Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Muharrem Okur, son haftalarda gündemden düşmeyen “doğumhane kapısından cezaevine” haberleri üzerine kendisine ulaşan bir mektubu köşesine taşıdı.
“Müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı”
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Muharrem Okur, son haftalarda gündemden düşmeyen “doğumhane kapısından cezaevine” haberleri üzerine kendisine ulaşan bir mektubu köşesine taşıdı.
“Müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı”
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Muharrem Okur, son haftalarda gündemden düşmeyen “doğumhane kapısından cezaevine” haberleri üzerine kendisine ulaşan bir mektubu köşesine taşıdı.
“Müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı”
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Muharrem Okur, son haftalarda gündemden düşmeyen “doğumhane kapısından cezaevine” haberleri üzerine kendisine ulaşan bir mektubu köşesine taşıdı.
“Müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı”
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak:
Geçen hafta memleketim Isparta’dan farklı bir mektup aldım.
Gerçekten içi yanan bir insanın çırpınışları. Yapım itibari ile normalden belki çok daha fazla hassasım. Belki de sebep budur. Fakat bu mektup beni çok etkiledi. Hâlâ üzerimdeki etkisi geçmedi. Hayatımda bedduâ, belâ okuma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Ancak bu mektuptan sonra niyetim değişti. Tabiki yine de bu belâların definin sırrının Üstadımızın ifadeleri ile Risale-i Nurlar’ın okunmasında, basılmasında, yayılmasında olduğuna inanıyoruz.
Cenâb-ı Hak bizlerin gayret, şevk, kardeşlik, kahramanlık duygularımızı geliştirsin.
Duygulu mektubumuzla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
*
Merhaba…
Günlerin aylara döndüğü zamanın çarkı içinde nelere şahit oldu bu günler. İstedim ki okuyan herkes dünyada, ahirette şahit olsun. Bu satırları okuyan herkesin gözleri şahit olsun. Bu, “Bir kişinin imanını kurtarmanın sürüler dolusu kırmızı tüylü koyundan daha hayırlı” olduğunu bilmese de insanların imanını kurtarmak için Üstadın açtığı yoldan giden insanlara şahit oldum. “Bugün Allah için ne yaptın?” tablosu evinin duvarın da asılı olmasa da her gün kendine “Bugün Allah için ne yaptım?“ diyenlere şahit oldum. Sonra gün geldi din bilmeyen hainlerin darbe adı altındaki ihanetleri bahane yapılarak hapsedilen binlerce masuma şahit oldum.
Geceleri evlâtlarının uykudaki ağlamalarından dolayı uyuyamayan annelere, her duyduğu iniltide evlâdının saçını okşayan annenin duyduğu bir iç çekiş ve “babacığım” kelimesi ile akan gözyaşlarına şahit oldum.
Babasını polislerin götürdüğüne evlâtları şahit olmadığı için şükreden anneler de, ellerindeki kelepçeyi evlâtları görüp üzülmesin diye saklayan babalar da gördüm. Uykudan uyanınca “Babam nerede anne?“ diye soran çocuğuna yutkunup “İşi var şehir dışına gitti“ diyen fakat “Babam şehir dışına gideceğin de bana söyler veda ederdi. Veda etmeden gitmezdi. Neden bu defa söylemedi. Babam nereye gitti anne?” diyen 6 yaşındaki evlâtlara şahit oldum.
Günler sonra ise soruların “Anne babam gitmeden ben uyurumda beni öpüp bana veda etti mi lütfen söyle“ diye ağlamalara dönmesine şahit oldum. Adliyenin arka kapısından çıkarılan babasını görünce sevinip “baba“ diye bağıran oğullar da, ellerinde kelepçe olduğu için el sallamayıp sessizce gözyaşı döken babalara da şahit oldum. O mavi renkli midibüslere binen babasının arkasından “Neden babam o arabaya bindi bizim arabamıza binmedi?” diye ağlayan sonra cezaevinin önündeki parmaklıklar arasında babasını bir daha istediğinde göremeyeceğini bilmeden babasının elini tuttuğu için gülen, günler sonra bile gördüğü her midibüse “Bu babamın bindiği araba” diyen oğullar gördüm.
Aylar sonra babasını gördüğünden babasını unutan yavrulara da şahit oldum. “Baba bak ben okula başladım” diye okul formasıyla babasının yanına giden “Bir gün okuldan gelince babam bana kapıyı açsın” diye her gece yatağına girince ağlayan evlâtlarına şahit oldum.
Bakkaldan gelen annesine sarılıp “Ya sen de gelmesen biz kiminle kalırız, bize kim bakar?“ diyen yavruların günler sonra “Eğer bir gün anne sen gelmezsen eve, ben kardeşimin elinden tutar komşumuz Hatice Teyzeye sağıma soluma bakarak dikkatlice giderim, senin eve gelmediğini söylerim ve anneannemi aramalarını rica ederim anne” demelerine şahit oldum.
Zannettim ki böyle gidecek. Çünkü hiçbir devirde kadınlar, kızlar tutuklanmamış, çocuklar annesiz kalmamıştı. Fakat bir süre sonra anneler gidip de gelmemeye başladı.
Gelinlik çağındaki kızlar gidip de gelmemeye başladı.
Halbuki savaşta bile kadınlara dokunulmayacağını söyleyen bir dine mensuptuk.
Fakat kadınlara kadın oldukları unutulmuş gibi işkenceler yapıldığını duyar olduk.
Evlât hasretine dayanamayıp aklî dengesini kaybeden annelere şahit olduk.
Bir günlük evlâdıyla beraber doğumhaneden cezaevine götürülen annelere şahit olduğumuz gibi yavrucuğunu emziremediğinden süt sıtmalarına tutulan, kesilinceye kadar sütünü sağıp lavabolara döken annelere de şahit olduk.
Onlarca yeni doğum yapmış annenin bebeklerini emzirmelerine izin verilmediğine şahit olduk.
Halbuki müşrikler hamile olan kadınlara dokunmamıştı.
Hz. Peygamber (asm) hicret ettikten sonra Mekke’de geride kalan hanımlarına, kızlarına kimse dokunmamıştı.
Fakat biz annesiz bırakılan engelli yavrulara şahit olduk. Evlât hasretinde ağlamaktan gözlerini kaybeden anneleri de duyduk. 40 yıllık hayat arkadaşı gidince yapayalnız kalan teyzeler de duyduk. Bakacak kimsesi yok denilerek anne-babası tutuklanıp kendileri kimsesiz çocuklar yurduna konulan evlâtlar ve sonra onları oradan almak için milyonların istendiğini de duyduk.
80 yaşındaki baba ile 60 yaşındaki oğulun aynı koğuşta bir arada kalmasına tahammül edilemeyip koğuşlarının ayrılmasına da şahit olduk. Anne ile kızın aynı koğuşlardan alınıp farklı illere götürülmelerine de şahit olduk. Eşine, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşine olan hasretini evlâtlarına olan hasretiyle unutmuş anneler de duyduk. Anne babası farklı illerde tutuklu evlâtların onlarca kilometre yolculuk yaptıklarını da duyduk.
Zulüm arttıkça arttı. Hapis yetmedi, ölümler gördük. Balkondan atılanları duyduk. Balkondan düşüp de vefat eden eşe yedi saat “henüz savcı gelmedi” denilip yaklaştırılmayan eşleri, anaları, evlâtları gördük. Sonraları, meçhul bir arabanın gelip sekiz yaşındaki evlâdının gözü önünde bir meçhule götürülen babalar duyduk.
Tüm bunlar müşriklerin bile “haram ay” deyip savaşı durdurdukları Ramazan ayında bile durmadı…
Bütün bunlar olurken bir tane bile “Neden bunlar benim başıma geldi” diye isyan edene şahit OLMADIM! Her gözde yaş vardı, ama hiçbir dilde isyan yoktu. Hep “hamdolsun”lar vardı. “Bütün bu olanlardan çok bunları izleyip sessiz, tepkisiz kalan insanlar daha çok kahrediyor.” diyen dillere şahit oldum. “Affet Allah’ım! Zulme rıza zulümdür. Biliyoruz zulme razı oluyorlar. Affet Allah’ım!” diyen dillere de şahit oldum.
Bu satırları evlâtlarından ayrı kalma korkusu yaşasa da Allah’ın bir lütfu olarak evlâtlarına kavuşan, eşinden yaklaşık bir yıldır ayrı olan bir eş, 3.5 yaşında olmasına rağmen “Anne üzülme babalar yakında gelecek “ diyen “Sana bir şey olursa anneannem var“ diyen iki yavrunun annesi olarak duyduklarımı, gördüklerimi sizlere yazdım. Sizler de şahit olun. Rabbim zaten fazlasına şahit. Bu yapılan tüm zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi. Zulümleri duyuran olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun. Teşekkür ediyorum size Yeni Asya ailesi…
Kaynak: