2000’li yıllardı…
28 Şubat post modern darbenin etkisi bütün şiddeti ile devam ediyordu. Dünyanın en iyi üniversitesi Harvard’da on iki yıl çalışan, başarılı projelere imza atan ve ismi mahfuz olan (ama yazının akışı için ben ‘Hasan’ diyeyim) arkadaş; “Artık biraz da ülkeme hizmet edeyim” diye doğduğu şehir Bursa Uludağ Üniversitesi’nce öğretim üyeliği için başvurur. Fakülte Dekanı onun dindar olup olmadığını anlamak için sorular sorar. Sonra da beraber rektöre çıkarlar. Rektörün, Hasan’a ilk sorusu “tarikatçımınsın?” olur. Aslında Hasan’ın tarikatla alakası yok ama Rektöre şu cevabı verir; “Evet 1,5 milyar üyesi olan Hz. Muhammed (sav)’in tarikatındanım. On iki yıldır Harvard’da çalışıyorum. Kimse ne benim dinimi ne de hangi milletten olduğumu sormadı. Hep projelerimi sordular. İlmi çalışmalarımla ilgilendiler. İdeolojinin ve politikanın ölçü olduğu böyle bir üniversitede ilim olamaz diye düşünüyorum” deyip, hemen kalkıyor ve başvurusunu geri çeker.
Yıl 2013…
Yurtdışında master ve doktora yapmış, Avustralya’nın en iyi üniversitesinde çalışan bir başka akdemisyen, yine aynı mülahazayla, “ülkeme biraz faydam olsun niyetiyle YÖK’e doçentlik başvurusunu yapar. YÖK’ün ölçülerine göre Doçent olmak için bir kitap iki makale şartı var. Öğretim üyesinin ise iki kitap ve altı makalesi var. YÖK, söz konusu kişinin başvurusu için jüri tayin eder. Doçent adayı, YÖK’ün oluşturduğu jüri üyelerinin özgeçmişlerine bakar. Üyelerin biri hariç, hiç birinin İngilizce makale ve kitabı olmadığını görür. Hatta birinin de yabancı dili Almanca. Sonuç, jüri üyelerinin hepsi iki kitap ve altı makaleye “sıfır” verirler.
Öğretim üyesi jüri heyetine merakla “İngilizce bilmediğiniz halde benim eserlerimi nasıl inceleyip not verdiniz” diye e-maille sorar. Sadece birisi “Ben İngilizce bilmiyordum, YÖK’e yapamam deyip çekilmek istedim. YÖK beni yedek üyeliğe çekti” der. Doçentliğe başvuran “yaşasın kral” diyenlerden olmadığı için beş tane sıfır alıyor. Gördüğünüz gibi senaryo aynı figüranlar değişik. Dün de bugünde aynı anlayış devam ediyor. Benim ideolojimden, partimden değilsen ağzınla kuş tutsan, dünyanın en iyi icadını bile yapsan eski tabirle irapta mahallin yok. Yani seni almazlar, hayat hakkı tanımazlar.
Bunu şunun için yazıyorum:
Geçen hafta raporlarına dünyada saygı duyulan Sanghay Academic Ranking of World Üniversitesi kuruluşu, dünyanın en iyi bin üniversitesini yayınladı. Baktım ilk 400’de Türkiye’ye ait bir tek Üniversite yok. Geçmiş yıllarda üç dört tane olurdu. Son iki yılda hiç bir devlet üniversitesi “ en iyi üniversite” sıralamasında ilk 400’e girememiş, maalesef. Hatta özel üniversiteler de geri sıralara düşmüş.
Osmanlı’ya bakıyoruz. Fatih, gayri Müslim Macar Urban’a ne kadar kıymet veriyor. Ülkeye davet edip güçlü toplar döktürüyor. Belki o olmadan güçlü toplar olmayacak ve İstanbul’da fethedilmeyecekti. Osmanlı padişahlarının ilim ve bilim adamlarına verdikleri kıymeti anlatmak için bir kaç kitap yazmak lazım.
ÖZAL’DAN PROFESÖRÜ ÖZEL DEVAT :
Boston’da doktoramı yaparken duymuştum. Turgut Özal Boston’a gittiğinde MIT (Massachusetts Institution of Technology)’de çalışan liberal-laik dünya görüşüne sahip bir Türk profesörü özel bir mektupla, Türkiye’deki üniversitelerde çalışmaya davet eder. Adam mektubu alınca gözleri dolmuş ve hayatının en mutlu anı olarak not etmiş bu daveti. Özal biliyordu ki; ilimsiz ülke kalkınamaz. Bediüzzaman Hazretleri ‘gelecekte ilim hükmedecek’ der. Evet, bilgi kimde ise güç ondadır. Geçmişten günümüze kadar gelişmiş ülkeleri inceleyin. Ancak ilim ve bilim hürriyeti ve emniyetinin olduğu ülkelerde gelişmiş, zulmün olduğu yerde değil.
15 TEMMUZ NEDENİYLE ATILAN AKADEMİSYEN SAYISI HİTLER DÖNEMİNİN 3 KATI:
Geçenlerde bir akademisyen arkadaş istatistikleri paylaştı. Ehli dalaletin mutfağında pişip ehli hasedin uyguladığı 15 Temmuz ihtilal teşebbüsünden sonra işten atılan ve hapsedilen akademisyen sayısı, Hitler’in işten attığı akademisyen sayısının yaklaşık üç katı. Buna yurtdışındakiler de eklenirse ilime ve bilime nasıl bir darbe vurulduğu daha net ortaya çıkar. Ama asıl bu hazin adımın, asıl acısı gelecek yıllarda çıkacak. Akademik hürriyetin olmadığı Türkiye’deki yaklaşık 120 devlet üniversitesi, Avustralya’da iki üniversite kadar uluslararası yayın yapamıyor. Çünkü Türkiye’de, öğretim üyeleri alınırken ilim ve bilim ölçü değil, ideoloji ve partizanlık “akademik ölçüdür.” Haliyle sonuçta fiyasko. Dünyanın ‘en önemli Üniversiteleri’ sıralamasında da yerimiz olmuyor.
Evet, bir ülkenin geleceğinin nasıl olacağını görmek istiyorsanız üniversitelerine bakın. Osmanlı Urban’lara, Ali Kuşçu’lara bağrını açarken, ideoloji, haset ve partizanlık, Türkiye’nin beyni olan üniversiteleri adeta felç etti. Urban’lar hürriyetin ve emniyetin olduğu ve ilmin her şeyden üstün tutulduğu yere göçer, ilim adamlarının zindana atıldığı ülkelere değil.
TÜRKİYE’DEKİ ZULÜMDEN BM’YE SIĞINANLAR, ESAD, SURİYESİNİ GERİDE BIRAKTI:
Türkiye 1. lige doğru tırmanırken son üç yılda üçüncü liglere kaydırdılar, elbirliğiyle… Bunu ben söylemiyorum. Geçenlerde Avustralya’da bir insan hakları kuruluşunun raporunda, Türkiye 146. sırada yer aldı. Beş altı sene önce Arap baharına ilham kaynağı olan Türkiye’nin, bugün vatandaşları, 170 ülkede BM kuruluşlarına zulümden kurtulmak için sığınmacı olarak başvuruyor. Bu zulüm ile sığınmacı konusunda ise; Beşar Esat’ın rekorunu üçe katlamayı başardılar, Türkiye’nin muktedirleri. Çünkü Suriyeliler, ancak 40-50 ülkeye sığınmacı olarak gittiler. Evet, ilim ve bilim adamları Urban’lara yer olmadığı gibi; bütün Hasan’lar da, ya zindana atıldı veya onlar ülkeden zor bela canlarını kurtardılar. Ama şairin ifadesi ile “Sanmayın bu tekerlek kalır tümsekte.” yucelsalih@yahoo.com