DOÇ.DR. SALİH YÜCEL
Bediüzzaman Hazretleri bir mektubunda ehli dünyanın “Said elli bin nefer
kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz” dediğini yazar. Onlara cevaben
“Ey bedbaht ehli dünya, bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde dünya
işini dahi bilmiyorsunuz, divane gibi hükmediyorsunuz.
Eğer korkunuz şahsımdan
dolayı ise bir nefer odamın kapısında durup bana çıkmayacaksın diyebilir. Eğer
korkunuz mesleğimden ve Kur’ana ait dellallığımdan ve kuvve-i maneviyeyi
imaniyeden dolayı ise, yanlışsınız elli bin nefer değil, meslek itibari ile
elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun” der. O zulüm döneminde Diyanet
İşleri Başkanı, Said Nursi’nin kapısını dahi çalan ona çarpılıyor diyerek ehli
dünyanın zulmüne bir nevi destek oluyor. Onun için Barla’da iken yedi yıl
boyunca yirmi dakika mesafedeki başka bir köye dahi gitmesine izin vermiyorlar.
Evet şeytanın senaryosu aynı, sadece figüranlar değişti. Bugün de ehli
haset, ehli delalet ile kolkola Hizmeti imaniyye ve Kuraniyye erlerine evhamdan
kaynaklanan aynı zulmü yirmi kat fazlası ile yapıyorlar. Yüzlerce anneyi dahi
bebekleri ile beraber suçsuz yere hapse atacak kadar insanlıktan nasipleri
kalmamış.
Tarih boyunca imana Kur’an’a hizmet edenler hakkında insi ve cinni
şeytanlar hep aynı korkuyu üretmis. Şimdi aynı senaryo, aynı korku. Kendisine
yetmiş küsür yıl boyunca zulmedenler hakkında Bediüzzaman bütün şahsi hak ve
hukunu helal etmis ve ayni seyi talebelerinden de istemis.
Peki ya Hocaefendi. 17 yaşından beri
zulüm görüyor. Bugüne kadar belki yüz küsür defa “zulmedenlere şahsi hak ve
hukukumu helal ettim” dedi. Hatta “Allah bana kötülük yapan herkese, ölmeden
önce bir iyilik yapmayı nasip etsin” diyor ve de fırsat geçtiğinde de iyilik
yapıyor ve sevdiklerine de yaptırıyor. İşte bir hatıram. İlk defa yazıyorum.
28 Şubat’ın Kudretli
Paşasını Ziyaret
İki binli yıllar. Ehli dünyanın 28 Şubat zulmü bütün şiddeti ile devam
ediyor. Daha önce Avustralya’da hastahanede gönüllü olarak müslümanları ziyaret
ettiğim için Hocaefendi bana “Amerika’da da hasta ziyareti yapabilir misiniz?”
diye sordu. Bende onu bir emir telakki ederek, hastayı ziyaret edene yetmiş bin
melek dua eder Hadisi Şerifini hatırlayarak o gün yaşadığım New York’ta hasta
ziyareti yapmaya karar verdim.
Hocaefendi bana şu veya bu hastahaneye git demedi. New York’ta yüzlerce
hastahane var. Hangisine gideyim derken, Manhattan’da Mt.Sina Hastahanesi’ne
müracaat yaptım. Resmi prosüdürü tamamladıktan sonra, yetkili beni hastahaneyi
dolaştırırken ziyaret yapmam gereken ilk hastanın kapısına kadar götürünce,
kapıda 28 Şubat’ın piri olan ve “Fethullahçılar (tabir için affınızı diliyorm)
hakkında ben geldim” diyen ölümcül bir hastalığa yakalanan paşanın ismini
gördüm. Bir an durakladım ama Hocaefendi’nin muhabbet fedailiği ifadeleri,
acaba onun hak ve hakikati kabulüne Allah beni vesile kılar mı ümidiyle elini
sıktım ve geçmiş olsun paşam diyerek doktora yaptığımı ve de bu hastanede
gönüllü olarak hastaları ziyaret ettiğimi söyledim. Bana karşı çok soğuk
davrandı. Fakat yanında bulunan hanımı bana çok centilmence davrandı. Aradan
bir kaç dakika geçmedi. Bir yakını içeri girdi beni alıp başka bir odaya
götürerek adeta hesaba çekti. Bana “Biz Tevrat okuruz” dedi. Ben de “Ben Kur’an
okuyarak huzur bulurum” dedim. Benim ziyaretimden sonra paşa okumak için bir
Kur’an Meali istemiş fakat aynı gün dünde bugün de dinci görünen fakat
çaktırmadan derin devletin kılıcını sallayan bir gazete, onun aleyhine bir şey
yazınca, paşa Kur’an meali okumaktan vazgecmis. Daha sonra bir başka arkadaş
bir şekilde ulaşıp paşaya bir ilyilikte o yapmış. Bunu Hocaefendi’ye arz edince
kendisine ve hizmetteki arkadaşlara bunca kötülük yapan birine ölmeden önce
iyilik yaptığımız için sevindi. Paşa ve akrabası beni araştırıyorlar. Hizmetin
kurmuş olduğu bir vakfın başında olduğumu tespit ediyorlar. Paşa ölmeden iki
hafta önce bir televizyonda yayınlanan “Ceviz Kabuğu” programına çıkıp son bir
kez Hocaefendi ve Hizmet erlerine daha önce tekrar ettiği iftiraları tekrar
ediyor. Öldükten sonra Türkiye’ye gidince bana çok kibarca davranan paşanın
hanımını eşimle beraber ziyaret edip başsağlığı dilemeye niyet ettim fakat onun
kaldığı siteye basörtülülerin girmesinin yasak olduğunu öğrenince yanımda eşim
olmadan gitmenin uygun olmayacağını düşünerek vazgeçtim.
Bunu şunun için yazdım. Bugün Ehli
haset 28 Şubat’ın öncüleri ile beraber Hizmeti imaniyye ve Kuraniyye erlerine
zulmediyor. Yaklaşık elli beş bin kişiyi zindanlara atarak, 150 bin civarında
insanı işten atarak, “aileleri ağaç kabukları yesinler” diyecek kadar
insanlıktan çıkmışlar. Yaptıkları zulümden dolayı vijdanlarında bir korku
yaşayıp, sarayları villalari kendileri hakkında manevi bir cehenneme
çevirmişler. İşte gördüğünüz. Zahiren bir iki bin polis, bir kaç yüz kapıkulu
hakim ve savcı ile bu kadar zulmettiniz. İşte maddi gücümüz bu kadar. Fakat
maneviyata gelince ey bedbahtlar aldanıyorsunuz. Zulüm abad olmaz. Bizden
korkmayınız, fakat zulmedenleri yutan cehennem alevleri karşısında titreyiniz.
Evet zalimler için yaşasın cehennem. yucelsalih@yahoo.com