İnsan hakları savunucusu Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla dava açıldı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında yayımlanan 679 sayılı KHK ile İzmit Seka Devlet Hastanesi’ndeki görevinden ihraç edilen insan hakları örgütü MAZLUMDER’in (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği) eski başkanlarından Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla dava açıldı. Gergerlioğlu’nun KHK ile kapatılan İMC TV’deki bir programa konuk olması, sosyal medya paylaşımları ve insan haklarına vurgu yapan yazıları davada delil olarak kabul edildi.
Gergerlioğlu, konuya ilişkin yaptığı açıklamada “İnsan hakları ve barışı çözüm süreci öncesinde de, çözüm sürecinde de, sonrasında da hep istedim. İnsan hakları savunucularının istekleri zamana, güce, konjonktüre göre değişmez. Siyasi döneme göre suç tanımı değişmez. Barış ve demokrasiden uzaklaşılan bir ortamda yaptığınız normal işler anormal görülebilir ama hukukun üstünlüğü balçıkla sıvanamaz” ifadelerini kullandı.
Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun kendi sitesinden paylaştığı açıklama şöyle:
“Kocaeli 2. Ağır ceza mahkemesinde hakkımda “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla dava açılmış. Makalelerim ve sosyal medya paylaşımlarımdaki adalet, barış ve insan hakları temelli yazılarım delil gösterilmiştir. “Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın” temalı bir etkinlik fotoğrafı için kardeşliğe, barışa, çözüme davet eden sözlerim propaganda kapsamında değerlendirilmiş, ayrıca Kolombiya barış sürecinin Türkiye’de de gerçekleşebileceğine dair bir paylaşımım ve hatta IMC TV’de program konuğu olmam da (konuşma içeriğinden bağımsız) suç (!) olarak gösterilmiştir.
Yıllardır bu ülkede insan hakları için mücadele ettim, adalet, kardeşlik ve barışın gerçekleşmesi için gerek sivil toplumda gerekse de tüm yazılarımda doğru bildiğimi yazdım. Farklı ırkın cenazesinin toprağa verilmesini bile engelleyecek bir ortamın oluşmaması için çok mücadele ettim. Ancak yanlış politikaların neticesinin ortaya çıktığı bugünlerde insan hakları ve barış gayretimin karşılığında hakkında dava açılanlardan biri de ben oldum.
Hukuk dışı yöntemlerin uygulanmaya çalışıldığı zamanlarda en çok insan hakları savunucuları zayıflatılmaya çalışılır. Çünkü hukuku ayakta tutacak aktiviteler bundan hoşlanmayanlar için çok rahatsız edicidir. Ancak insan hakları savunucuları için böylesi zamanlar, yıllardır söylediklerinin doğrulandığı ve onlara daha çok iş düşen zamanlardır. Hangi engelleme olursa olsun kimlik ayırt etmeksizin tüm mağdurlar ve mazlumlar için insan hakları istemeye devam edeceğim. Biliyorum ki toplumsal kurtuluşumuz, kötüyü değil, iyiliği, insaniyeti, hakkı, adaleti, vicdanı örnek almakla olacaktır.
İnsan hakları ve barışı çözüm süreci öncesinde de, çözüm sürecinde de, sonrasında da hep istedim. İnsan hakları savunucularının istekleri zamana, güce, konjonktüre göre değişmez. Siyasi döneme göre suç tanımı değişmez. Barış ve demokrasiden uzaklaşılan bir ortamda yaptığınız normal işler anormal görülebilir ama hukukun üstünlüğü balçıkla sıvanamaz.
Bu dava hukuki bir dava değil, insan hakları, demokrasi talebinde bulunan pek çok kişiye açılan davada olduğu gibi siyasi bir davadır. Türkiye’nin dünya hukuk tarihinde olumsuz örneklerle anılacak olmasının hesabını verecek yok mudur? Türkiye’nin dünya insani ve hukuki gelişim endekslerinde sürekli son sıralara düşmesi boşuna değildir. Üzücü olan halen önemli bir topluluğun siyasi ve dini gerekçelerle bu hukuksuzluğa sessiz kalmasıdır. Bütün bunlara rağmen tüm insanlar için eşit, adil bir yaşamı isteyeceğimi ve ilkelerimden geri adım atmayacağımı kamuoyuna deklare ederim.”