Türkiye’nin dört bir yanından yükselen feryatlar içinde yürek yakıcı hikayeler var. İşte Magduriyetler.com’a gönderilen isimsiz mektuplardan biri.Babam hayatta çok sıkıntılar çekmiş. İki yaşındayken babasını kaybetmiş. Yetim büyümüş ve Karayollarında dozer operatörü olarak işe başlamış. İşçi ücreti ile on çocuk yetiştirmiş. İlkokulu bile dışarıdan bitirmesine rağmen hayatı bilen ve yaşayan bir insandı.
Küçükken babama sorardım hep “Baba ne olmamı istiyorsun?” O da bana “Oğlum senin tahsilli imam olmanı isterim.” derdi. Fakat o zamanın şartlarından dolayı İmam Hatip Lisesine gidemedim. Ben daha sonra Süper Liseye kaydoldum.
Hazırlık sınıfını bitirdiğim yazdı. Yazları genellikle geçim olarak çiftçilikle uğraşarak para kazanıyorduk ailece. O yazın bir köye ot biçmeye gitmiştik. Köy İran sınırına çok yakın bir yerde idi. Yine bir gün köyün yaylasında ot biçerken yanımıza gelen birkaç adam vardı. Ben gelen bu adamların giyiminden terörist olduklarını anlamıştım. Onlar bir süre muhtar ve köylülerle konuştuktan sonra oradan ayrılarak kayalıklara doğru gittiler.
Neler olduğunu anlayamadım, yaklaşık bir saat içinde köyden bir at temin edip getirmişlerdi. Muhtar beni aldığı gibi köye yetiştirdi. Abim de taksi ile köye gelmiş, beni oradan alıp merkeze evimize getirdi.
Ben küçük olduğum için olanlara bir anlam veremedim. Abim de “Okulların açılmasına az kaldı, yaz boyu yoruldun, biraz dinlen diye getirdim.” dedi. Meğerse bu teröristler, beni ot biçerken görünce muhtara “Biz bu çocuğu dağa götüreceğiz.” diye diretmişler.
Muhtar yalvarmış yapmayın etmeyin, bu çocuğu götürürseniz ailesi bizi şikayet eder, devlet köyümüzü boşalttırır diye.
Teröristler de biraz düşünün bakalım deyip geri dönünce muhtar ve köylüler bir at getirip beni oradan alelacele kaçırıp köye getirdiler. İşin aslı sonradan anlaşılmış oldu.
Bir hafta sonra merkezde buğday tarlasında çalışmaya başladım. O gece ben değil dayım biçeri kullanıyordu ve ben dinleniyordum. Dayım bana sabah “Bu gece buraya kim geldi biliyor musun? Buraya seni götürmek isteyen teröristler geldiler. Senin adını, okulunu her şeyini öğrenmişler. Biz bu çocuğu istiyoruz, işimize çok yarayacak, parlak bir çocuğa benziyor.” dedi.
Okulların açılmasına iki gün kala tanıdığım bildiğim birinin yanına gidip başımdan geçen hadiseleri anlattım. Onlar da artık kalmamın tehlikeli olduğunu, başka bir ile gidip eğitimime orada devam etmem gerektiğini söylediler.
Kısa süre sonra başka bir ile gidip liseyi orada okudum. Özel bir yurtta kaldım. Yoksa teröristler tarafından dağa çıkarılıp sonra kör bir kurşunla ölmem mukadderdi.
Sonrasında Ankara’da Üniversite eğitimimi tamamlayıp öğretmen olarak çalışmaya başladım. Geçen bu süre içerisinde 17 yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Bu ülkenin bir evladı olarak vatana millete iyi nesiller yetiştirmeye gayret gösterdim. Ta ki 15 Temmuza kadar…
Hayatım boyunca elime kalemden başka bir şey almamışken bir gecede silahlı terör örgütü üyesi ilan edildim. Kendi ülkemde ve çevremde parmakla gösterilirken bir gecede kitlesel soykırımın bir parçası haline geldim.
25 Eylül Pazar günü sabah on yaşındaki oğlumla beraber evden çıktık. Alışveriş yapıp eve dönmek üzereydik. Tam evin kapısında bir araçta sivil polisler olduğunu gördüm. Kapıcının da beni işaret etmesiyle onlar da beni fark edip, sirenler çalarak, arabamın önünü kestiler.
Ben arabayı durdurdum. Polisler, hemen arabalarından inerek, bana silah doğrultarak “Yat yere yat, ellerini başının üstüne koy, arabadan çık…” diye bağırmaya başladılar.
O anda oğlum çok korkmuştu ve birden bağırmaya başladı. “Baba bunlar bizi öldürecekler!” Ben de arabanın içinde oğluma sarıldım ve onu sakinleştirmeye çalıştım.
Bir polis, arabanın kapısını açtı, yakamdan tuttuğu gibi beni çekip arabadan aldı. Biraz hırpaladıktan sonra hızlı bir sekilde arabanın ön kısmına yüz üstü yatırdı, ellerimi arkadan sıkı bir şekilde kelepçeleyip kendi arabalarına attı. Bu esnada oğlum halen ağlıyor “Ne olur, babama bir şey yapmayın!” diyordu.
Ben de polislere “Bana neden böyle davranıyorsunuz? Hakkımdaki gözaltı kararını görmek istiyorum.” dediğimde bir tanesi “Seni terör örgütü üyesi diye alıyoruz, anladın mı?” dedi.
Ev araması için savcıdan izin çıkmasını ve diğer ekiplerin gelmesini beklediler. Ellerim arkadan kelepçeli bir vaziyette beni bu şekilde üç saate yakın apartmanın önünde milletin izleyeceği bir şekilde tuttular. Eşim çocuklarım da camdan bana bakarak ağlıyorlardı. Adi bir suçlu gibi bir muameleye tabi tutulmuştum.
Bir ara iki komşum, bu bekleyiş esnasında bana hakaret ettiler ve onların küfürlerine de maruz kaldım. “Bu şerefsizlerin hepsini alıp yakacaksın, öylece kurtulacaksın!” diyorlardı.
Ben ellerim kelepçeli şekilde apartmanın önünde beklemeye devam ediyordum. Kelepçeler, bileklerimi çok sıktığı için canım yanıyordu.
Onlardan rica ettim, biraz gevşetseniz, diye. Sadece bakıp alaylı bir şekilde “Bırak öyle kalsın” dediler. Bir süre sonra artık ağrım dayanmaz bir hal almıştı. Elim de morarmıştı tabii.
Ben çok ısrar edince bir tanesi gelip elime baktı. Hemen telaşlandı arabadan iki tane kelepçe anahtarı getirip açmayı denedi ama açamadı ve anahtarlar kırıldı. Sonra gelen ekiplere anons ettiler “Gelirken kelepçe anahtarı getirin.” diye.
Gelen ekip de açamadı, bütün anahtarlar kırıldı. Tam beş adet kelepçe anahtarı kırdılar, sonra telaşlandılar ev aramasına beni bekletmeyip gelen ekibe verdiler. Beni merkeze götürüp orada kelepçeyi sökmelerini istediler. Ben de ayrılmadan önce “Müsaade edin, kapının önünde çocuklarımı görüp vedalaşayım olur mu?” diye ricada bulunsam da kabul etmediler.
Yolda giderken emniyete gidene kadar benimle dalga geçip güldüler. Sonra beni emniyete getirdiler orda da kelepçeyi sökmeye çalıştılar, üç tane anahtar da burada kırdılar. Ben bir saatten fazla yüzüstü masaya dayanmış şekilde onlar da çekiç, tornavida, makine yağı, ataç vb ne buldularsa takır tukur uğraştılar ama bir türlü kelepçeler açılmadı. Hatta bir memur “Ben meslek hayatımda ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum.” dedi.
Bir ara kendi aralarında bağrıştılar. Oğlum oradan çilingir çağır gelsin, dedi biri. Çilingiri aradılar, ben açamam dedi. Demirci çağırın gelip kessin, dedi. Bu arada diğerleri açmaya çalışırken kelepçenin biri açıldı. Diğer elim halen kelepçeli idi. İyi, en azından sıkıntılı olanı açtık dediler. O kelepçenin yaptığı iz ve yaralar bileğimde iki hafta kaldı.
Sonra sorgu faslına geçtik, sorgu üç saat sürdü. Barodan bayan bir avukat gelmişti. Sorgu esnasında o bayan bileğimi görünce çantasından kremini çıkarıp polislere biraz müsaade edin, eline krem sürsün, biz bir bilezik takınca ne kadar acıyor. Şu an eli ne kadar acıyordur, dedi. Ama acıttıkları sadece bileğimiz değildi, yüreğimizi de acıtmışlardı.
Bir taraftan polisin biri sorularını soruyor, diğeri yazıyor, başka biri de elinde çekiç, tornavida ile elimdeki kelepçeyi sökmeye çalışıyordu. Ben polise “Çıkmıyorsa uğraşma kalsın, yanımda götürebilirim hem hatıra diye saklarım!” dedim. Gayet ciddi bir şekilde “Hayır hocam bu kelepçe bize zimmetli.” dedi.
Kendisine emanet edilmiş bir demir parçası için bu kadar hassas davranan memurlar, kendilerine can güvenliği emanet edilen insanlar için neden bu kadar hassas davranmıyorlardı?
Emniyette devam eden rutin işlemlerden sonra bir süre gözaltında kaldım ve savcı beni serbest bıraktı.
15 Temmuzdan sonra yaklaşık altı ay geçmişti. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın çoğu memleketlerine geri döndüler. Bir kısım arkadaşlarımız da tutuklandı, çoluk çocuğu ortada perişan bir vaziyette kaldılar.
Tutuklu bir arkadaşımın üç çocuğu, eşi ve annesi bir arada kalıyorlar. Onları ziyarete gittiğimde annesi bana dedi ki “Oğlum sen de benim evladımsın yabancı değilsin. Bir kızım var az ilerde oturuyor, bize akşam ekmeğini o alıyor ve bir akşam almazsa o akşam çoluk çocuk evde aç kalacağız, halimiz bu.”
O gece sabaha kadar ağladım, sabah bir miktar para bulup buluşturduk, teyzeye biraz market alışverişi yaptık, biraz da eline para tutuşturduk.
Yine bir arkadaşa bir miktar et götürmüştüm. Bir hafta sonra tekrar aynı arkadaşa uğradığımda beni çok etkileyen şu olayı anlattı. “Gelen eti dört parçaya böldük ve dört aile belirledik ve eşimle birlikte götürüp verdik. Bir bayan, eşi tutuklu ve kendisinden daha mağdur ailelerin olduğunu söyledi, bu yüzden eti almak istemedi. Ama biz yine de o bayana verdik eti. O da bizden sonra kendince daha mağdur ve ihtiyaç sahibi diye düşündüğü bir aileye götürüp bu eti vermiş. O bayan gittikten sonra diğer bayan eti götürüp başka bir aileye vermiş ve o aile de eti ilk veren bayana geri getirmiş! Böylece bir kilogramlık et, üç aileyi dolaşıp tekrar aynı yere geri gelmiş.
Ben yurt dışına çıkmayı, vatanımı terk etmeyi düşünmüyordum ama bir gün geldi şartlar çantamı gözyaşları içinde elime aldırdı. Arkama baka baka çok sevdiğim vatanımı terk etmek zorunda kaldım. Şimdi beş aydır vatanımdan, ailemden ve çocuklarımdan uzakta, gurbetlik bir yerden gözyaşları içinde bu satırları karalamaya çalıştım.
Yaklaşık altı aydır çocuklar gün sayıyor “Yanına geleceğiz baba” diye heyecanla…
Benim için de bir sürpriz oldu tam da babalar gününün olduğu haftaya çocuklar bilet aldılar. Büyük bir heyecan başladı. Hatta son gece çocuklar heyecandan sabaha kadar uyumamışlar ama maalesef havaalanından geri gönderildiler. Eşinizden dolayı yurt dışına çıkamazsınız gerekçesi ile.
Bir süre sonra çocuklarla görüşünce daha on yaşındaki oğlum sadece “baba” diyebildi ve hıçkırıklara boğuldu. Telefonu altı yaşındaki kızım aldı. “Baba seni çok özledim” diyebildi ve ağlamaya başladı. Ben de bir yandan ağlıyor bir yandan kızımı teselli etmeye çalışıyorum. “Kızım uçak bozulmuş daha sonra başka bir uçakla geleceksiniz!” deyince “Hayır baba ama orada bir tek bizi almadılar herkes geçti.” dedi.
Beni en çok etkileyen olaylardan biri de beş yaşındaki kızımın sözleri oldu. Geçen gün de ağlayarak annesine demiş “Ben artık babamı fotoğraflardan öpmek istemiyorum artık gerçekten sarılıp öpmek istiyorum.”
Bu masum yavruların yüreğini incitenleri Allah görüyor ve ben bütün özlemlerimi yüreğime gömüp, onları sadece Allaha havale ediyorum.