ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Benzer
bir yazı başlığını, 3 yıl önce Güney Avustralya Bölgesi Adelaide şehrindeki
eğitim kurumunda görev yaparken vefat eden ve oracıkta toprağın bağrına emanet
edilen eğitimci kardeşimiz Sezer Morkoç için, karaladığım ‘içli bir yazı’ için
kullanmıştım.
O da aynı amansız hastalığa yenik düşmüş ve
aramızdan uçup gitmişti. Aynı mefkûre için yola düşerek, Kıta Ülkesine gelen ve
ötelere kanat çırpan ilk ‘eğitim şehitlerinden’ biriydi Morkoç. Vasiyeti;
hizmet için koştuğu diyara defnedilmekti. Öyle de oldu.
Ve gecen günlerde bir vatan
evladı daha gurbet elde toprağa düştü. Avustralya’da ve hicret diyarında.
Toprağa düşen can, Matematik öğretmeni Orhan Kurucu. Sevenleri onu
gözyaşlarıyla uğurladı öte âleme.
Ölüm;
kimini baba ocağında, kimini de diyar-ı
gurbette, gurbet kucağında bulur. Bazen, ansızın, beklenmedik bir şekilde
gerçekleşir bu buluşma. Hazırlıklar tam ise, bu buluşma ayrı bir duygu ve yaslı
bir düğün gecesine döner. Yoksa akıbet endişe verici tabii ki. Doktorlar, Orhan
öğretmenin hastalığı için ‘yapacak bir şey kalmadı’ demiş, vefatından bir süre
önce eve yollamıştı. Ve merhum, gözlerini kapadı şu fani âleme.
Ölümle
ilgili yazı yazmak, hele hele ölen biri, aynı mefkûrenin yolcusu ve gönül
yareniyse, klavyenin tuşları adeta diken gibi olur. Dokundukça parmakları
kanatır, gönlü yaralar. Hele de daha düne kadar birlikte güzellikleri soluklayan,
mesai yapan ‘dava arkadaşları ve dostları’ için bu firak, daha da zorlu ve
hüzünlü bir ayrılığa dönüşür.
Muhakkak
ki, ölüm bir son değil, başlangıç. Yokluk değil, yeniden can buluş…Ebede
müteveccih olanın, istikametine yönelmesi…Bütün bunları bilirsiniz, lakin bu
hal, gurbet içinde ayrı bir gurbet olur mefkure muhacirleri için. Garip bir
diyar, doğup büyüdüğünüz yerlerden kopuşunuz, bir sevda için uzaklarda toprağa
düşüş…
Sahi,
hakkını helal edenler etti. Ya dört yıldan beri bu yiğitleri “haşhaşilik”le
suçlayarak, “terörist” diyerek, günah alanlar, zulüm edenler, nesepsiz iftira
ve bühtanda bulunanlar ve bin bir türlü eziyeti reva görenler, Sezer ve Orhan
gibi muhacirlerle helalleşme imkânı, bulabilecekler mi? Bu soruyu paslı
vicdanlara emanet edelim.
Gurbet
ve Anadolu’dan uzak kalmak… Buram buram hasret çekmek, büyüyüp, sarmaş dolaş
olduğun mekânlardan, baba yurdundan cüda düşmek…İçli türkü gibidir,
adanmışların hayatı:
Bir
yiğit gurbete gitse,
Gör
başına neler gelir.
Anadolu’dan
hicret diyarına uzanan her bir küheylanın ayrı ayrı hayat hikâyesi var elbet.
İnsanların hikâyeleri, belki de, parmak izlerine benzetebiliriz. Hepsi aynı
gibi durur; ama aslında hiçbiri diğerine benzemez. Onların ruhuna nüfuz edip
hayatlarını mercek altına aldığımızda şaşırtıcı hâller çıkar karşımıza.
Asrımızda
belki de ender rastlanır bir bağnazlık ve tahakkümle karşı karsıya eğitim
gönüllüleri…Hizmet ehlilerin her birinin anlatacak o kadar güzel hikâyeleri
var(dır) ki!… Aslında bu, büyük yolculuğun, hicretin daha doğrusu gidip de
dönmeyen muhacirlerin hikâyesi…Aslında gidip de dönemeyenlerin bizlere
yaşattığı ve öğrettiğine hikâye demek, de büyük haksızlık ve ‘hakka girmedir’…
Orhan
öğretmen, çok daha rahat imkânlarla hayat sürebilir, anasının dizinin dibinden
ayrılmayabilirdi. Kendi toprağına düşer, mezar taşı Anadolu’nun bağrı olurdu.
Ama o, hastalığıyla hemhalken Anadolu’ya çöreklenenler onu ve onun gibilerini ‘nasıl
bitiririz?’ hesabı yapıyorlardı. “Siz kimsiniz! Siz kimsiniz!” diye nara
atıyorlardı.
Melbourne
sehrindeki Kuba Cami Külliyesi’nde, son bir kez daha can evladına bakan şehit
Orhan kardeşimizin yürekli anasının iki büklüm duruşu ve adeta yere yığılışını,
müşahede etmeliydi, anasının dizinin dibinden ayrıl(a)mayan yüreksizler…Başkasının
malına, mülküne ve canına çöreklenen tekebbürlü zorbalar…
Orhan
ve onun gibilerin günahına giren kabadayılar ve racon kesenler bu
mazlumlarla, nasıl hesaplaşırsınız?
İsterseniz şimdi onu düşünün, tabi kalmışsa bir vicdan kırıntısı. Girin, evet yine girin! Dünya tarihinde emsali
nadir görülmüş bu yiğitlerin ve kahramanların günahına…
ÖNDEN GİDEN ATLILAR!
Gurbet
ellerde teslim-i ruh eden, ‘önden giden’ atlıların ilki Manisalı Yasin Çalkım’ı,
bundan tam 24 yıl önce Kazakistan’da kara toprağın bağrına emanet eden, bir
avuç insanın arasında bendeniz de vardım. Bozkır ülkesinin en çorak şehri
Atrav’da, Ural Nehri’nin azgın sularına kapılarak, ölümle pençeleşen Nursultan
isimli öğrencisinin, “kurtarın… kurtarın” diye feryadına duyarsız kalmayan
Belletmen Yasin…
Azgın
sulardan öğrencisini alan ve suya son kez giren Yasin. Tıpkı Sezer ve Orhan
kardeşimiz gibi; o da gurbette, Orta Asya’nın bozkırlarında ruhu kanatlanmıştı.
Kazakistan’ın ilk şehidi olarak gözyaşı ve derin bir hüzünle, sessiz çığlıklar
eşliğinde, uğurlamıştık. Can kuşunu gözünü kırpmadan veren ilklerden ve
adanmışlardandı o. Adanmışlık işte budur demişti. İşte bu emek ve gözyaşlarıyla
harcı karılmıştı, temeli atılmıştı, bugünkü hak-hukuk tanımazların Anadolu’da
gasp ettiği, dünyada kapatmaya çalıştığı ilim yuvalarının…
ZULÜM, BASKI VE GASBI KARAKTER
HALİNE GETİRENLER ANLAR MI BU YİGİTLERI?
Önden
gidip, Kazakistan’da yatan, Manisalı Yasin Çalkım’ı; üniversite öğrencisi
Abdullah Güven’i, Moğolistan’da yatan Kahramanmaraş’ın yiğidi Âdem Tatlı’yı;
Tuna Nehri’nin bağrındaki Gaziantepli Öğretmen Ali Aytekin’i; Tanzanya’da okul
bahçesine yiğitçe uzanan Erzurumlu esnaf Erkan Çağıl’ı; Türkmenistan’da yatan
Ubeyd Türkyılmaz’ı; Güney Afrika’da elim bir kazayla uçup giden Moğolistanlı
öğretmen Galimbek Şerifhan’ı, Somali şehitleri Azeri Kemale, Hızır Çağla’yı anlamadıkları gibi, ülkemizden 20 bin kilometre
uzaklıkta Avustralya’da canından geçen Ardahanlı Sezer Morkoç’u ve Ankaralı
Orhan Kurucuyu da anlamazlar bunlar.
Coğrafyaları ve kıtaları
fedakârlıklarıyla süsleyen bu yiğitler, canlarını emanet ettiler, gittikleri
topraklara. ‘Bilenler bilsin bizi, varsın anlamak istemeyen nadanlar, öylece
kalakalsınlar’ diyorlardır. Varsın “Cihad
bilmeyen çocuğa matematiğin bir faydası yok” diyerek, Anadolu’yu ucuz siyasi
söylem ve soslu konuşmalarıyla uyutan, ‘maarifi de muallimliği de kurban eden ‘cihat mucitleri’ anlamasın…
İbrahim (a.s) ateşine su
taşıyan karınca misali, cehaleti yok etmek için yokluk ülkesi Somali’ye
giden ve hunharca katledilen Hızır
Çalka’yı, ağabeyi Mahmut Çalka cenazesinde şu unutulmaz sözlerle
uğurlamıştı: “Kardeşim ve eğitim gönüllülerinin hayatı, valizlerden ibaretti.
Valizle gittiler valizle döndüler”
Fazla söze gerek var mı? Dün ‘valizle gidip,
tabutla dönenlerin’ kader arkadaşlarına ait cenazelerin bugün, doğup büyüdükleri
topraklarla buluşması bile çok görülüyor, Anadolu’ya çöreklenenler tarafından…
Son
söz; görev yaptığı Melbourne’de ve metfun bulunduğu Fawkner Müslüman
Mezarlığı’nda bir civanmert olarak kalplerde yaşayacak, Orhan Kurucu. Mekânın
cennet olsun Orhan öğretmen…Bedrin aslanlarıyla komşu olasınız, mekânınız ve makamınız Firdevs olsun. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au