Aziz Nesin yaşıyor olsaydı, soyadımı değiştirmezdi ama bana kesinlikle ‘Oğlum, değmeyecek adamlarla uğraşma, onlar sana cevap vermeyecek, saçma saçma şeyler yazacaklar…’ derdi.
Yazıya öncelikle Abdulkadir Selvi’den ve okurlardan özür dileyerek başlamalıyım. Önceki yazımda Selvi’yi eleştirmiş ve ertesi gün de yanıtımı almıştım. Selvi yanıtında “Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in”camilerde salalar okunsun” talimatı ile minarelerden yükselen salalar bir milletin uyanışına vesile oldu. Salaların okunması fikrini Görmez’le birlikte Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Şeref Malkoç ile Ülke TV’den Turgay Güler de gündeme getirmiş. Allah onlardan razı olsun. Böylece demokrasi tarihimize şerefli bir sayfa ekledik. “O gece MİT’e gelen telefon” başlığıyla MİT’te yaşananları anlattım. Çorba konusu gündem oldu ama o gecenin perde arkasındaki çarpıcı detayları, “Darbeye Geçit Yok” kitabına havale ediyorum. Bir de o yazı üzerinden algı operasyonu yapmaya kalkışanlar çıktı. Ali Nesin gibi. “Görmez’le Muaz el Hatib aynı arabaya binip, nasıl zıt yönlere gidiyorlar, ben buraya takıntılı kaldım işte” diyor. Ondan bir paragraf önce yaptığı alıntıda, “Görmez’e MİT’in zırhlı araçlarından birini verdiler, Muaz el Hatib ise Görmez’in aracıyla hareket etti” diye yazıyor. Ben de merak ediyorum, aynı araca binip zıt yönlere nasıl hareket edilir diye. Yoksa önü sağa, arkası sola giden bir araç icat edildi de benim haberim mi yok? Aziz Nesin hayatta olsaydı bunun üzerine bir roman yazar mıydı orasını bilmem ama bir daha benim soyadımı kullanma diyerek oğlunu paylayacağından eminim.” diye yazmış.
Haklı, ben yanıldım ama ben Ali Nesin değil, Ahmet Nesin’im. Şimdi bana twitter’da düzeltme yaptığını söyleyecektir. Evet yaptın Abdulkadir Selvi ama bugün, yani ben bu yazıyı yazdığım şu anda, Hürriyet Gazetesi’nde hâlâ neden “Ali Nesin” diye geçiyor. Bu yazı Artı Gerçek internet gazetesinde yayınlandığında da 48 saat geçmiş olacak ve sen de aklın sıra ikimizden de intikam almış olacaksın, o küçük aklınla. Bilmiyorsan söyleyeyim, internette o hatayı düzeltmek en fazla 10 dakikasını alırdı teknik servisin.
Yine de ısrarla söylüyorum, o yazıyı “Muaz el Hatib, Görmez’in geldiği arabaya, Görmez de kendisine verilen zırhlı arabaya binip ayrı ayrı gittiler” diye yazsaydın, bence daha açıklayıcı olurdu. Bunu kendimi haklı çıkarmak için değil, bize Haldun Simavi’nin verdiği dersten dolayı söylüyorum, “Yazdığınızı aydınların anlaması umurumda değil, sokaktaki hamal yada çöpçü anlamalı…” demişti.
Gelelim ikinci konuya, Aziz Nesin yaşıyor olsaydı, soyadımı değiştirmezdi ama bana kesinlikle “Oğlum, değmeyecek adamlarla uğraşma, onlar sana cevap vermeyecek, saçma saçma şeyler yazacaklar…”derdi. Buna benzer bir olay yaşamıştım ve aynen yukarıda yazdığımı söylemişti. Ayrıca, ben ağabeyim televizyona çıktığında, kanal filan değiştirmiyorum, o da ben çıktığımda yapmıyor. Biz birbirimizin hatalarını düzelterek büyüdük, hâlâ da yaşamımız öyle devam ediyor. Biz soyadımızdan memnunuz ve onurla, yalpalamadan, Nesin Vakfı’mızla, Matematik Köyü’müzle, yazılarımız ve kitaplarımızla, yaşamımızı sürdürüyoruz. Bizde henüz kimse birbirinden utanmadı. Sanırım anlamışsındır ne dediğimi, zorlama beni, gerisi dedikoduya girer.
Ben o yazımda başka sorular da sordum ve sen darbeyi yazdıkça yalanlar içinde boğulduğundan, darbenin asıl sahibinin bitürlü belli olmadığını söylemiştim. Ben o yazımda MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın darbeden öğleden sonra haberi olduğunu yazdım. Esasında burada hemfikiriz. Ama sen hem kitabında, hem de o günkü yazında Hakan Fidan’ın Mehmet Görmez’le akşam 22 sularında beraber yemekte olduklarını ama Fidan’ın, Görmez’in darbe sorusuna tam yanıt vermediğini yazıyorsun. Ya da şöyle diyelim Selvi, Hakan Fidan darbeyi haber alıyor ve genel kurmay başkanı Hulusi Akar’a bildiriyor. Saatlerce plan yapıyorlar ve sonra bu görüşme için ayrılıyorlar. Yemek başladığında Mehmet Görmez darbeyi eşinden gelen telefondan öğrenip Fidan’a soruyor. Sanırım Fidan da tam “Aaaaaaa nereden çıktı bu” diyecekken bombalama başlıyor ve sığınağa kaçıyorlar. Tabi, işin ilginç yanı, aynı saatlerde başbakan Binali Yıldırım’ın da haberi yok. Kendisini ciddiye alan kimse yok herhalde. Benim, yazında dikkatini çekmek istediğim konu buydu ve yaptığım hata senin de işine yaradı ve yanıt vermeyeceğin yazıma, hatayı görünce saldırıp yanıtladın.
Bir soru daha vardı esasında yazımda. Muaz el Hatib’in o yemekte ne işi vardı. Suriye’deki muhalif şeriatçılardan olan bir komutan darbe gecesi MİT müsteşarı ve Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez’le neden yemek yiyordu. Muaz el Hatib’in boğaz köprüsünde kafa kesen ekiple bir ilişkisi olabilir mi diye düşündüm ben mesela, senin aklına böyle bir soru geldi mi acaba? Yoksa sala verecek olan Görmez’e yeni salalar mı öğretecekti? Bu da olamaz, çünkü o anda MİT’in, Görmez’in haberi olmayan darbeden Muaz el Hatib’in mi haberi vardı yani!..
Kızdığını biliyorum ama ben sadece sesli düşünüyorum. Mesela aklıma “Muaz el Hatib Erdoğan’ın darbe imamı olabilir mi” diye bir soru geliyor. Bunlar neden geliyor, biliyor musun, sen yazılarında saatleri karıştırınca, yazdıklarını kontrol etmeden kitaplaştırınca, ben de “Selvi’ye göre bu darbeyi Erdoğan yaptı”diye düşünmeye başlıyorum. Kontrol zaman kaybettirir, o zaman da 5 bin ya da 10 bin az satar kitap, belki de 100 bin, rakamı bilemem.
Sana bir teklifim var, darbe konusunda kuşkularımı okuduğuna göre ARTI TV’de bunları tartışalım. Ben gerçekten ikna olmaya hazırım. Şunu da baştan söyleyeyim, ben darbeyi Erdoğan yaptı demiyorum, sadece Erdoğan darbe olması için herkesi zorladı, diyorum. Zaten “Bu bir Allah’ın lütfudur” demesi bunun kanıtıdır. Ayrıca, yazılarımdan dolayı kafası bulananlara bir daha yazayım, ben yazılarımda Gülen ekibi darbenin içinde yoktur da demiyorum, darbeyi başlatanların onlar olmadığını söylüyorum. 14 Temmuz 2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanan EMASYA projesinin zamanlamasında ikna et mesela. Ya da hepsinden vazgeçtim, varsayalım ki F-16 bombaları değdiği yeri yakmaz, Erdoğan neden 5 değişik darbe saati veriyor, ikna olmak istiyorum. ARTI TV’de konuşalım bunları. CNN’de de olurdu ama orası bana yasak şu an. Sana yasak yoktur, sen demokratik bir ülkede yaşadığına göre halkımızı aydınlatabiliriz, ben de rahatlarım sen de… Sadece merak ediyorum DARBEYİ KİM YAPTI ABDULKADİR SELVİ?