Türkiye’de 24 Temmuz 1908 tarihinde, 2. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte daha önce Osmanlı’da süregelen sansür uygulamasına da son verilmiş. Daha sonra da gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın ortaya attığı fikirle her yıl 24 Temmuz tarihi, Basın Bayramı olarak kutlanmaya başlanmış. 17-25 Aralık operasyonlarından sonra başlayan ve 14 Aralık 2014’de Zaman’a yapılan baskınla devam ederek “15 Temmuz, kumpas darbesi ile 149 medya kuruluşu kapatıldı. 250’ye yakın meslektaşımız tutuklu, 120’ye yakını da Türkiye’deki baskıdan dolayı çareyi, zorunlu olarak yurtdışına çıkmakta bulmuş.
Stockholm Center For Freedom’un (SCF) araştırmasına göre; 10 binden fazla gazetecinin işini kaybettiği bir Türkiye’de, ‘Basın bayramından’ söz edilebilir mi? Böyle bir bayramın varlığı hatırlanabilir mi? Elbette ki hayır.
AKP’nin eliyle bir gazeteci hapishanesine dönüşen Türkiye’nin, Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Meclis’teki grup toplantısında 24 Temmuz ‘Basın Bayramı’nı hatırlatarak, ülkenin yüz yıl öncesindeki uygulamalara döndüğünü söyleyerek, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması temennisini bir kez daha dile getirdi.
Demokrasisi askıya alınmış, meclisi çalışamaz hale gelmiş, basını da bir tek kişinin emir komuta mekanizmasına dönüşmüş Türkiye’de, bırakın sansür yasağını, doğru haberi bile bulamıyoruz, ne yazık ki…
Ülkenin Cumhuriyet tarihi ile yaşıt resmi haber ajansı bile doğruya çok rahat yalan diyebiliyor. Hakeza, gazeteler de ticari rant kaygısı nedeniyle iktidarla ters düşmemek için yalan ve asparagas haber yarışında liderliğe oynuyorlar. Yeni Asır ve Sabah Gazetesi’nde yıllarca muhabirlik yaptıktan sonra İzmir Anadolu Ajansı’nda göreve başlayan İbrahim Evrim Ayral’ın, Fatih Terim ve damatlarıyla ilgili yaptığı haberin, habercilik ilkelerine uymadığı gerekçesiyle yayınlanmaması üzerine istifa etmesi, yakın zamanda verebileceğimiz en çarpıcı örnek. Personelimiz olmayan bir şahsın kurumumuzdan istifa etmesi hiçbir anlam ve doğruluk içermemekte diye açıklama yapan ajans için muhabir Ayral ise; sosyal medya hesabından kurum kartını yayınlayarak “Dünyanın neresinde olursa olsun bu bir haberdir. Haber muhabir için namustur ve ben namusumu temizlemek için istifa etmekten başka yol bulamadım” diye cevap vermişti. Ayral ayrıca yapılan haksızlık karşısında da şu soruları sorarak devletin resmi haber ajansının düştüğü duruma dikkat çekmişti; Sevgili AA’ya iki soru: AA ile sözleşme imzalamış, fotoğraf ve haberi ajans tarafından servis edilen biri ajansın nesi olur? Kendi isteğiyle ayrılırken yaptığı harekete ne denir?
Şüphesiz, kontrollü darbeden beş gün sonra, 20 Temmuz’da, AKP iktidarı tarafından çıkartılan OHAL kararnamesi ile en fazla basın mensuplarına darbe vuruldu.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Heather Nauert de Cumhuriyet Gazetesi davası ile ilgili suçlamaları inandırıcı bulmadığı için, OHAL koşullarında, keyfi tutuklamalar yapıldığına inandığını ve gazetecilerin serbest bırakılması gerektiğini söyledi. Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Tevfik Kızgınkaya da, Türkiye’de kapısına kilit vurulan ve hukuksuzca hapse atılan gazetecilerin durumunu şu şekilde özetliyor; Gazetecilik halkın can suyudur. İçtiğimiz su kadar, aldığımız hava kadar yaşamsal değere sahip bir meslektir. Gazetecilerin terör örgütü gibi, hain gibi ifadelerle yaftalanmasını kesinlikle reddediyorum. Bunlar kendilerine doğru haber akışı sağlayan insanları, toplumun nezdinde itibarsızlaştırma çabalarıdır ki, bu yanlıştır. Gazetecinin yaptığı haber toplum içindir, halk içindir. Birinin istekleri doğrultusunda veya kişiler için yapılan haber, zaten gazetecilik değildir. Halkımız gazetecilere ne kadar sahip çıkarsa, demokrasiye ve yarınlara da o kadar sahip çıkmış olur.
Evet, Türkiye’nin en çok satan ve okunan gazetesi Zaman’a baskına gelindiğinde sadece okuru, aboneleri ve gönül verenleri değil, tüm basın kuruluşları ve toplumun geneli sahip çıkıp, bu pespayeliğe dur demiş olsaydı, belki Türkiye bundan dolayı şimdiler de, dünyada en fazla gazetecileri hapse atan ülkeler arasında ilk sıralarda yer almazdı.
Medya için; ‘Halkın gözü ve kulağı’ tabiri kullanılır. Maalesef günümüz Türkiye’sinde, halkın gözü kör, kulağının da zarı patlatıldı. Ne yazık ki, halkın sesi ve kulağı olan medya, iktidarın basın bülteni, gazeteciler ise; borazanı haline getirildi. Dolayısıyla toplumda, iktidarın her yaptığını alkışlayan ve bununla da övünür oldu. Kimsenin kişilik haklarına hakaret etmediği, şiddeti desteklemediği, küçük düşürücü ifadeler kullanmadığı sürece attığı manşet, çizdiği karikatür, yazdığı haber, yayınladığı fotoğraf veya köşe yazısından dolayı gözaltına alınıp, işinden, aşından ve ailesinden koparılarak hapse atılmaması gerektiğini bir kez daha burada vurgulayarak, yazıyı Cumhuriyet Davası Koordinasyonu’nun basın açıklamasında yer verdiği Kanadalı yazar, şair, söz yazarı ve müzisyen Leonard Cohen’in şu mısraları ile bitirelim;
“Herkes biliyor geminin su aldığını,
Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini,
Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu.”
z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au