ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Anadolu Kerbela’ya döndü. Yezidî düşünce, sari hastalık gibi kol geziyor.Her gün bir Hüseynî’nin feryadına yol veriliyor. Ocaklara ateş düşüyor.
Samsun Cezaevi’nde 9 aydan beri hukuksuz bir şekilde tutulan İlahiyatçı
Hüseyin Penbe, kanser tedavisi görmesine rağmen tahliye edilmedi. Hastalığı
ağırlaşan Pembe, ne yazık ki cezaevinde hayatını kaybetti.
Baskı ve zulümler o kadar ağır ki,
tarifsiz travmalar yaşatılıyor.
Hangi birini dile getirelim ki?
Merhumun cenazesini, 2’si kadın olmak üzere 8 kişi iştirak edebildi.
Hüseyin Penbe’nin maruz kaldığı
zulmü, ne içeride hastalığın acısını yudumlarken ne de son yolculuğunda dile
getiren, kulak kesilen oldu.
Bir kaç cılız ses, korkunç bir sessizlik…
Zalimliği dile getirme cesareti gösterilemedi. Son yolculuk. 8 inanmış
mümin gönülle varılan kabristanın serinliği…
Yunus’un ifadesiyle gariplerin
göçü:
‘Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
Hangi birini sıralayalım ki?
Rize’de Ortaokul öğretmenliği yaparken, devlet tarafından gözaltına alınan öğretmen, vahşice darpedilmiş ve sonra da cesedi Samsun’un sahillerine, acımasız dalgaların kucağına atılmış olarak bulundu.
Doğum sancısı ile yargıç-polis zulmü arasında preslenen duygular…
Sezeryanla doğum yapmış bir anne. Hastane odasında ve tekerlekli sandalyede.
Bu anneyi, bu mübarek mevsimde
gözaltına aldıracak kadar ahlaktan ve hukuktan uzaklaşıldı.
Zıvanadan çıkmış bir hal, çivisi çıkmış hukuk…
Vicdanı paslanmış topluluk…
10 aydan beri eşini cezaevinde tutarak, Nazlı N. Mert’e acı çektirenler,
tam bir gözüdönmüşlük yaklaşımıyla doğumhane kapısında 3 gün polise nöbet
tutturdu.
Polisler, doğum sancısı çeken anneyi gözaltına almak için beklediler.
Nasıl bir mantıktır bu?
Bugüne değin, henüz kaydı düşülmemiş işkenceler…
Ankara’da, memleketin başkentinde oluyor bunlar.
Nazlı Hanım’ın, bu baskı karşısında tansiyonu düşüyor ve rahatsızlanıyor.
Sancıları iyice sıklaşınca, acil şekilde doğumhaneye alınıyor. Sonra da
gözaltı süreci…
Bursa’da benzer hazin bir tablo.
Din Kültürü Öğretmeni Elif Aslaner, doğumhaneden adliyeye götürülüyor.
Günlerce nezarethanede bekletiliyor.
Zonguldak’ta eşi 10 aydır tutkulu olan öğretmen Şule Akkaya, süt çağındaki 1 yaşındaki bebeği ve 3 çocuğundan ayrılarak
gözaltına alınıyor. Akkaya’nın süt çağındaki çocuğunu emzirmesi için, bebek tam 50 kilometre
gelgit yapıyor…
Öyle ya, artık her yöre Ker bela, her ay Muharrem, her gün ayrı bir yas…
Yalnız Fatma ana değil, Anadolu’nun bağrı yanık anaları da feryad-u
figanda…
Demek ki ibret alınmazsa tekerrür edermiş tarih, önü alınmazsa zalimlikte
Yezidler’le yarışabilirmiş modern çağın gaddarları.
Ve demek ki gariplerin bahtına hep yas düşmüş, düşüyor, düşecek. Felek
çarkın böyle kurmuş, ama garipler hep muştulanmış, muştulanıyor. Yarın elbet
onlarınsa ne gam Fatımalar’a, ne gam Hüseynîler’e…
Muharrem denince hep matem, keder, gözyaşı ve zulüm
akla geliyor. Peygamberlerin lütuflarla sarmalandığı bir ay olmakla beraber,
çok acı ve elim bir hadiseyle adeta karalar bağlamıştır.Gül Peygamber’in torunu
İmam Hüseyin Kerbela’da şehit şerbeti içince; matem, hüzün, bürümüş her yanı.
Yezidler ve Yezidi düşünce o günden bugüne, yaslı dillerle lanetlenmiştir.
Anadolu’nun masum insanları, her sabah ayrı bir zulmetle karşılıyor. Ebu Cehil,
cehaletiyle kıtalar aştığı gibi, Yezidi düşünceler de, dünyanın dört bir
yanında arz-ı endam etmeye devam ediyor.
Aslında asırlar önce yaşanan bu kara düşünce, bugün coğrafya ve sınır
tanımıyor artık.
Bir yanda, güç devşirip, kendi halklarına, dindaşlarına hayatı zindan
etmeye çalışanlar; diğer
yanda, dünyanın çeşitli coğrafyalarında inim inim inleyen Müslümanlar…
Zulüm urbalarıyla sahne alan; insanlığın yüz karası Yezidler, taşkın Yezidi
düşünceler…
Hüseyni düşüncenin varisleri, kâinat var oldukça Kerbela’yı unutmazlar. Bu
nefret kıyamete kadar…
Dualar onlarla, gözyaşları onlar için…
Gecelerini aydınlatanlar, ol garipleri unutmamalı, unuturlarsa vebal olur
pek tabii.
‘Yok mu isteyen, istediğini vereyim?’ diyen ve mazlumların iniltisini duyan
ve seherlerde münacaatları gözleyen Rabb’e sunulmalı dilekler.
Zira, gariplerin sahibi O. Fakirlerin hazinesi O. Ve zalimlerin iflahını
kesecek yine O.
Ne yazık ki Yezid zulmüyle arz-ı endam ettiğinde, konuşması gerekenler, dur
demesi gerekenler, lâl kesilmişlerdi. Bugün de Hüseyni düşüncenin taşıyıcıları,
Hakk dostları Hüseyinler eziyete maruz kaldığında, konuşması gerekenler, yine
derince sessizliği tercih etmektedirler…
Ortalığın dilsiz şeytanlardan geçilmediği, şeytanlar toylar kurup halaylara
durduğu bir dönemde, gariplerin Sahibi’ne yönelmek önemli bir ödev hiç
şüphesiz.
Ne acı dilsizşeytanlardan olmak, şeytanlar kafilesiyle cirit atmak.
Keşke, eski Türkiye’nin alışkanlıkları ‘Yeni Türkiye’ ambalajıyla yeniden
piyasaya sürülmese(ydi) ve sessiz yığınlar buna ilgisiz ve dilsiz kalmasaydı!
Son sözümüz; Ey Yezid’ler, kıymayın Hüseyin’lere ve Hüseyni
düşüncelere, diye haykırarak, zulümlere sessiz kalmayalım…
bitirelim isterseniz:
Hüseyin şehit düştü Anadolu Kerbelası’nda
HAPİSTEN FİRDEVS’E
UÇTU HÜSEYİN.
SOLDU PEMBE, ORTALIK
GECELEYİN.
MAHZUN OLDU DOSTLARI,
BENCİLEYİN.
DESTANSI ŞİİRLER SİZ
HECELEYİN.
GÜLDEN RENK ALMIŞTI,
SOYADI PEMBE.
GÜLLER DİYARINDA NURA
TALEBE.
HİZMET ULAŞTIRDI ONU
EDEBE.
RAMAZAN’DA ŞEHİT,
ÜSTÜN MERTEBE.
TAM GÖNÜL İNSANI,
BEKLENTİSİ YOK.
DOSTLUĞU DEĞERLİ,
SEVENİ PEK ÇOK.
MÜSTAĞNİ BİR DURUŞ,
GÖZÜ DE PEK TOK.
BİZE ELVEDASI ŞOK
ÜSTÜNE ŞOK.
KAYSERİ MAĞDURU İDİ
SEKSENDE.
BİR MÜDDET KALMIŞTI
ZATEN İÇERDE.
BAHSETMEZ ONLARDAN
ASLA BİR YERDE.
GERÇEK BİR ÇİLEKEŞ,
ALIŞIK DERDE.
ADAŞIM, KARDAŞIM VE
MESLEKDAŞIM.
ŞAHİDİM HALİNE, ZİRA
YOLDAŞIM.
AYNI MINTIKADA, HEM
SINIRDAŞIM.
YÜRÜDÜK BİRLİKTE, YOL
ARKADAŞIM.
NE HİCRANDIR BİZE,
UZAKTA OLMAK.
CENAZENDE ARKA SAFTA
YER ALMAK.
DUALARLA, GÖZ YAŞIYLA
YOLLAMAK.
BIRAKTIĞIN EVLATLARA
SARILMAK.
SEN ADINA YAKIŞANI
GÖSTERDİN.
DAVA ŞUURUNU HEP
SERGİLEDİN.
YENİ NESLİN İMANI İDİ
DERDİN.
ŞAHİDİZ HEPİMİZ, SEN
ŞEREFLENDİN.
(BÂRÂN)
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au