artigercek.com’un Yazarlarından Yavuz Baydar’dan çok çarpıcı bir analiz.
CHP’nin ‘FETÖ hipnozu’ndan uyanması için bunca rezillik ille de gerekli miydi?
Neyymiş, ‘faşizm tescillendi’. CHP’li baylar bayanlar, faşizm tescilleneli üç yıl oldu.
”Bu karar faşizmin tescilidir.”
Bugün meslektaşımız Enis Berberoğlu’nun 25 yıl ağır hapse mahkum edilme kararı üzerine CHP’nin TBMM genel kurulunu terketmesinden hemen önce, partinin grup başkanvekili Özgür Özel bu cümleyi sarfediyor.
Faşizmin tescilini tespit etmek için Gezi olaylarından bu yana beklemek gerekmiş nedense.
CHP’lileri kaç zamandır hayretle, ibretle, her seferinde (nafile olduğunu bile bile) anlamaya çalışarak izliyorum. Tabii içlerinde canını dişine takmış Barış Yarkadaş, Mahmut Tanal, Sezgin Tanrıkulu gibi milletvekillerini ayrı bir yere koyarak.
Dün gece Aykut Erdoğdu’nun bir tweet’i:
”Tesadüfen NTV açtım… CHP’nin darbe raporu konuşuluyor… Yayında CHP’li yok… Birleşip CHP’ye küfür ayini düzenlemişler.. Zapladım…”
Öyle tabii.
Ama nesi yeni bunun? Beş miligram vicdanı olmayan Şahenkler, Cinerler, sonraları Doğanlar, bu medyayı, dolayısıyla halkı olduğu gibi üç beş ihaleye, ‘ver ki alasın’a, ‘aman başıma bir şey gelmesin’e olduğu gibi satalı kaç yıl oldu?
HDP konuşulurken, ne zaman HDP’li vardı ekranda? KHK mağduru kimler çıkıp derdini anlatabildi? Bir zamanlar Ergenekon Balyoz sırasında subayları boy boy ekrana dizen patron uşağı editörlerin hangisi ‘yahu bu darbe tuhaf, bir de şu tutuklu subay yakınlarını aynen o zamanki gibi dinlesek?’ dedi. Hangisi referandum öncesinde bırakın ‘hayır’ yanlısı sivil toplum temsilcilerini, meşru muhalefete zaman ayırdı?
Neye şaşıyoruz ve kızıyoruz ki artık?
Merkez sağın eski isimlerinden Hüsamettin Cindoruk’un geçenlerde Cumhuriyet’e anlattıklarından bir bölümü alayım buraya. ”Çok partili hayat bitmiştir, Bugün Türkiye’de tam hukuksuzluk, tam kanunsuzluk dönemi yaşanıyor” diyen Cindoruk üstüne basa basa anlatıyor:
”Buradaki sorumluluğun büyüğü medyada. Bir ülkede medya kalmadıysa sürdürebilir demokrasi yoktur. Özellikle görsel basını, tarihçiler ağır biçimde itham edecektir. 85 yaşıma geldim, Türkiye tarihinin en yanlı görsel ve yazılı basınıyla karşı karşıyayız. Ben bundan sermaye sınıfını sorumlu tutuyorum. Türkiye’de sermaye sınıfı demokrasiyi içselleştirmiş değil. Büyük sermayenin tanzim ettiği bir medya var bugün. Bir ülkede liberal demokrasi olmazsa, liberal sermaye nasıl yaşayacak onu düşünmeleri lazım.Basına girmiş sermayenin yanlış yapması, kendisinin intiharına yol açar.Göreceklerdir ki, bir süre sonra büyüttükleri yapı kendileri ile de ihtilafa düşecektir. Ben komünist de değilim, Marksist de değilim ama bunu söylüyorum.”
Ekliyor Cindoruk:
”Türkiye’de 150’den fazla gazeteci, çoğu fikirlerine katılmadığım insan, tutuklu. Basın özgürlüğü olabilir mi burada? Cezaevlerindeki bütün gazetecilere geçmiş olsun diyorum. Onlara hepimizin bir özür borcu var. Gereğini yapamadık. Biz demokrasiyi koruyamadık. Yani ben de kendimi kusurlu buluyorum.”
Özür dilemek gereklidir ve erdemdir.
Bu satırları yazarken bir yandan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu CNNTürk canlı yayınında dinliyorum. Bugün 170 bilmem kaçıncı gazeteci olarak Enis’in milletvekili unvanıyla hapsi boylamasında sanki kendisi ve partisi bindiği dalı kesmesinin hiçbir rolü yok.CHP lideri, sokaktaki herhangi bir terbiyeli vatandaş gibi müşteki sıfatıyla sızlanmakla meşgul.
Öte yandan anlıyoruz ki, ‘Yenikapı rüyası’ndan da sanki uyanmış.
Her ne kadar Özel gibi faşizm kavramını kullanmıyor ama, sokağa inmeyi, biraz tedirgin de olsa, ihtiyat telkin ediyor da olsa telaffuz etme noktasına gelmiş.
Ne diyeceğimi bilemiyorum CHP’ye, inanın.
Liderliğinin ve kenarda köşede köhne ezberlerle olup biteni izleyen çoğunluk milletvekillerinin ‘aaa, Türkiye’ye faşizm geldi, tescillendi’ deme noktasına gelmesi için, Türkiye’de 150 bin kişinin işinden olması, 40 bin kişinin tutuklanması, 170 gazetecinin hapse tıkılması, 500 bin Kürdün evinden yurdundan edilmesi, TBMM’nin üçüncü büyük partisinin 13 milletvekilinin ve binlerce parti üyesinin kodesi boylaması gerekiyormuş.
Türkiye’nin değerli insan kaynağını oluşturan 8 binden fazla akademisyenin işten atılması ve kara listeye alınması; yargı mensuplarının dörtte birinden fazlasının TSK generallerinin yarısının tutuklanması lazımmış.
Bu noktaya gelinmesi için CHP’nin 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları için kızılca kıyameti koparmadan bakınması, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘gibi’ yapılması, 7 Haziran sonrasında göz göre göre Saray’ın ketenperesine gelinmesi, 15 Temmuz sonrasında FETÖ dolmuşuna binilip Yenikapı’ya koşturulması, dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet denilmesi, Anayasa Komisyonu ve Darbe Komisyonu gibi ortaoyunlarında figüranlık rolünün kabullenilmesi, 16 Nisan referandumu sonucunda haklı olarak isyan eden halkın sokakta dımdızlak bırakılması, ‘sine-i millete dönüp oyunu bozalım’ diyen değerli CHP milletvekillerinin tasfiye edilmesi, Avrupa Konseyi’nde Türkiye’deki hukuk vandallığının denetime alınmasına hayır oyu verilmesi gerekiyormuş.
Onca uyarıya, ‘yapmayın etmeyin’e rağmen bekleyip Enis’in içeri alınmasını da yaşamaları lazımmış demek ki.
Neymiş, ‘faşizm tescillendi’.
CHP’li baylar bayanlar, faşizm tescilleneli üç yıl oldu.
Gezi’deki çocuklar – çoğu CHP’lilerin çocukları – tepelenirken tescil işlemleri başlamış, 2014 yazında tescil kayda geçmişti bile. Erdoğan bunu CHP’lilerin anlamadığını düşündü, ve karşı darbe ardından OHAL’i ilan ederek ‘anlayın artık’ demeye getirdi mi?
Hem de nasıl.
Neyse geç olsun da güç olmasın.
Ama hala yarım ağızla devam eden bir söylem egemen CHP’ye.
Kürtler konusunda sessizliği zaten baki de, Kemalist, laik, Alevi veya sol kesimden birileri içeri alındığında papağan ezberi ve refleks şu:
‘Ama olamaz’ Siz bunu yaparak FETÖ soruşturmalarını sulandırıyorsunuz!’
Çıldırmak işten değil.
15 Temmuz’dan bu yana toplumun altı üstüne gelmiş, faşizmin tırmığı en az iki milyon insanın onurunu kanatmış, hayatlar altüst olmuş, hak hukuk diye bir şey kalmamış, memleket toplama kampına dönmüş, kimin neden nasıl içeri alındığı konusunda mantıklı soru sormak abesle iştigal etmek, sudan çıkmış balıkla sohbet etmekle eşitlenmiş, kendilerinin de tespit ettiği gibi darbe girişiminin kontrollü olduğu anlaşılmış, CHP hala ortada FETÖ diye bir şey olduğuna inanmaya, halkı inandırmaya çalışıyor.
Ortada sadece, Ankara’da dizginleri tamamen ele geçirmiş bir faşizan ekibin, düşman ilan ettiği toplum kesimlerine açtığı bir savaş var.
Darbeden 11 ay sonra önümüzdeki bilanço bunu gösteriyor.
Eğer mesele suçluları tespit, teşhir ve mahkum etmek olsaydı, şu anda düzgün bir yargı darbecileri ve onlara bu suçta yardımcı olanları tespitle meşgul olurdu.
Nuriye ve Semih taa geçen Kasım’dan beri mağdur.
Bunlar mı darbeci?
Ahmet Şık mı darbeci?
Diplomat Gürcan Balık mı darbeci?
Bugün FETÖ’den mahkumiyet alan, ‘ben masonum!’ diye bas bas bağıran BM yargıcı Sefa Akay mı FETÖ’cü?
İçerdeki 166 generalin hepsi mi darbeci, hepsi mi FETÖ’cü?
Türkiye ekonomisini dünyaya açan Boydaklar, Rızanur Meral mi darbeci?
Demirtaş, Yüksekdağ ve binlerce HDP’linin suçu darbecilik mi?
Ahmet Altan, Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Kadri Gürsel, Emre Kızılkaya mı darbeci?
Tek ‘suçu’ Gülen Cemaati mensubu olmak olan onbinlerce gariban Anadolu insanı mı darbeci? Bir dini cemaate üye olmak ne zamandan beri suç?
Say say bitmez.
Türkiye’nin renk ayrımı yapılmadan canına okunuyor, CHP hala mırıl mırıl.
Bakın, bırakın bu FETÖ ezberini.
Çünkü, bir zamanlar aynen Ergenekon adına gelen hukuksal itirazlar bugün de gündemde.
Bakın dindar ve yandaş kesimin önde gelen isimlerinden Ahmet Taşgetiren bir hukukçuya kulak verip dediklerini yazmış bugün, ben değil. Okuyun bakın:
”Herhangi bir örgütün “Terör örgütü” olarak tanımlanması için yargı kararı gerekir. Şu ana kadar FETÖ ile ilgili Yargıtay tarafından onaylanmış bir yargı kararı yok. Yargıtay’da bekleyen dosyalar var, onlar görüşülse, terör örgütü hükmü onaylansa alt yargı organları da ona göre karar verir.
2008 yılında Dava Daireleri Genel Kurulunda 72 hakimin onayıyla verilmiş bir karar var, o da Gülen hareketinin bir terör örgütü olmadığı yönünde.
FETÖ için terör örgütü kararı verdiğinizde de bazı sorunlar ortaya çıkıyor. Çünkü suç da ona göre oluşuyor. O kararın verilmesinden önceki eylemleri o suç kapsamı içine sokmak, hukuk açısından tartışmalı. Çünkü o ilişkileri teröre destek çerçevesine oturttuğunuzda, önce tarihlerde devletin farklı kademelerinin örgüte farklı tarihlerde sağladığı imkanlar da aynı akıbeti paylaşmakla yüz yüze gelebiliyor.
Buna benzer bir problem de şu: FETÖ ile mücadele başladığı günden beri yapıldığı gibi, 17/25 Aralık’ı bir milat olarak aldığınızda ve ondan sonraki iltisakları teröre destek faaliyeti olarak nitelediğinizde, 17/25 Aralık’tan sonra da devlet gözetiminde faaliyetine meşru olarak devam eden bazı kuruluşlarla ilişkinin terör kapsamına sokulması kendi içinde çelişki taşıyor.
Mesela Bank Asya 17/25 Aralık’tan sonra da devam etmiş, TUSKON aynı şekilde, Aktif Eğitim – Sen aynı şekilde faaliyetine devam etmiş. Üstelik bu sendikaya üyelik için gerekli aidatı üye adına devlet ödemiş.Devlet nezdinde “meşru” görülen bir kuruluşla ilişkiyi terör örgütü ile ilişki olarak sunmak makul olur mu?
Mahkemeler önlerine gelen dosyalar için karar veriyor. Diyelim medyada ”FETÖ’cü” diye yargılanıp infaz edilmiş bir kişi için tahliye ya da beraat, buna karşılık yine medyada “FETÖ ile asla ilişkisi olmadığı”na dair kanaat oluşan birisi için tutuklama kararı çıkıyor. Oklar derhal mahkeme başkanına, savcıya, heyete yöneliyor. Bakıyoruz Mahkeme Başkanı görevden alınıyor. Bu tarz uygulamalar, HSK’yı tartışılır hale getiriyor, bir. Mahkeme heyetlerinde yargısız infaza maruz kalma tedirginliği oluşturuyor, iki. Onun da sonucu, “Geciken adalet” olgusunu gündeme taşımak oluyor. Yani uzun tutukluluklar, tutuklanmanın fiili ceza haline gelişi, hukuktan beklentinin zaafa uğraması gibi her biri derin adalet sorunu olan işler.
Görevden alma ve açığa almalarda, beraat-i zimmet asıldır, ya da şüpheden sanık yararlanır gibi evrensel kurallar işlevsiz kalıyor. Pek çok insan, hangi suçu sebebiyle açığa alındığını da, görevden alındığını da bilmiyor. Son AİHM kararı da, içerde hukuki süreç bitmediği gerekçesi ile topu “OHAL Komisyonu”na atınca, OHAL komisyonunun ne zaman faaliyete geçeceği ve yüz bini aşmış başvuruları nasıl sonuçlandıracağı da gözükmeyince, ülkeyi yönetenlere ne kadarı ulaşıyor bilmiyorum ama ulaşılabilen alanlara dramatik mağduriyet vakıaları akıyor.
Sonunda çözmek zorunda kalacağımız bir sosyal depresyonun tohumları ekiliyor şu anda. Devlet aklı oturup, Hukuku eksen alarak yeni bir değerlendirme yapmalı.”
Dedim ya, bunları Taşgetiren – belli riskleri de göze alarak, belli – yazmış.
Peki ben bu yazıyı niye yazdım?
Şunun için:
- CHP’nin bugün Enis’ten sonraki çıkışı sert gibi görünüyor ama kafaları hala eskisi gibi karışık
- Korkum odur ki, ‘sokağa çıkıyoruz’ lafı ardından çıkabilecek kargaşada fatura, sokağa çıkanları yalnız bırakma ihtimali yüksek olan CHP yüzünden 15 Temmuz sonrası mağdurlarına, özellikle Kürtlere ve Cemaat tabanına yeni mağduriyetler ekleyebilir. Yani güven sorunu var.
- CHP’lilerin Taşgetiren’in yazısını okumasında yarar var. Her gelişmeyi FETÖ merceğinden okumak CHP’de muazzam bir optik yanılgı yarattı; büyük resimdeki hukuk faciasına karşı ucuz siyaseti bırakıp, tam teşekkülü ayrımsız bir hukuk savaşını yürütmesini engelledi; bilemem belki de işlerine öyle geldi. Oysa hedef nettir: CHP, OHAL’in kaldırılmasını ve sadece darbecilerin adil yargılanıp suçluların acilen mahkum edilmesine odaklanmalıdır. Gün hukuk savaşı günüdür, sığ siyaset değil.
- Görüldüğü gibi faşizmle edepli, akılcı ve mantıklı konuşulmuyor, konuşulmaz; konuştukça üzerine çıkar ve ezer. Görüldüğü gibi Enis’e ve diğer CHP’li milletvekillerine dayandı baskı. Bugünkü olay iktidar için yeni bir sınama-denem eşiğidir; bu tepki de sönerse, iktidar baskı çıtasını daha da yükseltecektir. Ve, CHP’lilerin bugün iddiasının tersine, enkazın altında kalacak olan Saray ve AKP değil, bizzat CHP olacaktır.
- Kimsenin, özellikle de CHP’lilerin kuşkusu olmasın.