rahatsız oldu ama Zaman bir adım geriye gitmedi. Mesele demokratik taydan çıkınca yollar iyice ayrıldı. O gün yanlışa “evet” deseydi, haksızlığa, yolsuzluğa razı olsaydı bugün hala el üstünde tutuluyor olacaktı.
Bir de yazarların, muhabirlerin kellesinin istenmesi karşısında ortaya konan yiğit bir tavır söz konusu. Bir dönem muhalif-yandaş farkı gözetmeksizin her medya grubundan kelleler istendi ve herkes de çalışanını giyotine bizzat kendisi teslim etti. Zaman bir istisnadır. Tek bir adam dahi feda edilmez mi! Edilmedi. Üstelik o günlerde ilişkiler çok iyi görünüyordu. Bir gün kimlerin kellesi ne sebepten dolayı istendi, Zaman o taleplere nasıl asil bir duruşla cevap verdi, anlatırım. Ne var ki vereceğim isimlerin çoğu ya maznun, ya mahpus, ya sürgün. Onlara zarar gelmesin diye ayrıntıya girmiyorum burada; ancak bir gün bilinmeyen medya tarihi yazılırken bu fasla geri dönme sözü verebilirim.
Bugün söyleyeceğim tek şey var: Zaman hiçbir çalışanının tırnağına taş değmesine izin vermedi, iktidara feda etmedi. Buyurun size en güncel örnek. Başakşehir futbolcuları Havuz Medyasının Rize Muhabirini barbarca dövdü. Saray medya grubunun havuz başı tetikçisi ne yaptı? Muhabirini İstanbul’a çağırdı, zorla barıştırdı. Muhabirin bir kıymeti kaldı mı? Yediği sopa yanına kâr kaldı… Benzer bir olay geçmişte Isparta Belediye Başkanı ile Zaman muhabiri arasında yaşanmış, başkan planlı şekilde gazete çalışanını tartaklamıştı. Zaman öyle sahip çıktı ki muhabirine, barışmak için Isparta’dan kalkıp Zaman binasına kadar gelen belediye başkanı dış kapıdan içeri dahi giremedi. Araya konan hatırlı insanlar bile “Bizim muhabirimizi döven hepimizi dövmüş demektir; asla buraya gelemez” deyip kovuldu.
En ücra köşedeki muhabirinden en meşhur yazarına kadar hiç kimseyi feda etmemiş bir medya grubuna ve onu destekleyen kitlelere “Siyasetle çok iç içe girdi; yanlış oldu” onurlu bir duruş sergileyen insanların hakkına hukukuna tecavüz anlamına gelmiyor mu? Meselelerin perde arkasını anlamak için biraz daha sabretmek, o karanlıkları aydınlatacak hatıraları beklemek gerekiyor…
[NAZİF APAK-TR 724.COM]
Bilen de konuşuyor bilmeyen de. Bildiğini sananlar da somut olaylar/veriler yerine, algı çalışmalarının altında ezilip kalınca bir yanlış hüküm defalarca tekrar ediliyor. Örneğin ısrarla deniyor ki “Cemaat medyası iktidara çok yakındı ve bu angajman Cemaate zarar verdi.” Peki bu hüküm doğru mu? Hayır.
Öncelikle bilmek gerekiyor ki Cemaatin ve Cemaate destek veren medyanın iktidara destek verdiği konular, hemen her kesimin sıcak baktığı demokratik açılımlardı. AB raporlarına bir de bu gözle bakın. Atılan demokratik adımlar nedeniyle Türkiye’deki vesayet sistemini sona erdirileceğini, daha özgürlükçü ve şeffaf bir yönetim anlayışının ortaya çıkacağı düşünülmüştü. Somut gelişmeler de (AB uyum yasaları bunun en iyi örneğidir) Türkiye’nin daha katılımcı bir demokrasiye doğru mesafe aldığını gösteriyordu. Liberallerin, demokratların, sosyal demokratların, muhafazakârların vs. desteklediği bu yolda cemaatin desteği de ayni maksada matuf idi. AKP iktidarının ilkeler ve icraatlar doğrultusunda aldığı destek, sadece Cemaate mahsus değildi. Yanlış da değildi…
Gelelim asıl konuya.
Önce temel kural: Bir medya kuruluşunun siyasetle girdiği yakın ilişkinin iki ağır faturası vardır: 1- Lehte yayın yapmanın mükâfatı olarak ihaleler alınır, kıyaklardan faydalanılır, kişisel ve kurumsal menfaatler temin edilir, vergi borçları silinir vs. 2- Siyasi irade, iktidara yakın duran medyadan sürekli kelle ister. Hoşa gitmeyen yazı ve yorumlarda bulunan kişilerin cezalandırılması istenir. Borazan medya da bu taleplere boyun eğer…
HÜRRİYET’E GİDEN VERGİ MÜFETTİŞLERİ ZAMAN’A DA GELDİ
Zaman Gazetesi üzerinden çok net bir bilgi paylaşıyorum: İktidara en yakın göründüğü günlerde bile Zaman en küçük bir menfaat temin etmedi. Onca talebe rağmen tek bir muhabirini bile iktidara feda etmedi. Tek bir muhabirini bile! Bu iki konuya dair birkaç örnek vereyim siz de vicdanlarınıza sorun: İktidara destek verildiği dönemde bile ortaya konan onurlu duruşun tarihi bir değer taşımadığını mı sanıyorsunuz?
Demokratik adımların atıldığı ve bu nedenle iktidara destek verildiği günlerde Zaman Gazetesi’nde geniş bir vergi incelemesi yapıldığını biliyor musunuz? Zaman’da belli düzeyde yöneticilik yapan kişilerin tamamı bilir ki o günlerde vergi kontrolörleri hışımla girdiler gazeteye. Aynı vergi kontrolörleri Doğan Grubu’na gittiğinde yeri gök inletmişti ama Zaman’ı duyan olmadı; çünkü Zaman yönetiminin maliyecilere şöyle dediğini ilk ağızdan dinledim: “İyi ki geldiniz, biz zaten her işimizi yasalara uygun yapıyoruz ama farkında olmadığımız bir yanlış uygulama varsa onu tespit etmeniz bizim için çok faydalı olacaktır.”
Bütün mali dokümanların dijital kopyalarını aldıkları halde, gazete binasının içinde bir oda kapatılır istedikleri evrakların hepsi önlerine yığılır. Aylarca devam eden bir denetim başlar. Aslında beklenir ki gazete yöneticileri siyasi iktidara gidip ricalarda bulunsun, kendilerinin himaye edilmesini talep etsin. Gazete dimdik durur ve hiç kimseye (o gün en yakın oldukları siyasi lidere ve etrafına) durumu nakletmez. Onların bilgisi olmadan bu kadar ağır bir denetimin yapılamayacağı aşikârdı ama hiç kimseye boyun eğmedi gazete. İyi de etti. Eğer o gün eğilip bükülse, kurumsal ya da kişisel bir eziklik içinde ricacı olunsaydı Maliye, denetimi durdurabilirdi; ama Zaman, sonraki yıllarda gürül gürül konuşamazdı.
YAY-SAT’TAN ÇIKILSIN DİYE 3 KEZ ERDOĞAN RİCACI OLDU
Sadece mali denetim mi? Hayır. Zaman binasında çalışan bir arkadaş anlattı. Yine o günlerde ‘kaçak işçi çalıştırıldığı ihbarı var’ bahanesiyle sigorta müfettişleri gazeteye baskın yapmış. Yayın katlarına dağılmışlar tek tek gazetecilerin kimliklerini topluyorlar. Tabi ortada hiçbir usulsüzlük yok; ama ani baskın düzenleyerek gelmenin ve kapıları kapattırıp terör estirmenin bir manası vardı. İlişkilerin iyi olduğu o günlerde isteniyordu ki gazete yönetimi siyasetten bir şeyler talep etsin. Etmediler. İyi ki de etmediler. Yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet belgeleri ortaya çıktığında, demokratik süreç çöpe atıldığında dimdik durabilmek için hiç eğilmemek, bükülmemek, mazideki bir korunma ile gebe kalmamak gerekiyordu…
Kesin bir bilgiyi iki ayrı kanaldan teyit ederek naklediyorum: Zaman’ın dağıtımı, Doğan Grubu’na ait olan Yay-Sat aracılığı ile yapılıyordu. Doğan Grubu’nun üzerine hışımla gidildiği günlerde Erdoğan, Zaman’ın Yay-Sat’tan çıkmasını, Turkuaz Dağıtım’a geçmesini istedi. Gelecek itirazlara makul bir gerekçe de vardı ortada. Zaman’ın imtiyaz sahibi Ali Akbulut ile Turkuaz Grubu’nun sahibi Ahmet Çalık arasında akrabalık bağı bulunuyordu. Aslında konu Zaman’ın daha verimli bir dağıtım şirketi ile ortak iş yapması değil; Doğan Grubu’nun yalnızlaştırılması ve çökertilmesi idi. O gün Zaman’ın tirajı çok yüksekti ve dağıtım dengesinde hangi kefeye geçse terazi oraya kayacaktı. Kendilerine en az üç defa Yay-Sat’tan ayrılma ricası bizzat Erdoğan tarafından iletilen Zaman yöneticileri ne demişti biliyor musunuz? “Bu grupla herkesin bir sorunu var; ancak adamların kapısına vergi memurları yığılmışken ve çerden çöpten bahanelerle çok büyük cezalar kesilirken dağıtım şirketini değiştirmemiz ahlaki de olmaz doğru da bulunmaz; kusura bakmayın…”
Bu mevzuun detayını Doğan Grubu’nun o günkü yöneticilerinden dinledim. Arkasında geniş bir seçmen kitlesi olan bir siyasi liderin açıkça ve ısrarla medyaya ayar vermesi aslında bir suçtu. Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz Yüce Divan’da buna benzer bir medya müdahalesinden dolayı yargılanmıştı. Zaman’ın bu ısrarlı baskıya direnmesi için (ahlaki sebepler hariç) herhangi bir neden yoktu. Dahası, benzer bir talep Doğan Grubuna yapılsa ve Zaman yalnızlaştırılmak istenseydi aynı demokratik ve şerefli direnişi Aydın Bey’in ekibi yapar mıydı? Grubun o günkü yöneticisi acı bir gülümseme ile bana “hayır” dedi. Zaten bugünlerde Doğan Grubu’nun en az havuz medyası kadar vahşi metotlarla nasıl cemaat düşmanlığı yaptığı ortada.
TAŞRADAKİ MUHABİR BİLE FEDA EDİLMEDİ
Meselelerin iç yüzünü bilemeden “Siyasetle yakın ilişki içindeydi” diye eleştirilen ve “Cemaat medyası” tamlaması ile kurulan cümleler gerçek bilgiye dayanmıyor. Gazetenin yol gösterici bir üslupla yaptığı sağlam muhalefet bilinmiyor. Zaman’ın müspet muhalif yaklaşımlarından iktidar daima rahatsız oldu ama Zaman bir adım geriye gitmedi. Mesele demokratik taydan çıkınca yollar iyice ayrıldı. O gün yanlışa “evet” deseydi, haksızlığa, yolsuzluğa razı olsaydı bugün hala el üstünde tutuluyor olacaktı.
Bir de yazarların, muhabirlerin kellesinin istenmesi karşısında ortaya konan yiğit bir tavır söz konusu. Bir dönem muhalif-yandaş farkı gözetmeksizin her medya grubundan kelleler istendi ve herkes de çalışanını giyotine bizzat kendisi teslim etti. Zaman bir istisnadır. Tek bir adam dahi feda edilmez mi! Edilmedi. Üstelik o günlerde ilişkiler çok iyi görünüyordu. Bir gün kimlerin kellesi ne sebepten dolayı istendi, Zaman o taleplere nasıl asil bir duruşla cevap verdi, anlatırım. Ne var ki vereceğim isimlerin çoğu ya maznun, ya mahpus, ya sürgün. Onlara zarar gelmesin diye ayrıntıya girmiyorum burada; ancak bir gün bilinmeyen medya tarihi yazılırken bu fasla geri dönme sözü verebilirim.
Bugün söyleyeceğim tek şey var: Zaman hiçbir çalışanının tırnağına taş değmesine izin vermedi, iktidara feda etmedi. Buyurun size en güncel örnek. Başakşehir futbolcuları Havuz Medyasının Rize Muhabirini barbarca dövdü. Saray medya grubunun havuz başı tetikçisi ne yaptı? Muhabirini İstanbul’a çağırdı, zorla barıştırdı. Muhabirin bir kıymeti kaldı mı? Yediği sopa yanına kâr kaldı… Benzer bir olay geçmişte Isparta Belediye Başkanı ile Zaman muhabiri arasında yaşanmış, başkan planlı şekilde gazete çalışanını tartaklamıştı. Zaman öyle sahip çıktı ki muhabirine, barışmak için Isparta’dan kalkıp Zaman binasına kadar gelen belediye başkanı dış kapıdan içeri dahi giremedi. Araya konan hatırlı insanlar bile “Bizim muhabirimizi döven hepimizi dövmüş demektir; asla buraya gelemez” deyip kovuldu.
En ücra köşedeki muhabirinden en meşhur yazarına kadar hiç kimseyi feda etmemiş bir medya grubuna ve onu destekleyen kitlelere “Siyasetle çok iç içe girdi; yanlış oldu” onurlu bir duruş sergileyen insanların hakkına hukukuna tecavüz anlamına gelmiyor mu? Meselelerin perde arkasını anlamak için biraz daha sabretmek, o karanlıkları aydınlatacak hatıraları beklemek gerekiyor…