artigercek.com
Bu ülkede ayrımcılık, ırkçılık, bu topraklara öylesine işlemiş ki bunun içinde yaşadığımızı farkedemez duruma gelmişiz ve bununla da yetinmeyip dışarıya ders verir duruma gelmişiz…
Konu malum. Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman 18 Ağustos Cuma günü “Gavurdan dost, domuzdan post olmaz” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Kendisi daha birkaç gün önce de sigara içen başörtülü kadınlara takmıştı, biliyorsunuz. Daha da öncesinde 16 Nisan referandumunda hayır oyu vereceklerin yaşamalarına izin verilebileceğini söylemişti. Şöyle demişti:
“Müslümanlar Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına aralarında, kendi toplumlarında yaşama hakkı tanıdıklarına, onlarla ‘iyilik ve adalet çerçevesinde’ ilişkiler kurduklarına göre kendi insanlarından olup zaman içinde değerlerine, öz medeniyet ve kültürüne yabancılaşmış parçalarına bunu tanımayacaklar mı? Elbette tanıyacaklardır. Referandum sürecinde ‘Hayır’ cephesinde yer alan insanların büyük çoğunluğu işte bu ‘…yabancılaşmış parçamızdan’ oluşuyor.” (26 Mart 2017)
Karaman son yazısında ise insanları dinlerine göre ayırıyor ve belirli bir dinde olanlarla dost olunamayacağını düşünüyor: Hıristiyanlarla. Bunu için dini kaynaklardan kendine göre bazı referansları bulup sıralıyor sonra da birden bire dış politikaya girişiyor. Efendim ABD YPG’ye yardım ediyormuş vs. Demek ki gavurdan dost olmazmış.
Bu yazının saçmalığı karşısında mantıklı bir yanıt vermek çok zor. Dini ve milli faşizmin argümanları çoğu zaman sizi mantıklı yanıt vermeye zorlar ama bir aşamadan sonra bu faşizm öylesine mantıksızlıklarla dolu argümanlar üretir ki kendinizi bu saçmalığın içinde debelenirken bulursunuz. Sıkılırsınız. Faşizm de gücünü buradan alır genel manada. Akıl dışı argümanlar üretmekte çok istekli ve hırslıdır. O yüzden bu argümanlardan milyonlarca kez üretir. Siz bir aşamada bunlara mantıklı bir şekilde yanıt vereyim mi yoksa vermeyeyim mi diye düşünmeye başlarsınız. Kritik aşama orasıdır. Daha doğrusu aradaki dengesizlik çok barizdir. Siz aynı saçmalıkta bir yazı yazarsanız başınıza bir sürü şey gelir ama hakim güç istediği kadar saçmalayabilir. Bu onun imtiyazıdır, ayrıcalığıdır, çünkü sistem ondan yanadır.
Yahudiler hakkında üretilen tevatürleri düşünün mesela. 1900’lerin başları, Fransa. Rusya, Almanya. Önce zararsız saçma sapan argümanlar sonrası malum. Kabaca Dreyfus davasından başladı ama gelişerek serpilerek 40 yıl sürdü ve zirvesine vardı bu süreç.
Yeni Şafak’tı yine yanlış hatırlamıyorsam. İsrail’in Filistin’de ciddi insan hakları ihlalleri de içeren operasyonlara giriştiği günlerden biriydi. Manşette şöyle bir habere rastladık: Türkiyeli Yahudi gençler gizlice İsrail’e gidiyor, operasyonlarda yer alıyor, sonra da geri dönüyorlarmış. Altını tekrar çiziyorum, Türkiye’de yaşayan, Türkiye vatandaşı kendi halinde Yahudilerden bahsediyoruz. Sormak lazım: bir gazete böyle bir yalana neden ihtiyaç duyar? Yani gerçekten böyle bir şey mümkün olabilir mi? Mümkün değil, doğru da değil. Ama yıllar boyunca Yahudiler hakkında öyle tevatürler üretildi ki, gazetenin okuru bunu muhtemelen geçerli bir bilgi olarak aynen kabul etti.
Peki ama neden? Irkçılık, faşizm öyledir. Yalan söylenecek bir fırsat varsa kaçırmak istemezler, daha doğrusu, düşman olarak belledikleri bir halk, mezhep, toplum hakkında karalama fırsatı çıktıysa kaçırmak istemezler Bunun mantıklı olması gerekmez. Ellerinde rehin gibi gördükleri azaltılmış bir halkı biraz daha köşeye sıkıştıracaksa, ne ala. Salla gitsin.
Karaman’a dönelim ve bu ülkedeki Hıristiyan, Yahudi toplumların nasıl bir cendere içinde yaşadığını anlamaya çalışalım. Bunu için de şöyle bir farz_ı misal düşünelim. Diyelim ki Batı’da bir gazetenin köşe yazarı “Müslüman’dan dost olmaz” diye bir yazı yazdı. Hatta peşine o domuz benzetmesini de yaptı. Burada kopacak fırtınayı düşünebiliyor musunuz? Ya da hadi hiç olmayacak bir örnek. verelim. Türkiye’de yayınlanan bir gazetede bu başlıklı bir makale çıktı. Kopacak fırtınayı düşünebiliyor musunuz?
Karaman’ın yazısından sonra hiçbir şey olmadı. Hele ki İslamcı kesimden, hiç. Yine solcular, demokratlar ses çıkardı. E demek ki hem Hükümet, hem Hükümet’in küçük ortağı hem İslamcı, muhafazakar camianın büyük kısmı böyle düşünüyor. Gavurdan dost olmaz, diyor. Başka türlünü nasıl düşünelim?
Sık sık verdiğim bir örnektir. Bu ülkede ayrımcılık, ırkçılık, bu topraklara öylesine işlemiş ki bunun içinde yaşadığımızı farkedemez duruma gelmişiz ve bununla da yetinmeyip dışarıya ders verir duruma gelmişiz. Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler, der ya şair, o misal. Elbette Batı’nın bu konudaki sicili parlak değil. Ama daha geçen gün Barcelona’da Müslümanları hedef alan ırkçı bir gösteriye en önce kentin solcuları karşı çıktı. Bu ülkenin İslamcılarına, muhafazakarlarına da Katalan solcuları methetmek düştü. Aynı dakikalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Almanya’daki Türklere çağrı yapıyordu, diyordu ki Almanya’nın Yeşillerine, Sosyal Demokratlarına, Hıristiyan Muhafazakarlarına oy vermeyin. Niye? Çünkü Almanya ile mevzumuz vardı. Kahveden adam toplamak gerekiyordu. Almanya’daki Yeşiller ve sosyal demokratların göçmen karşıtlığı ile mücadele eden partiler olması önemli değildi. Yerine göre gavurun solcusu kah dost kah düşman olabilirdi. O günkü dış politikamız ne icab ettiriyorsa oydu önemli olan.
Barcelona örneğinden yine Karaman’ın yazısına dönelim. Bu yazı yazıldıktan sonra ne oldu? Tekrarlayalım. Hiç. Ve bize düşen, şimdi buna nasıl cevap vermeli, döngüsü. Mantıklı bir şekilde cevap versen, yoruluyorsun bir aşamadan sonra. Ciddiye almasan, alınmayacak gibi değil. Değil çünkü bir bakmışsın bu adam iki gün sonra Cumhurbaşkanı’nın uçağında baş köşeye kurulmuş. Pekala mümkün. Dalga geçeyim dersen onu da sindiremiyorsun. Zaten dilin tek bir yerde sürçse savcılar hemen tepende olur. Açık bir nefret söylemi örneği teşkil etmesinden hareketle suç duyurusu filan? Tamam gerekli ama bir şey çıkması zor. Böylesi bir konuda yargıdan ne beklenebilir? Ha barış, insanlar ölmesin filan dersen anında gelirler yakana yapışırlar o ayrı.