Sevgili Şahin,
Bugün özgürlüğünün elinden alınışının birinci yıldönümü. Tam 365 gün önce eve baskının haberini aldığımda içim cız etmişti, ve o sabah ilk düşüncem, ”Şahin’i de aldılarsa herkesi, ama herkesi içeri alacaklar. Bu devleti ele geçiren barbarlar için sadece zaman meselesidir” olmuştu.
Bana göre; senin gibi özgürlük tutkunu, demokrasi savaşçısı bir aydının barbarların saldırısına maruz kalarak ters kelepçeyle parmaklıklar ardına konması, başka bütün işaretlerden daha kuvvetli biçimde ‘Perşembe’nin gelişinin Çarşamba’sı olduğunun’ işaretiydi.
Tam 40 yıllık bir dostluğumuz, kırılması mümkün olmayan bir ağabey-kardeş ilişkimiz var. Seni çok az kişi benim kadar iyi tanır, ve yaşananların kurbanı olarak seçilmen, bu açıdan, bana bu rejimin ne kadar sınır tanımaz, ne kadar kararlı ve ne kadar kurnaz olduğunun kanıtı olmaya yeter. Haberi aldığımda yurtdışındaydım, yaklaşan felaketi sezmiştik, tercihlerimizi de karşılıklı belli etmiştik.
Ben kendi adıma, geçen 365 günün de gerisinden başlayarak, memleketin başına çözülmesi birkaç kuşak alacak bir çorap örülmekte olduğunu sezmiştim ve açıktı ki, gelen dalga, kendi ideolojik blokajları nedeniyle gelişmeleri flu görebilen, ama iyi niyeti açık olan her kesimi silip süpürecekti.
Şu anda başta olan şahsiyetlerin ve ekiplerinin akılsızlığı, kibri, aymazlığı, arsızlığı ve şark kurnazlığı yüzünden, geleneksel ceberrut devlet tarihi fırsatı yakaladı, muhalefette savaşan kesimlerin birbirlerine karşı alerji, garez ve zaaflarını yakaladı, ve bunların kullanımı üzerinden ahmakça, bir Türk-İslam Sentezi’ni işletime koydu.
Hepimiz inan ki elimizden geleni fazlasıyla yaptık. Ama, iyi niyetin değer bulmasında, büyük resimde buluşamadık. Memleket, ahmaklar sürüsünün iktidarı ve rantlarını paylaşma hırsı uğruna, bir çıkarcılar grubunun ‘yeni uzlaşma’sının sonucunda rehin alındı.
Demokrasi için ne kadar çırpındığının tanığıyım. Senin şanssızlığın, memlekette muhalefet tekelini kendilerine vehmeden bazı grupların kışkırttığı liberal düşmanlığı oldu. Özgürlük kadar, eşitliği de savunduğun için her zaman liberal çizginin sol kanadında yer aldın. Demokrasi savaşının adil ve uygarca geçmesi için önceliği demokratik anayasa kavgasına verdin.
Ama Türkiye’nin arkaik siyasi alanında yer iddia eden zihniyetler bunun değerini anlamadı. Kendilerinde yerleşik bariz hataları maskelemek için bütün suçu liberallere yüklemek en kolay işti, çünkü bu onları kendilerine eleştirel gözle bakmaktan kurtarıyor, cadı avına kapı açarak aidiyetlerinin kutsanmasını sağlıyordu.
Türkiye’de bu böyle olsa da, Batı’da, özellikle akademi ve medya çevrelerinde, Türkiye’nin en çok saygı duyulan özgürlükçü seslerinden birisin. O kesimler senin, sadece liberal kesimlere değil, Türkiye’de demokrasi isteyen sağ veya sol, Kürt veya Gayrımüslim tüm kesimlere değer verdiğini, onları bizzat ne kadar demokrasi mücadelesine teşvik ettiğini de biliyorlar. Çünkü, onların bildiği ve Türkiye’de kendisine önem atfeden bazı muhalefet kesimlerinin hala anlamadığı nokta, aydını aydın yapan temel değerin hümanizm olduğudur. Eğer Türkiye bugün sefil bir şekilde kendi kuyruğunu kovalayan, saplantılarıyla kör dövüşü yaşayan bir memleket ise, esas sorun buradan başlamaktadır.
Senin Orwell’i dehşete düşürecek bir nedenle hapiste bir yılını geçirmen, bu bakımdan, hem iktidara hem de muhalefete hakim olan sığ zihniyete dair bir açıklama sunuyor herkese; Türkiye’nin trajedisini anlamamıza yardımcı oluyor.
Beni asıl üzen, dışarıda akademi dünyasında bunca insan senin durumundan kaygı duyar ve bunu ifade ederken, seninle yıllarca irtibatta olmuş, aynı masa etrafında fikir takası yapmış, aynı masada sohbet edip şakalaşmış, yüzüne gülmüş olan akademisyen ve düşünce kuruluşu temsilcisi insanlardan hiçbir ortak itirazın yükselmemiş olmasıdır.
Hayatı boyunca hiç kimseye zarar vermemiş, herkesin iyiliğini istemiş bir sol liberal, ‘iflah olmaz’ bir gerçek hümanist, asla ve asla böyle bir umursamazlığı, sırt dönmeyi hak etmiyordu.
Ama ne yapalım ki Türkiye elitinin kumaşı bu; riyakarlık, ürkeklik, fırsatçılık, sinsilik ve medeni cesaret yoksunluğu. Kaybeden onlar, sen değilsin.
Ama bil ki, seni hatırda tutmaktan kaçanlar, hapisteki pek çok değerli insan kaynağımızın acı çekmesine isyan etmeyenler tek tek not edilmiştir. Onlar, memleket tarihinin bu en karanlık anında şu veya bu nedenle basiretsiz kalanlar olarak elbette yüz karasıdırlar.
Sevgili Şahin,
Durum 365 gün öncelerinden sezdiğimizden de kötü. Memleket şeytani bir ortak zekanın, kötülüğün tam tutulması altında.
Bak, bir zamanlar beraber demokrasi ve çoğulcu düşüncenin bir arada yeşermesi adına mücadele verdiğimiz Cumhuriyet’te, sevgili arkadaşlarımız, 1930’lar Almanya’sını, Sovyet Rusya’sını aratan bir kanunsuzluğun elinde, senin gibi, parmaklıklar ardında yaşamaya mahkum ediliyor.
Bugün yaşanan hukuk parodisi ardından Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Akın Atalay yeniden hücreye gönderildi. 170’e yakın meslektaşımız içerde ve hepsi de siyasi mahpustur. Bu zorbalığı kabul edeceğimizi sanıyorlarsa yanılıyorlar.
Ama gerçekçi olalım: Bu kez, kurulmaya çalışılan rejim, sadece ve sadece teslimiyeti, tek sesliliği; sadece huzursuzluk vaat eden ucube bir modeli, Türk-İslam Sentezi’ni bize zorla giydirmeye çalışıyor.
Olmayacak, en azından mesleğimizin onuru için, gerçekler adına direneceğiz. Kolay değil bu kavga, göreceğiz.
Bugün Cumhuriyet davasının kepazeliklerini izlerken, Yahya Madra’nın twitter’den gelen notları dikkatimi çekti.
Bu davanın özelinden genele dair gerçekçi öngörüler de içerdiği için paylaşmak isterim:
Bu davada geri adım atılması mümkün değil… Tam tersine daha sert bir saldırı geliyor—çaresizlik ve siyasetsizlik buna işaret ediyor. Açık açık söylüyorlar zaten, Cumhuriyet davası 7 Haziran’da doğan özgürlükçü, demokrat ve halkçı ittifâkın ezilmesi amaçlıdır.
Cumhuriyet davasındaki F..Ö çerçevesi mühim değil, onu bırakırlar, asıl dert yayın politikasını değiştirerek özgürlükçü bir yönelime girmesi. Bu özgürlükçü yönelim “ateşkes” sayesinde açılan nefes ortamında Gezi’den 7 Haziran’a uzanan yeni toplumsal muhalefete karşılık geliyor.
Bu yeni toplumsal muhalefetin en önemli niteliği TR’deki siyaset bezirganlarının beslendiği fay hatlarını dikey kesebilme kapasitesi idi. Sekülerle dindarların, Kürtlerle Türklerin, emekçilerle çevre hareketinin bir araya gelme olasılığı iktidardaki köhne biçareler için tehdittir.
Bu toplumun onun ensesine kene gibi yapışmış bu köhne iktidarı silkeleme imkânı var ama bunun için kurucu fantazilerini katletmesi gerekiyor.
Bu da tarihimizle daha çok yüzleşmek, egemen ulusluk hâlimizi masaya koymak ve ittifâk etmeye gönül indirmeyi gerektiriyor. Bir de gündemi ekonomi politiğe kaydırarak emeğin sömürüsü, hanenin borçlanması, ve doğanın yağmasını öne çıkaran bir siyasetin inşasını…
Sevgili Şahin,
Bunlar senin de hayalini kurduğun ‘huzurlu ortak geleceğin’ önünün nasıl kesildiğini ve nasıl açılacağını anlatan ifadeler.
Seni tanıdığım son 40 yılını nasıl demokrasi mücadelesine adadığının tanığıyım. Ama faşizm böyle tanıklıklara değil, paranoyak şizofrenlere, ikiyüzlülere, utanmazlara, ruh kiracılarına, insanlıktan nasibini almamışlara, farklı fikirlerin de gerçeğin parçası olduğuna inanmayanlara, kötülük çetelerine önem, itibar ve ikram atfeden bir rejimdir.
Bil ki, seni sevenler olarak bir an önce özgürlüğüne kavuşmanı diliyoruz. Hapiste fikirleri ve itirazları nedeniyle tutulan binlerce siyasi mahpus gibi.
Elbette açık ki memleket siyaset lumpeni, cahil ve holigan bir kadronun elinde oyuncak oldu ve bu grubun etrafına doluşmuş çürük ve asalak kesimlerle birlikte iktidarı bırakması hiç de kolay olmayacak. Yumuşamayacak ve toplumsal uzlaşma aramayacaklar.
Demokrasiden geriye ne kadıysa kökünü kazımak için her şeyi yapıyorlar, daha beterini yapacaklar. Bu daha başlangıç.
Ama, Meclis’i kadük etseler de, muhalefeti zincirleseler de; yargıyı, medyayı ele geçirmiş olsalar da yıldıramayacaklar.
Sana sabır ve sağlık diliyorum. Kalbimiz sizlerle atıyor, aklımız sizde.
En derin sevgilerimle.
Yavuz Baydar – artıgerçek