11 aydır tutuklu bulunan yargı mensubu Yiğit Kaçar, dostlarına bir mektup yazarak ‘bana yapılanlar, zalimliklerinin çok küçük bir kısmı ve malesef bu zulme bilerek yada bilmeyerek sizler de ortak oluyorsunuz’ dedi.
Dostlarıma;
Hem “adalet er geç tecelli eder” diyoruz hem de “geç gelen adalet, adalet değildir”… Halbuki bu iki söz ne kadar da birbiriyle tezat öyle değil mi? Madem adalet geç geldiğinde adalet olmuyor, öyleyse nasıl er yada geç tecelli edebilir? O tecelli edene adalet denebilir mi?
Bugün zindanda geçirdiğim 11 ay doldu. Bu adalet denen şeyin tecelli etmesi için daha ne kadar beklemem gerekiyor? Peki yarın salıverilsem, bu adil mi olmuş olacak? Kaldı ki yarın salıverileceğim falan da yok.
İddianamem bir buçuk ay evvel yazılmış ama ne hikmetse hala mahkeme tarafından bana tebliğ edilebilmiş değil. Öğrendiğim kadarıyla ilk duruşma tarihim ise 14 aralık. Yani neredeyse tutuklandıktan bir buçuk yıl sonra ilk defa hakim karşısına çıkmış olacağım. Bu şimdi adalet mi?
Başta şu kaçanlara, göçenlere çok kızıyor, suçlu musunuz ki kaçıyorsunuz diye soruyordum. Suçlu olup olmadıklarını bilmiyorum ama, bu ülkede adaletin olmadığını benden daha iyi bildikleri kesin. “Adalete teslim olmak” denilen tabiri herkes bilir. Var zannıyla teslim olduğum adalet, meğer herkesten önce firar etmiş bu ülkeden…
Bir şeylerin düzeleceğini, normalleşeceğini düşünürken, daha da beter bir hal alıyor. Dört ay önce geçici süreliğine radyolarımızı almışlar, bir süre sonra vereceklerini söylemişlerdi. Şimdi artık hiç bir zaman vermeyeceklerini söylüyorlar. Bu zor koşullar altında, küçücük bir müzik keyfim vardı. Onu da çok gördüler. Bu yetmezmiş gibi üstüne bir de 11 aydır kullandığım kol saatimi aldılar. Sebebi; saatimin takvimli olması. Gerçekten bizi delirtmeye uğraşıyorlar. Yoksa bu yapılanların mantıklı bir sebebi olabilir mi? Bir radyodan, bir saatten niye bu kadar korkarlar ki? Ben de bunun üzerine kendimi savcılığa ihbar ettim. Madem bu radyoyu ve saati yasadışı bir iş için kullanıyorum ve buna dair devletin elinde bir kanıt var, öyleyse hakkımda soruşturma başlatın. Dava açın. Yargılayın ve beni cezalandırın. Eğer devletin elinde bunları yasadışı amaçla kullandığıma dair bir kanıt yoksa radyomu ve saatimi bana geri verin. Böyle toptancı bir yasaklamayı kabul etmiyorum dedim. Sizce radyomu ve saatimi verirler mi? Elbette hayır.
Bir köpek kadar değerim yokmuş meğer bu ülkede. Neden mi? Geçtiğimiz kış bir köpek kuyuya düşmüştü de herkes seferber olmuştu. Hatırlayacaksınız yaklaşık bir haftalık bir çalışmanın ardından kurtarmışlar ve adını “kuyu” koymuşlardı. O aralar bir hafta boyunca gazetelerin ilk sayfasında, ana haber bültenlerinde kendine yer bulmuştu. Ben bir hafta değil tam 11 aydır bir kuyunun dibindeyim. Benden yada benim gibi masum hakim ve savcılardan bahseden bir gazete okuyor musunuz? Yada ana haber bültenlerinde izliyor musunuz? Ana muhalefet lideri Sayın Kılıçdaroğlu, bugünkü grup toplantısında ” bu ülkenin Cumhuriyet Savcıları nerede” diye soruyordu. Aylardır, cezaevlerinde diye haykırıyorum. Bunu bilmiyor mu acaba? Evet yalnızca Cumhuriyetin Savcısı oldum ve şimdi bunun bedelini aylardır hapis yatarak ödüyorum.
Bir mezara diri diri gömdüler beni. Bu haksızlığa, zulme ve adaletsizliğe daha ne kadar dayanabilirim hiç bilmiyorum. Artık bu haksızlıklara sabredecek gücüm kalmadı. Zerre kadar suç işlememiş biri olarak yeterince sabretmedim mi? Hakkım, sevdiklerimle sürekli beraber olmakken neden haftada 45 dakikaya razı oluyorum? Hayatımı mahvetmelerini daha ne kadar süre seyretmek zorundayım? Allah aşkına, iddianameden beş buçuk ay sonrasına ilk duruşma tarihi mi verilir? Daha önce biz de aynı işi yapıyorduk. Hiç bir zaman bir iki aydan daha uzun sürelere ertelediğimi hatırlamam. Çünkü müfettişten, gün gelir hesap vermekten korkardık. Şimdikilerin bu aymazlığı nereden geliyor, bu cesareti kimden alıyorlar çok merak ediyorum. Elbet gün gelir, bu aymazlıklarının hesabını verirler de, hesap vermeleri bana yapılan haksızlıkları ortadan kaldırır mı, kaybolan günlerimi geri getirir mi, orası meçhul…
Aynı suç isnadıyla yargılandığımız pek çok kişinin duruşmalarına başlandı. Haberlerini alıyorum. Gördüğüm kadarıyla zaten duruşmalar tümüyle formalitelerin yerine getirilmesinden ibaret. Mesela bir arkadaşım saatlerce suçsuz olduğunu anlatmaya çalışmış. Mahkeme sözünü hiç kesmeden dinlemiş. Sonra gereği düşünüldü: ” tutukluluk halinin devamına, bir sonraki duruşmanın kasım ayında yapılmasına…” Peki hakimin tek bir sorusu olmaz mı yargıladığı kişiye? Demek ki onun da biletini çoktan kesmişler. Sözünü hiç kesmiyor ki sonra “bak biz sana ne güzel savunma hakkı verdik” demek için. Olayı gerçekten aydınlatmak isteyen hakim, bir soru da olsa sormaz mı? İyi de dinlemedikten, olayı aydınlatmaya uğraşmadıktan sonra sözünü kesmeden konuştursan ne konuşturmasan ne? Maksat yargılamanın şekil şartları yerine gelsin. Yoksa verilecek karar çoktan belli.
Ben gerçekten samimiyetle iktidara gönül vermiş arkadaşlarımın düşüncelerini merak ediyorum. Bu yapılanlardan haberiniz mi yok, yoksa bu yapılanları zulüm olarak mı görmüyorsunuz? En azından beni tanıdığınız için soruyorum. Bana bu yapılanları reva görüyor musunuz? Yoksa böyle zamanlarda bir kaç masumun hakkı ve mağduriyeti göz ardı edilebilir mi diye düşünüyorsunuz? Bilin ki bana yapılanlar, zalimliklerinin çok küçük bir kısmı ve malesef bu zulme bilerek yada bilmeyerek sizler de ortak oluyorsunuz. Başkalarını bilmem ama benim ahlarım onlara yeter…
KAYNAK: https://www.facebook.com/yigit.kacar.5/posts/10155586676974894