İnsan rahm-i maderden binbir sıkıntı ve feryatlarla gözünü dünyaya açar. O kadar acizdir ki, nereye ve niçin geldiğinden bile haberi yoktur.
İnsan normalin üstündeki soğuk ve sıcak suya birden dalamaz. Yavaş yavaş, vücudunu alıştıra alıştıra girer. Dünyaya gözünü açan çocukta yavaş yavaş görerek, duyarak, egsersizlerle hayata intibak eder. ‘Taallümle tekemmül’ ederek kabiliyetleri yavaş yavaş gelişir.
Hayır ve şerre alet olacak kabiliyetle yaratılan insan, kabiliyetlerini hayırda inkişaf ettirirse, kendisine, ailesine, topluma ve bütün insanlığa faydalı olur. Kabiliyetlerini şerre kullanırsa yakan, yıkan, tahripkâr, muzır bir insan olur. Çocuğun kabiliyetlerinin inkişafı şüphesiz başta anne-babanın rehberliği, örnek olması büyük önem arzeder. Daha sonra mektep, medya ve çevre büyük rol oynar.
Kainatları yaratan Allah (cc), insanı nimetler denizinde yüzdürmektedir. İman, iz’an haline gelmez, ruhda gönülde derinleşme olmazsa, bu nimetlerin kıymeti bilinmediği gibi, musibetlerin, külfetlerin manasıda anlaşılamaz, şikayete, isyana dönüşür. Sabırla, tevekkül ve teslimiyetle vicdanî huzura erme varken, şikayet ve isyanla musibeti katlamış olur.
O zaman insan, dünya ve ahiretini kaybetme durumuna düşebilir.
Hadid su20.ayette Cenab-ı Hak; “İyi bilinki, (ahirete yer verilmeyen) dünya hayatı bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki, bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çer çöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Ahirette ise kafirler için şiddetli bir ceza, müminler için ise, Rableri tarafından bir mağfiret ve rıza! Evet, dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir.” Buyurmaktadır.
Gerçek mânâda Allah’a inanan, Hakk’a gönül verip onu temsil eden mü’minler, hayat şartları ne kadar ağır olursa olsun, imanından taviz vermez, neticesindeki güzelliklere kalbini kilitler, rıza-yı İlahi olan hedefine ulaşmaya gayret eder.
Hadid suresi 21.ayette ise Cenab-ı Mevlâ mü’minlere; “Rabbiniz tarafından verilecek mağfirete ve cennete girmek için yarışın; öyle bir cennet ki, eni göklerle yerin eni gibi olup, Allah’a ve Resüllerine iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın dilediği kimselere olan bir ihsanıdır. Allah büyük lütuf sahibidir” buyurmaktadır.
Mekke döneminde Allah Resulü (sav) başta olmak üzere bütün Sahabe Efendilerimiz (r.anhüm); bugün olduğu gibi hapishanelerde, eziyetler, öldürmeler dahil, her türlü eza-cefa, çile-ızdırap ve hakarete maruz bırakılmışlardı.
Müslümanlara kendi ülkelerinde yaşama hakkı tanınmayınca, hicrete mecbur kalmışlar, Habeşistan ve daha sonra Medine-i Münevvere’ye göç etmişlerdi.
O gün bütün Arap yarımadasında müşrikler, Müslümanların az oluşu ve yanlış yolda oldukları kanaatıyla, tehditlerle, eziyetlerle onları korkutup morallerini bozmanın yanında, kendi düşüncelerine davet ederek kalplerinde şüphe uyarmaya çalışıyorlardı. Allah Resulü (sav) de; inanan, sabırda zorlanan mü’minleri Kur’an ruhuyla, iman gücüyle canlı tutuyordu.
Bugün de; şerri, ihaneti, zulmü temsil edenler, dünyalarını, rahatlarını makam ve mevkilerini, Allah’dan Peygamberden, dinden, ahiretten üstün tutanlar; kuvvetli gibi görünseler de, her zaman zayıftırlar. Dünya nimetleri içinde yüzseler de, huzurlu değildirler. Daima panik içindedirler. Ellerindeki nimetleri, ölümle sona erecek her şeyi kaybetme korkusunu taşır, ölümü hatırlamak bile istemezler.
Hz.Musa’ya (as) ve ehl-i imana huzur vermeyen, iman edenlere, ‘Siz bana sormadan beni bırakıp inandınız ha! Sizi, kol ve bacaklarınızı çaprazvâri keserek cezalandıracağım’ diyen Firavun’u Cenab-ı hak denizde boğmuştu.
Onların durumuyla alakalı Kur’an-ı Müciz-ül Beyan’da Duhan suresi 25,26 ve 27.ayetlerde; “Geride neler bırakmadılar neler!… Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler… Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!..”
Aynı surede 28 ve 29.ayetlerde de; “Sonra bütün bunları başka bir topluma miras bıraktık. (Onların) Perişan hallerine yer-gök ağlamadı” buyrulmaktadır.
“Demek ki ey münâfıklar! Siz işbaşına gelecek olursanız, ülkede fesat çıkaracak, nizamı bozacak, akrabalık bağlarını parçalayacaksınız! (Muhammed suresi,22)
“İşte bunlar, Allah’ın lanet edip kulaklarını sağırlaştırdığı, gözlerini kör ettiği kimselerdir. (Muhammed suresi,23)
“Haydi dünyada birtakım hile ve dolaplar çeviriyorlar. Peki melekler, onların yüzlerine sırtlarına vura vura canlarını aldıkları zaman halleri ne olacak?” (Muhammed suresi, 27)
“Bu böyledir; Çünkü onlar Allah’ın gadabına sebep olan şeylerin peşine düştüler. O’nu razı edecek şeyleride beğenmediler. Bu yüzden Allah da onların bütün işlerini boşa çıkardı!” (Muhammed suresi, 28)
“Yoksa kalplerinde hastalık (nifak) bulunan münafıklar, Allah’ın kalplerinde mü’minlere karşı duydukları kinleri aşığa çıkaramacağını mı zannediyorlar? (Muhammed suresi,29)
“Sizi mutlaka imtihan edeceğiz, ta ki içinizden mücahede edenleri, sabır ve sebat gösterenleri ortaya çıkaracak ve gösterdiğiniz yararlıkları imtihan meydanlarında örnek göstereceğiz (Muhammed suresi, 31)
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin de emeklerinizi boşa çıkarmayın”(Muhammed suresi,33)
“Kendilerini inkar edip insanları da Allah yolundan çeviren, sonunda da kâfir olarak ölenler var ya, Allah onları asla affetmeyecektir.” (Muhammed suresi, 34)
“O halde gevşemeyin de, sizler daha üstün durumda iken, zillet gösterip barış olması için yalvarmayın. Allah sizinle beraberdir. O asla sizin gayretinizi kuvvetten düşürmez, emeklerinizi zayi etmez” (Muhammed suresi, 35)
“(Habibim) İman edenlere söyle ki; Allah’ın ceza günlerinin gelip çatacağını beklemeyenlerin ezalarına aldırış etmesinler, kusurlarını bağışlasınlar. Çünkü, nasılsa Allah, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir.” (Casiye suresi, 14)buyrulmaktadır.
Yine Rabbimiz Kur’an-ı Müciz-ül beyanda Bakara suresi 216.ayette;“…Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Buyurmaktadır.
Bu tarih boyu hep böyle olmuştur. Herkes daha evvel başından geçen sıkıntıları, üzücü hadiseleri daha sonra dostlarına zevkle hikaye eder, anlatırlar. Bizler de sohbet-i cananlarımızda, daha evvel canlarını ve mallarını Allah yolunda, davaları adına seve seve verenleri örnek ve model olarak teşvik adına hep anlatmışızdır.
Cenab-ı Hak, bu günde bizleri aynı şartlarda imtihana tabi tutmakta, sabır, tevekkül ve tahammülümüzü ölçmektedir. Bizlerde inandığımız ve hak bildiğimiz davamız adına başımıza gelen sıkıntılara karşı daha evvelki büyüklerimizi örnek almak suretiyle sabredecek, gelecek nesillerimize iyi model olmaya gayret edeceğiz.