Kur’an-ı Muciz-ül Beyan’daki peygamber kıssaları müstakbel bazı gerçeklere ışık tutmakta ve insanlara rehberlik yapmaktadır. Bu kıssaların her devir için ifade ettiği bir mânâ vardır.Bize düşen bu manayı anlamaya çalışmak ve kendimizi doğruya tevcih etmektir. Böylece Rabbimize karşı sorumlu olduğumuz vazifelerimizi samimi olarak gönülden ifa etmiş olur, su-i edep yapmamış ve -inşaallah- sırat-ı müstakime ulaşmış oluruz.
Örnek olarak seçtiğimiz, Hz.Yusuf‘un (as) rüyası, kıskançlıkla kardeşlerinin O’nu kuyuya atmaları, köle olarak satılması, Mısır’da Hz.Yusuf’u satın alan vezir… Vezirin hanımının Hz.Yusuf’a sahip olmak istemesi, Hz.Yusuf’un iffetini koruyup Efendim’e(!) ihanet edemem demesi, bu vak’a münasebetiyle hakem tayini, Hz.Yusuf‘un güzelliği karşısında kadınların bıçakla ellerini kesmeleri, dedikoduları kesmek için Hz.Yusuf’un hapishaneye atılması ve neticede Mısır’a aziz olması, kendisini kuyuya atan kardeşlerini affedip yardım etmesi, anne, babası ve kardeşleriyle buluşması, dünya nimetlerinin zirvesine ulaştığı an dünyadan daha mükemmel olan cennet hayatına talip olarak ölümü istemesi…
Bu ve benzer kıssalar bugün bizlere bazı gerçekleri anlatmakta ve dişimizi sıkıp Allah’ın vereceği hükmü beklemeyi öğretmektedir. Baskılar ve tuzaklarla hiçbir zaman hakikatler örtbas edilemez. Zulümle, kuvveti kullanarak gerçekler yok edilemez. Bu yolu intihap eden fert, aile ve devlet hiç bir zaman uzun vadeli başarılı olamaz.
Hz.Yusuf’u kardeşlerinin kuyuya atmasına benzer, iftira ile hapishaneye gönderilmesi gibi; bugün de nice mazlum, mağdur, mahkum, kadın, çocuk, hasta, ihtiyar, öğretmen, talebe, memur, âmir, işçi, patron, suçlu suçsuz kim varsa yüzbinlerce aile işsiz bırakılmıştır. Bunun yanında, ana baba hayatta iken şefkate muhtaç çocukların hapse konarak yetim kalmış gibi, anne-babalarına hasret bırakılmaları ve bazı gözünü dünyaya yeni açmış yavruların anneleriyle birlikte hapse atılmaları, geçmişteki tarih boyu yapılan zulümleri ve neticelerini hatırlatmaktadır.
Bu yol, yol değil! Hiçbir din, sistem, vicdan bunu emretmiyor. İntihap edilenler intihap edenlere karşı şefkat ve merhametli olmalıdırlar.Varsa suçlular adilâne yargılanarak cezaları verilmelidir. Suçu tebeyyün etmeyen insanlara peşin hükümle verilecek cezalar zulüm olur.
Anne- baba çocuklarına ne kadar şefkatli ve merhametli ise, idareciler de inansın inanmasın, sorumluluklarını taşıdığı raiyyetine karşı aynı şekilde şefkatli ve merhametli olmak zorunda ve adil davranmak mecburiyetindedirler.
Hud suresi 118-122. ayetlerde Rabbimiz; “Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları hakta ittifak eden bir tek ümmet yapardı. Fakat O bunu irade etmediğinden ittifak etmemişlerdir ve işte böylece ihtilaf eder vaziyette devam edeceklerdir.”
“Ancak Rabbinin lütfederek hakta birleşmeyi nasib ettiği kimseler bunun dışındadır. Esasen O, insanları bunun için yaratmıştır. Böylece, Rabbinin “Ben cehennemi, bütün cin ve insanlardan müstehak olanlarla dolduracağım” sözü gerçekleşecektir.”
”(Habibim) Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini takviye edecek her şeyi sana anlatıyoruz. Bu sûrede de sana hak ve gerçek, müminlere de bir öğüt ve talimat gelmiştir.”
(Habibim) “İman etmeyenlere de, de ki: Siz yerinizde sayarak elinizden geleni yapın, ama biz de çalışacağız, gerekeni yapacağız.” “Siz bizim için felaket gözleyin bakalım, biz de eski ümmetlerin başına gelen felaketlerin size gelmesini gözleyip bekliyoruz.” Buyurmaktadır.
İsra suresi 13.-16. Ayetlerde de Cenab-ı Hak; “Her insanın vebalini (kaderini), kendi nefsine bağladık, her insan yaptıklarına göre muamele görür. Nitekim kıyamet günü hesap defterini önünde açılmış bulacaktır.”
“Şöyle deriz ona: ‘Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!”
“Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa, kendi aleyhinde sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı cezalandırmayız.”
“Herhangi bir beldeyi imha etmek istediğimizde oranın lüks içinde yaşayan şımarıklarına iyilikleri emrederiz. Buna rağmen onlar dinlemez, fısk-u fücura devam ederler. Bu sebeple, onun hakkında cezalandırma hükmü kesinleşir. Biz de orayı yerle bir ederiz.” Buyurmaktadır.
Allah dilediği bazı kişilerin rızkını bollaştırır. Bazen de dilediği kişinin nasibini daraltır. Allah insanları zeka, kabiliyet, güç, enerji, boy, renk, şekil ve servet olarak farklı yaratmıştır. Dünyada ve ahiretde kazanmak veya kaybetmek, fıtrat kanunlarına ve Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmeye bağlıdır.
Mü’minler; hak ve hukuka dikkat ederek, fıtrata, insan şerefine en uygun olanı yani; meşru yoldan kazanmayı, meşru şekilde harcamayı esas alarak; fakir, yetim, musibete maruz kalmış insanları da ihmal etmeme mevzuunda hassas olmalıdırlar.
İsra suresi 31.-38.ayetlerde Rabbimiz, “Fakirliğe düşme endişesi ile evlatlarınızı öldürmeyiniz. Onların da sizin de rızkınızı veren Biz’iz, Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.”
“Sakın zinaya yaklaşmayın; Çünkü o, çirkinl
iği meydanda olan bir hayasızlıktır, çok kötü bir yoldur.”
iği meydanda olan bir hayasızlıktır, çok kötü bir yoldur.”
“Haklı bir gerekçe olmaksızın Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse onun velisine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir; artık o da kısas hususunda aşırı davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zaten kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır.”
“Büluğ çağına ermeyen yetimin malına, en güzel tarzdan başka bir şekilde yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluk gerektirir.”
“Ölçtüğünüz zaman dürüst olun, tam ölçün. Doğru terazi ile tartın. Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı, hem de âkıbet yönünden daha güzeldir.”
“Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.”
“Hem kibirli kibirli yürüme! Zira ne kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin!”
“Böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazarında hoş görülmeyen şeylerdir.” Buyurmaktadır.
Yine İsra suresi 48. Ve 53.ayetlerde de; “Bak Resulüm, seni nelere kıyas ettiler (gâh şair, gâh büyücü, gâh kâhin, gâh mecnûn dediler) de nasıl dalâlete düştüler? Hem öyle sersemleştiler ki artık yol bulacak halleri kalmadı.”
“Söyle o kullarıma: “Hep en güzel sözleri söylesinler, çünkü şeytan aralarını bozmaya çalışır. Gerçekten şeytan insanın açık düşmanıdır.” Buyurmaktadır.
Cenab-ı Hak Enfal suresi 26.-29. Ayetlerde; “Düşünün ki bir zaman siz dünyada az ve zayıf idiniz. Öyle ki insanların sizi tutup kapacağından endişe ediyordunuz.”
“Bu halde iken Allah size yer yurt nasib etti, sizi yardımıyla destekledi, sizi temiz ve helâl şeylerle rızıklandırdı, ta ki şükredesiniz.”
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyin, bile bile aranızdaki emanetlerinize de hıyanet etmeyin! Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah nezdindedir.”
“Ey iman edenler! Siz Allah’ı sayar, haramlardan sakınırsanız; Allah size hakkı batıldan ayırt edecek bir anlayış kuvveti verir, sizin günahlarınızı örter, sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir.” Buyurmaktadır.
Yine Rabbimiz Nur suresi 54.ve 55.ayetlerde de; “De ki: ‘Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden, siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz. Ama ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Yoksa, peygamberin görevi, açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.”
“Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki: ‘Daha önce müminleri dünyada hâkim kıldığı gibi kendilerini de hâkim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir.’ Çünkü onlar, yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi Bana şerik yapmazlar. Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş olurlar” ferman buyurmaktadır.
Dünya ve ahiret saadeti isteyenler, bizi bize sormadan yaratan Allah’a ve Resülullah’a itaat etmeli, aklını ve iradesini ilim ve vahiyle aydınlatmalı, kalp ve vicdanını da iman, ahlak ve faziletle donatmalıdırlar.
Her Mü’min; yaratılan varlıkların en şereflisi insana kendisi kadar değer vermelidir. Onun malını, canını, namusunu, haysiyet ve şerefini de, kendisininki kadar aziz bilmelidir. Böylece insanlar kardeşçe, huzur, güven ve emniyet içinde yaşama imkanını elde etmiş olacaklardır.
Ehl-i iman, bu gerçeklere saygılı olmayan kâfir, münâfık ve zâlimlere karşı meşru dairede mücadele etmeli ve haklarını aramalıdırlar. Mü’minler aziz olarak yaşamalı, hiç bir beklentisi olmadan, davasını hiç bir şeye alet etmeden temsil etmeli ve neticede izzeti, haysiyet ve şerefiyle ölmelidirler.
Unutulmamalıdır ki, ‘Zahiri şer olan şeylerin neticesi hayırdır’. (Bakara, 216) Bugün ehl-i imanın başına gelen hadiseler her ne kadar şer gibi görünse de, vâd-i Sübhaniye’ye güvenerek, neticesi hayır olacağında şüphemiz yoktur. Her şey mevsimini beklediği gibi, bu sıkıntılarda Allah’ın vereceği hükmün vaktini ve mevsimini beklemektedir.