Bir kaç gün önce 15 Temmuz darbe girişiminin sene-i devriyesiydi. Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” olarak gördüğü kontrollü darbe girişimi gizemini korumakta. 15 Temmuz 2016 akşamı gerçekleşen ve hala netleşmeyen bu askeri kalkışma, Erdoğan ve destekçilerinin Hizmet Hareketi mensuplarına karşı giriştiği soykırımın başlangıç tarihi oldu.
Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonu’na ifadeye gelmemesiyle aslında kontrollü darbe tezi, daha da güçlendi. Darbe kumpasının hedefinde, 15 Temmuz sonrasında yapılan ve insanlık suçuna giren cadı avı ile Hizmet Hareketi’nin olduğu çok açık. “Darbe başarılı olsaydı insanlar keyfi biçimde tutuklanacaktı” diyen AKP’li Yasin Aktay’a, bu ifadesi üzerine herhalde şunu sormamız gerekli. Başarılı olmamış haliyle; 150 binden fazla insan işinden oldu, iş kurmaları ya da herhangi bir yerde çalışmaları engellenerek açlığa mahkum bırakıldı. 90’lık dededen, kundaktaki bebeğe kadar, 170 bine yakın insan gözaltına alındı ya da soruşturmaya tabi tutuldu. En az 51 bin insan hapse atıldı. 200 civarında medya organı kapatıldı, 264 gazeteci ve medya çalışanı hapsedildi. Binlerce gazeteci işsiz kaldı, yüzlercesi sürgüne zorlandı. 15 üniversite dahil binlerce eğitim kurumu kapatılarak 22 binden fazla akademisyen bu süreçten etkilendi. Aralarında ordu komutanlarının da olduğu 169 general, 7 bin civarındaki subay “darbeci” suçlamasıyla hapsedildi. Binden fazla avukat gözaltına alındı, 500’den fazlası tutuklandı. Gözaltındayken veya hapisteyken şüpheli şekilde ya da gördükleri baskı veya işkence sonucu intihar ederek öl(dürül)enlerin sayısı 80’ni aştı. Şehirlerin göbeğinde mafya yöntemleriyle güpegündüz kaçırılan ve haber alınamayan insan sayısı 13’ü buldu. 22 binden fazla öğretmen, öğretmenlik lisansı iptal edildiği için mesleğini icra edemiyor.
On binlerce insanın evlerine, mülklerine el konuldu. Suçun şahsiliği göz ardı edilerek en mutlu günlerinde nikah masasında gelin ve damat tutuklandı, hamile bayanlar son günlerinde cezaevinde tutularak hücrede sağl
span>ıksız koşullarda tek başına doğum yapmak zorunda bırakıldı. Kötü muamele ve olumsuz hapishane şartlarından dolayı doğmadan anne karnındayken kaybedilen bebekler ve doğum yaptıktan sonra bebeğini emzirmesine izin verilmediği için sütünü lavaboya dökmek zorunda bırakılan masum annelere yapılanlar, insanlıktan çıkmış bir zihniyetin, zulüm ve kıyımlarından sadece bazıları. Başarılı olmamasıyla bu kadar zulüm ve hukuksuzlukların yapıldığı çakma darbe girişimi, acaba başarılı olsaydı daha ne olabilirdi ki?
Türkiye’de bu kadar yapılan zulmü dile getiren basın yayında olmayınca toplum, neredeyse yüzde 98’i iktidarın şakşakçılığını yapan medya sayesinde işlenen suçları, hukuksuzlukları, haksız yere eşlerinden, çocuklarından koparılan aileleri göremiyor, duyamıyor. Neyse ki, mazlum ve mağdurun yaşadıklarını basın yayın sorumluluğu ilkeleri gereği haber yapan medya kuruluşları da var. Alman ‘DIE RHEINPFALZ’ gazetesi de bunlardan biri. Gazete 3.sayfasının tamamını Türkiye’deki cezaevlerindeki bebeklere ayırdı. ‘Cennete çok uzak’ başlıklı haberde ‘Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ni terör örgütü ilan etmesine rağmen aradan geçen bir yılda bunu ispatlayamadığına vurgu yapılıyor.
Avustralya’dan bir insanlık örneği
Sizlere yıllar önce duyduğum ve unutamadığım vicdan ve merhamet örneği bir olayı aktarmak istiyorum. Avustralya’ya ilk geldiğim yıllarda, misafir olduğum kıymetli bir abimizin anlattıkları hala aklımda. Gazetemizde de sık sık yer alan ve son olarak ‘Sütünü lavaboya sağan annelerden bir tanesi de Hümeyra Er’ başlıklı haberi okuyunca, bu hatıram canlandı zihnimde. Mildura’da üzüm bağı sahibi aile dostumuzun anlattıklarını sizlerle paylaşmak istedim. Detaylarını çok hatırlamamakla beraber, olay şöyle; Bilindiği üzere Mildura, Melbourne şehrine yaklaşık 500 kilometre uzaklıkta ve 20 yıl önceki durumu itibarı ile üzüm bağları, portakal bahçeleri ile meşhur bir tarım bölgesi(ydi). Abimiz de o zamanlar Mildura’da, ailesi ile birlikte bağcılık işi ile uğraşıyor. Ailenin bir kız çocuğu dünyaya geliyor ve bir müddet sonra yeni doğmuş bebeklerini tedavi için Melbourne Çocuk Hastanesi’ne göndermek zorunda kalıyorlar. Ama aile Mildura’da. Anne sütünün bebek için ne kadar hayati önem taşığını bilen hastane yetkilileri, yeni doğan bebeğin bundan mahrum kalmaması için annenin sütünü Mildura’dan günlük olarak getirtmek istiyorlar. Ne kadar süre devam ettiğini bilemiyorum ama aile, bebeğin ana gıdası olan anne sütünü her gün uçak ile Mildura’dan, Melbourne’deki hastaneye gönderiyor.
İşte bir tarafta 2017 Türkiyesi’nde anne ve bebeklerine yapılan zulüm, diğer tarafta bundan 20 yıl önce Avustralya’nın insana verdiği değerden sadece bir örnek. İşte onun için Türkiye bugün milyonlarca insanın adalet arayışı içinde olduğu bir ülke, Avustralya ise mazlum ve mağdura kapılarını açan ülke olarak anılıyor. Bu sadece bir örnek. Belki buna benzer bir çok yaşanmış insan hikayeleri mevcuttur; bu hukuk, adalet, insanlık ve özgürlükler ülkesi Avustralya’da. z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au