‘Bu süreçte Mustafa Kayapalı, Hüseyin Pembe gibi ve daha bilemediğimiz büyük lokmalar da birer kurban olarak ruhlarının ufkuna yürüdüler. Cenab-ı Hak hepsine rahmet eylesin…’
Mehmet Feyzi Efendiyi anlatan eserinde İhsan Atasoy Bey, yurt içinde ve yurt dışında vaizlik ve müftülük görevlerinde bulunmuş Mustafa Akbal’dan şunları naklediyor:
“14 Aralık 1975 günü Tosya’dan 17 kişilik bir grup halinde Mehmed Feyzi Efendi’yi ziyaret etmiştik. Böbrek taşları sebebiyle şiddetle sancı geçirdiği bir zamana rastlamıştı. Herkesin ayrı ayrı hatırını sorduktan sonra dedi ki: ‘Küfür ve şerlerin azgınlaştığı zamanlarda zemin galeyana gelip bedel olarak BİR BÜYÜK LOKMA, BİR KURBAN İSTER. Öyle zamanlarda ufak lokmaları onu doyurmaz. Mevlana Celaleddin-i Rumî zamanında yer sarsıntıları gayet çoğalmış. Demişler ki: ‘Efendi Hazretleri bu nedir?’ Buyurmuş ki: ‘Zemin acıktı, büyük bir lokma istiyor! Nitekim birkaç gün sonra Mevlana Hazretleri ebedî âleme göçmüş. Meğer o lokma kendisiymiş.”
“Ramazan’dan beri azgınlaşan küfür ve isyana bedel olarak Kurban Bayramı arefesine rastlayan günlerde zemin büyük bir lokma istedi. O lokma da çok değerli ve çevresine pek faydalı bir âlim olan Ilgazlı Hacı Ahmed Efendi oldu. Onunla zâhiren bir ilgimiz yok gibi idiyse de bâtınen birbirimize bağlıydık. Onun öldüğü gece öyle bir sancım tuttu ki: ‘Tamam, ölümüm geldi!’ demiştim. Kuvvetli bir hisle öleceğimi zannetmiştim. Tevafuka bakınız ki, Merhum Ahmed Efendi ile hastalıklarımız da aynı idi. Onun hastalığı idrar yollarından, benim ki de böbreklerdendi. Bizim yerimize o merhum tercih edildi ve gitti. Biz de Allah’ın inayetiyle o şiddetli ölüm sancısından bir derece ferah bulduk.”
“Hem öteden beri âdetullaha göre bu arefede önemli bir hadise vuku bulur. ‘Âlimin ölmesi âlemin ölmesidir!’ Ilgazlı Hacı Ahmed Efendi’nin ölümü müminler için büyük bir kayıptır. Ölümü aynı güne isabet eden (…) gibi zındıkların ölümü de müminler için büyük bir müjde ve zaferdir.”
“Allah’a çok şükür, ehl-i küfür ve nifakın Ramazan’dan bu yana arafeye kadar sürdürdükleri azgınlık ve kurdukları çeşitli planlar, Kutbu’l-Azam’ın Arafat’ta yapmış olduğu duasıyla akîm kaldı, tesiri zîr ü zeber oldu. Ve uzaktan gelen bir mücahidin duası da buna eklendi.
“Hayırlı geçmesi Allah’tan arzu edilen bir ömür müddeti içinde sebepsiz olarak ölümün tâcilini (hemen acele gelmesini) istemek yersizdir, lüzumsuzdur. Fakat şer ve isyanla geçmek tehlikesi olan bir ömür için de ölüm daha iyidir.
“Sizlere her zaman arz ettiğim, gibi artık dostlara fazla yük olmaya başladık. Ölümümüze muntazır halde bekliyoruz. Hem yaşımız 63’ü itmam etti.”
Mehmed Feyzi Efendi biricik hayat arkadaşı hanımının erken vefatından sonra, zaten rahatsız olan bünyesi iyice sarsılır. Dünyaya karşı bağları iyice zayıflar. Eski hali görülmez olur. Artık kendi tabiriyle ‘Sükûtîlik’ yani sessizlik dönemine girer. Toprağa ait olduğunu ve ‘Turabîliğe’ yaklaştığını ifade eder. Ziyaretçileri kabul edemeyeceğine dair kapısına bir yazı astırır. Görüşmek için ısrar edenlere, ‘Artık bizi ölülerden sayın ve ruhumuza bir Fatiha okuyun!’ der.
Mehmed Feyzi Efendinin oğlu Münip Bey, son günlerini anlatırken şöyle der:
“1989’un Ocak ayının birinde ağır üşütmeden dolayı rahatsızlanmıştı. Ama sonra şifa buldu. Mart ayına girdiğinde heyecanlı bir ruh hali vardı. Bir hafta önce otururken düşünceli bir şekilde bana, Miraç Kandilini sormuştu.
“Haftaya cumartesi dedim. Yine de ‘Takvime bakarak söyle!’ dedi. Ben takvime baktım: ‘Evet doğru, haftaya bugün’ dedim. Durdu: ‘Yahu’ dedi. ‘Uzun süredir bir misafir bekliyorduk gelmedi!’ Böyle bir takım şeyler söyledi. O zaman misafiri biz maddî mânada biri gelecek diye anlıyorduk. Derinliğine düşünemiyorsunuz. Tabii bu bir işaretti ama o anda biz anlamıyoruz.
“Vefat edeceği gün, ‘Artık gelenlere rahatsız olduğumu söyle, görüşemeyeceğim’ dedi. Derken kapı çaldı, ben de pazardan yeni gelmiştim. Çankırı Yapraklı’dan kalabalık bir grup gelmişti. Onlarla ayaküstü görüşüp salavatladı.”
“Son günlerinde, ilaçlarını ve yanından hiç eksik etmediği enfiyesini de almaktan vazgeçti. Uzun bir sefere hazırlanır gibiydi. 1989 Mart ayının 4’ü Cumartesi günü Fahr-i Âlem Efendimizin (S.A.S.) semalara yükseldiği Miraç Gecesi öncesiydi. Bir gün önce mutadı üzere Şeyh Şaban-ı Veli Camiine Cuma’ya çıkmıştı. İnebolu’dan ziyaretine gelen bir vatandaş onunla görüşmek üzere sıraya girmiş. Sırası gelince o zat elini öpmüş, fakat Mehmed Feyzi Efendi, elini bırakmamış, bir ayrılık hasreti içinde bir müddet tutmuş.”
Mehmed Feyzi Efendi, 4 Mart Cumartesi ikindi vaktinden önce namaza hazırlık için abdestini tazeler. O sırada minareden Ezan-ı Muhammedî okunur. Yavaş yavaş ruhu çekilmeye, bedeni yere doğru süzülmeye başlar. Doktorunu çağırırlar. Yakınlarının yardımı ile yatağına yatırılır. Dilinde daima ‘Allah Allah’ zikri vardır. Doktor gelir kendisine masaj yapmaya çalışır. Fakat nafile, ruhu bedenini terk etmeye başlamıştır. İkindi ezanlarıyla birlikte ruhunu Rahmana
teslim eder…
teslim eder…
Bilemiyoruz o tarihte nasıl bir belaya sadaka ve kurban olarak, bir büyük Lokma halinde gitti!..
Bu süreçte de Mustafa Kayapalı, Hüseyin Pembe gibi ve daha bilemediğimiz büyük lokmalar da birer kurban olarak ruhlarının ufkuna yürüdüler. Cenab-ı Hak hepsine rahmet eylesin…