Hakim Neslihan Ekinci’nin kızı Rana Ekinci, tek başına hücrede tutuklu bulunan annesi ile görüş günü nasıl geçtiğini kişisel blogunda yazdı.
Görüş günü 1
Uyursam uyanamam, uyanamazsam annemi göremem
Klasik bir Çarşamba gecesi saatlerimiz 3.00-4.00 arasında bir yerlerde seyrediyor. Korkunç cezaevi kombinlerimden birini giymişim. Hem uyumaya hem insan içine karışmaya uygun. Siyah bol pantolon dandirik bluz.
Aslında hiçbir zaman sabahlamak ile problemi olan bir insan olmamıştım. Gel gelelim o çarşambayı perşembeye bağlayan geceler ne oluyorsa bu pokemondaki pembe yuvarlak olan şarkı söyleyince herkes bayılarak uyuyordu ya hah aynı öyle oluyorum. Uyku iksiri içmiş gibi hallerim.
O sabah bir türlü gelmiyor aman bir huzursuzluk bir huzursuzluk üstüne sormayın gitsin. O yol gözümde ölesiye büyüyor. Marmaray, metro, otobüs, dolmuş.. Cezaevi servisi (3 dakika filan sürüyor) o dahi gözümde büyüyor. Neyse bir şekilde sabah oluyor bu çılgın aktarmaları bölüm bölüm yenerek cezaevine ulaşıyorum. Ama hepsi ayrı macera tabi otobüste uyuyakalmalar, metro kaçırmalar, tekirdağ kartımı evde unutmalar.
Neyse işte dolaba eşyaları kitle görüşe gir.
Şimdik; bu kısma geldiğimize göre okuyucumu uyarmak sorumluluğum.
Efenim kalp rahatsızlıklarınız var ise hemen şimdi henüz çok geç olmadan bu sayfayı kapatın. Dünyanın bir yerlerinde benim durumumda olan yüzbinlerce kişi olduğunu unutun ve kendinizi organik tarıma adayın.
Kalan güçlü genetiğe sahip kimseler ve meraklılar tekrar merhaba,
Şimdi size ilk kez bir görüş anlatacağım.
Yalnız başıma bir koridorda oturuyorum. Tam bir kabus başlangıcı gibi. Annem tecritte olduğu için onunla aynı alanda kimseyle görüş yaptırmıyorlar. Anneme insan yasak.
Bekliyorum. O oturduğum kalın camın önünde benden önce oturanların kazıdıkları yazıları okuyorum. İnsanlar neden memleketlerinin adlarını bir görüş yeri duvarına kazımak isterler? Biz de buradaydık unutmayın gibi mi, biz de buradaydık bak artık değiliz umut var gibi mi? Sonra “ulan acaba bunlar bu duvarı neyle kazıdılar” diye bir soru uyanıyor beynimde. Çünkü bırak kalemi ne bileyim yüzük küpe bile geçirmiyorlar aramadan.
Bir süre kafamı bu meşgul ediyor. Sonra bariz olan cevabı buluyorum. Dolap anahtarı! Kısa bir an cevabı bulduğum için rahatım ama şimdi farklı bir şey ile kendimi oyalamam gerek beklerken. Derken annemin geldiğini görüyorum.
Hemen bir koşuşturma hangi telefon çalışıyor diye. Bulduk oturduk.
Annem açar açmaz başlıyor konuşmaya. Tüm hafta konuşmuyor kimseyle, tüm hafta tek başına, kendi sesini kaç kere duydu bu hafta. Aklımda bunlar dönüyor içimde kabuk bağlamayan bir yara var sürekli kanıyor. Ama gülümseyerek annemi dinliyorum.
Buzdolabı krizimiz var bu hafta çok pahalı diye almıyordu. Saç boyası gelmiş. Buzdolabı vermeleri için uğraşacakmış. Saçımı fark etmedin bak boyadım diyor.
Olur mu öyle şey tam onu söyleyecektim diyorum ama gerçekten fark etmedim. Kendi içimde annemin o haftaki ruh halini ölçmeye çalışıyorum. “Çok yakışmış, koyu renkler seni daha genç gösteriyor” diyorum.
Makyajını yapmış. Acaba görüş olmayan günlerde de yapıyor mu? Sanmıyorum.
Büyük bir hevesle bana yatağını nasıl yıkadığını, psikoloğun bu temizlik hastalığının hiçbir şeyi kontrol edemediği bir dünyada kontrol edebileceği tek şeye yöneldiğini söylediğini anlatıyor.
Gözleri doluyor. Benim neler yaptığımı soruyor. Ev nasıl, İstanbul nasıl diyor. Dünya güzellerim izliyormuş, Bülent Ersoy’a çok gülüyormuş. Ne pis bir yer ben bir dakika duramam o ülkede diyor.
Kıyafet istedi, çiçekli bir etek alsana bana dedi.
Tabi alırım dedim. Sonra birden ağlamaya başlıyor. Ben sana hep masraf çıkarıyorum Rana diyor. Olanlardan getir derdim ama kilo aldım kızım olmuyor eski kıyafetlerim ama yemiyorum yürüyorum odada yakında kilo veririm kendi kıyafetlerime sığarım vazgeçtim vazgeçtim alma diyor.
İlaçlar nabzını düşürdüğü için ne kadar az yerse yesin kolay kolay kilo veremeyeceğini söyleyemiyorum.
Olur mu anne alırım tabi diyorum.
Daha çok ağlıyor ben sana annelik yapamıyorum elim kolum hiçbir şeye yetişmiyor diyor ağlıyor ama durmaya çalışıyor.
Şaklabanlık yapıyorum; çıkınca araba alırsın ödeşiriz.
Anneannemleri soruyor anlatıyorum. Her şey düzelecek diyorum. Biraz o bana umut veriyor biraz ben ona umut veriyorum derken gardiyan geliyor görüş bitti diyor. Annem bir telaş saatine bakıyor daha 3 dakika var diyor. Ne konuşacağımı hep düşünmüştüm ama hepsini unuttum şimdi koğuşa gidince aklıma gelir mektup yazarım diyor.
Sadece filmlerde yaşandığını sandığım dramatik sahneyi yine tekrarlıyoruz. Ellerimizi camın üstünden üst üste koyuyoruz.
Onun gözü arkada kalıyor. Hep omzunun arkasından bakarak gidiyor. Ben de sanki ilk kez havai fişek gören bir çocuk gibi gülüp zıplayıp el sallıyorum. Ta ki artık görünmeyecek bir açıya gelinceye kadar.
O gittikten sonra karnıma yumruk atılmış gibi oluyorum, iki büklüm. Nefesim yetmiyor. Her hafta yeniden annemle vedalaşıyorum. Ama artık başarabildiğim bir şey var yanında ağlamıyorum. Ben camın öteki yanında ağlayınca o kadar çaresiz kalıyor ki.
Canımın parçası-tamamı oradayken nefes alamıyorum. Biliyorum o da ağlıyor şimdi o koridoru yürürken.
Sonra geldiğim gibi koridoru yürüyüp çıkıyorum. O görüşün yapıldığı binadan çıkıp eve gidip yatıp ağlamak istiyorum, sonra uyuyup bu ızdırap bitince uyanmak ama daha değil. 4 saat sonra babamın görüşü var 4 saat daha dayanmalıyım.
Neyse işte şimdilik burada bırakıyorum. Epeydir yazmıyorum diye kızıyorsunuz ama ben bunları kolay kolay anlatamıyorum ki can yakıyor.
1-2 güne devamını yazarım. RANA EKİNCİ…
https://kadikiziblog.wordpress.com/2017/07/17/gorus-gunu-1/