Lice’de siviller bir kere daha bombalanıyor.
Gazetecilik yaşantım boyunca Lice’de tanık ya da haberdar olduğum kim bilir kaçıncı bombalama bu?
Daha birkaç ay önce Lice kırsalı, F-16 savaş uçakları tarafından bombalandı.
F-16’lar, savaş helikopterleri‘teröristlerle mücadele ediyoruz’ denilerek sivil halkı bombalıyor.
Lice’de sivillerin bombalanması ya da taranması üzerine “90’lı yıllara döndük” diye atılan başlıklar var.
Bu, her dönemde Türk devletinin başvurduğu bir yöntem. Sivil diye, masum diye, masumiyet karinesi diye hatta insanlık diye bir ölçü yok.
Hele de söz konusu Kürtler olunca peşinen bütün halk aynı derecede sorumlu ve aynı derecede suçlu olarak kabul ediliyor.
Terörle mücadele denilince Lice ve civarı en birinci hedefler arasında sayılıyor.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren Lice,devletin kara listesinde.
Önce 1925’de Şeyh Sait İsyanı’na verdiği büyük destek nedeniyle. Sonra 1978’de PKK’nin Fis Vadisi’nde kuruluşuna ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle devlet Lice’yi neredeyse terörün merkezi sayıyor. Devlet aklı Lice’yi ve Licelileri değişmez kara listesine almış bir kere, bu değişmiyor.
90’lı yıllarda Lice halkı PKK’ye karşı savaşta korucu olmayı reddettiği için devletin hışmına uğradı. Liceliler her türlü baskıya ve şiddete direnmelerinin bedelini çok ağır ödediler. Önce köylerin yarısı yakıldı, yıkıldı. İlçe merkezindeki ve köylerdeki nüfusun çoğu göçe zorlandı.
Bütün baskılara rağmen halkın direncini kıramayan devlet, 22 Ekim 1993’te bu kez Lice’nin merkezini yakıp yıktı. Bunun için de Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın katledilmesi gerekçe gösterildi. Lice’nin dış dünyayla ilişkisi kesildi ve üç gün boyunca ilçe merkezi yerle bir edildi. Olaylarda 31 kişi yaşamını yitirdi. (Daha sonra Bahtiyar Aydın cinayetini PKK’nin değil devlet içindeki derin güçlerin yaptığı anlaşıldı.)
“LİCE’NİN ÜZERİNDE DUMANLAR TÜTÜYORDU”
Lice yanarken olayları yakından izledim.İlginç bir şekilde Bahtiyar Aydın suikastı tam da PKK’nin medyaya bölgede çalışma yasağı koyduğu günlerde yapılmıştı. PKK’nin o tarihlerdeilan ettiğibu basın yasağını dinlemeyip bölgede çalışmalarını sürdüren az sayıda gazeteciden birisiydim. Baskın haberini alır almaz Lice’ye gitmek üzere hazırlandım.
O sırada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve diğer yöneticiler bir bölge toplantısı için Diyarbakır’da bulunuyordu. Onlara Lice’de olanlarıanlattım, “Birlikte gidelim, siz de durumu yakından görürsünüz” dedim. Gazetecilik geçmişi olan eski arkadaşım Eşref Erdem’in de desteği olunca Baykal kabul etti. Birlikte partinin otobüsü ile Lice’ye hareket ettik.
25 Ekim 1993 tarihli, ‘Lice ve sonrası…’ başlıklı yazımın girişi şöyleydi:
“Lice’nin üzerinde dumanlar tütüyor. Lice’de ne olup bittiğini hala bilemiyoruz. Daha önceleri benzerlerini gördüğümüz acı Güneydoğu manzaralarından biri…
Devlet, yalnızca TRT kameramanlarını ilçeye sokuyor. Diğer basın mensuplarını, hatta parlamenterleri, muhalefet partisi liderlerini ve en önemlisi Lice’de çoluğu çocuğu, yakınları olanları içeriye almıyor.
Ama nasılsa, bugün olmazsa yarın, giriş çıkışlar serbest bırakılacak, neyin ne olduğu anlaşılacak. Şırnak örneğinde olduğu gibi… Günümüzde hiçbir şeyi, kamuoyunun, dünyanın gözünden saklamak mümkün değil.” (Koray Düzgören, Hürriyet Gazetesi – 25 Ekim 1993 -Kürt Çıkmazı. Verso Yayınları, 1994 İstanbul. Sayfa 457)
O gün Lice girişinde bizi bir yüzbaşı durdurdu. “Buradan öte yasak bölge, “geçemezsiniz” dedi.Baykal ve diğer CHP yetkilileri duruma müdahale ederek Lice’ye girmek istediklerini söylediler.Yüzbaşı, “Hiç farketmez” dedi. “Bize verilen emir böyle.”
Deniz Baykal, belki de ilk defa böyle bir muameleye maruz kalıyordu. Bölgenin, Türkiye’nin gerçekleriyle belki de ilk defa bu kadar acı bir şekilde karşı karşıya geliyordu. “Nasıl olur da bir muhalefet lideri ve parlamenterler ülkenin bir ilçe merkezine sokulmuyordu?”
Hakkını yememek gerek. Baykal o gün,içişleri bakanını, başka yetkilileri telefonla aradı, uğraştı ve sonunda milletvekilleri dışında otobüste kimsenin olmaması şartıyla giriş izin verildi.
Bu nedenle otobüsü Eşref Erdem kullanmak zorunda kaldı. Ben de bu arada haberimi geçmek için yakındaki bir köye doğru hareket ettim.
Baykal daha sonra Diyarbakır’a dönünce, belki de siyasal yaşamının Kürt meselesiyle ilgili en önemli açıklamasını yaptı.
Özetle şunu söyledi:
“Kimseye, kökleşmiş, köhnemiş, yanlış ve PKK’nin 10 yılda 10 misli büyümesi ile sonuçlanmış devlet politikalarını empoze etmeye kalkmadanTürkiye’nin esenliği ve geleceği adına bu sorun için çözüm üretmemiz gerekiyor. Daha doğrusu özgürce tartışmaya başlamamız gerekiyor.”
Bu konuda hala aynı düşünceleri taşıyor mu bilmiyorum ama, şu kesin:
Lice’nin özelinde Kürt meselesinde değişen bir şey yok.
Zaten bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra, yani 24 Ağustos 1994’te Lice, bir kere daha askerlerin, polislerin saldırısına uğradı. İki kişi öldü, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edildi.
Daha sonra yine aynı köhnemiş, kökleşmiş ve yanlış politikalar ısıtıp ısıtılıp gündeme getirildi. Hala da getiriliyor.
Devletin birçok olay vesilesiyle sorumlu tuttuğu sivil halka, kendi vatandaşlarına karşı katliam boyutu dahil, cinayetlere yönelmesi yeni değil.
Bu bir Osmanlı geleneği. Aynen Cumhuriyet’in genlerine işlemiş bir paradigma olarak devam ediyor.
Devlet, özellikle de bütün katliamlara, faili meçhul cinayetlere, yıkıma, şiddete, zorunlu göçe ve diğer baskılara rağmen diz çökmeyen, biat etmeyen bazı bölgelerin halkına karşı acımasız ve kindar davranıyor.
Dersim, Cizre, Şırnak, Hakkari, Yüksekova, Lice bunun en belirgin örnekleri.
Son yıllarda buna bir de Roboski eklendi. Devlet, 34 evlatlarını savaş jetleriyle bombalayıp öldürdüğü Roboskililere boyun eğmedikleri, susup kendilerine bahşedilen tazminatları almadıkları için çok kızgın. Döne döne işkence ediyor, fırsatını bulursa yine öldürüyor. Hiçbir şey yapamazsa geçim araçları katırları kurşuna diziyor.
LİCELİLER KALEKOLLARA DİRENDİLER
Çözüm sürecinde de Lice halkı, bölgelerinde yapılan kalekollara, karakollara karşı direndiler. “Madem çözüm sürecindeyiz, bu kalekollara, karakollara ne gerek var” dediler.
Belki de Liceliler bölgenin diğer birçok sakini gibi devletin bu süreçteki iki yüzlülüğünü, samimiyetsizliğini anlamıştı. O nedenle de direndiler.
Direndikleri için yine devletin gazabına maruz kaldılar. Özel timlerin, komandoların hedefi oldular.O zamanki saldırılarda 2 kişi yaşamını yitirdi.
Oysa çok haklıydılar. O kalekol denilen orta çağ kalelerini andıran inanılmaz müstahkem mevkileri görmeden olayın vahameti anlaşılamaz.
Ben 2014 yerel seçimleri döneminde bölgeyi gezerken o yapıları görünce çok şaştım. Kalekolların bu kadar büyük, bu kadar korkutucu ve çevresindeki tepelere de yayılmış bir karakollar kompleksi olduğunu tahmin edememiştim.
“Böyle bir yapıyı görüp hala barış sürecinden söz edebildikleri için aslında Kürtlere şaşmamak mümkün değil” diyordum.
Şimdi ise, “PKK’nin kökünü kazıyacağız.” diyerek örgütün güçlü olduğu bölgelerde operasyonlara hız verdiler.
Bu nedenle örgüte sempati duyduklarını tahmin ettikleri halkı sindirerek, gerekirse onları göçe zorlayarak netice alacaklarını zannediyorlar.
1925’ten bu yana olup bitenlerden hiçbir ders almadıkları ortada.
LİCE OLAYI ÖZEL BİRLİKLERİN FAALİYETİ Mİ?
Saray’ın ulağı A. Selvi, bundan 1 yıl önce, 13 Haziran 2016 tarihli yazısında
Lice-Kulp-Hazro üçgeninin PKK’nin lojistik merkezi olarak belirlendiğini ve bu üçgene özel operasyonlar yapılacağını söylüyordu.
Selvi, ‘terörle mücadelede dinamik bir süreçten geçildiğini’ belirtiyor ve “PKK, taktik değiştiriyor ama Türk Silahlı Kuvvetleri de buna göre yeni yapılanmalara gidiyor. Özel Kuvvetler’in en seçkin birlikleri arasından, ‘Özel Birlikler’ oluşturuldu” diyordu.
Selvi,“Tamamı Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından oluşuyor”dediği birlikleri, PKK’nin kırsaldaki kamplarına zaman zaman da Kuzey Irak’a girmek suretiyle PKK hedeflerine yönelik etkili eylemler yapıyor” diye anlatıyordu.
Selvi, Özel Birlikler’in adını bundan sonra daha çok duyacağımızı da söylüyordu.
Şimdi bu yazıya bakınca, acaba Lice’deki son katliam girişimini bu özel birlikler yapmış olabilir mi diye düşünmemek elde değil.
Lice olayları üzerine Artı Gerçek’te “90’lı yıllara geri döndük” başlığını görünce ben de o yıllara, o günlere döndüm. Devletin, kim yönetirse yönetsin iktidarların, Kürt sorununa da Lice’ye de bakışının aradan geçen neredeyse 25 yıllık dilimde bir arpa boyu ilerleyemediğini görmek ne kadar acı.
Bir farkla…Bugün ülkeyi yönetenler, dünyanın neresinde Sünni Müslümanlara yönelik bir saldırı olsa ona sahip çıkarmış gibi yapıp, “Sünnilerin hamisiyiz” mesajı vermeye pek hevesliler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Myanmar’da etnik temizliğe tabi tutulan Müslüman Arakanlılar için seferber olmuş. “Türkiye, terörü de masum sivilleri hedef alan operasyonları da kınıyor” açıklaması yapmış. Türkiye’nin sorunun çözümüne yönelik çabaları desteklediğini, bu süreçte orantısız güç kullanımından uzak durulması ve sivil halkın zarar görmemesi için azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini Myanmar liderine telefonda söylemiş.
Türkiye’nin Hakkari’sinde, Lice’sinde bombalanan, taranan siviller konusunda Erdoğan’ı kim uyaracak?
“Masum siviller hedef alınıyor”muş.
Nerede? Hakkari ve Lice’de mi? Myanmar’da mı? Kyanak: artıgerçek.com
Lice’de siviller bir kere daha bombalanıyor.
Gazetecilik yaşantım boyunca Lice’de tanık ya da haberdar olduğum kim bilir kaçıncı bombalama bu?
Daha birkaç ay önce Lice kırsalı, F-16 savaş uçakları tarafından bombalandı.
F-16’lar, savaş helikopterleri‘teröristlerle mücadele ediyoruz’ denilerek sivil halkı bombalıyor.
Lice’de sivillerin bombalanması ya da taranması üzerine “90’lı yıllara döndük” diye atılan başlıklar var.
Bu, her dönemde Türk devletinin başvurduğu bir yöntem. Sivil diye, masum diye, masumiyet karinesi diye hatta insanlık diye bir ölçü yok.
Hele de söz konusu Kürtler olunca peşinen bütün halk aynı derecede sorumlu ve aynı derecede suçlu olarak kabul ediliyor.
Terörle mücadele denilince Lice ve civarı en birinci hedefler arasında sayılıyor.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren Lice,devletin kara listesinde.
Önce 1925’de Şeyh Sait İsyanı’na verdiği büyük destek nedeniyle. Sonra 1978’de PKK’nin Fis Vadisi’nde kuruluşuna ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle devlet Lice’yi neredeyse terörün merkezi sayıyor. Devlet aklı Lice’yi ve Licelileri değişmez kara listesine almış bir kere, bu değişmiyor.
90’lı yıllarda Lice halkı PKK’ye karşı savaşta korucu olmayı reddettiği için devletin hışmına uğradı. Liceliler her türlü baskıya ve şiddete direnmelerinin bedelini çok ağır ödediler. Önce köylerin yarısı yakıldı, yıkıldı. İlçe merkezindeki ve köylerdeki nüfusun çoğu göçe zorlandı.
Bütün baskılara rağmen halkın direncini kıramayan devlet, 22 Ekim 1993’te bu kez Lice’nin merkezini yakıp yıktı. Bunun için de Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın katledilmesi gerekçe gösterildi. Lice’nin dış dünyayla ilişkisi kesildi ve üç gün boyunca ilçe merkezi yerle bir edildi. Olaylarda 31 kişi yaşamını yitirdi. (Daha sonra Bahtiyar Aydın cinayetini PKK’nin değil devlet içindeki derin güçlerin yaptığı anlaşıldı.)
“LİCE’NİN ÜZERİNDE DUMANLAR TÜTÜYORDU”
Lice yanarken olayları yakından izledim.İlginç bir şekilde Bahtiyar Aydın suikastı tam da PKK’nin medyaya bölgede çalışma yasağı koyduğu günlerde yapılmıştı. PKK’nin o tarihlerdeilan ettiğibu basın yasağını dinlemeyip bölgede çalışmalarını sürdüren az sayıda gazeteciden birisiydim. Baskın haberini alır almaz Lice’ye gitmek üzere hazırlandım.
O sırada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve diğer yöneticiler bir bölge toplantısı için Diyarbakır’da bulunuyordu. Onlara Lice’de olanlarıanlattım, “Birlikte gidelim, siz de durumu yakından görürsünüz” dedim. Gazetecilik geçmişi olan eski arkadaşım Eşref Erdem’in de desteği olunca Baykal kabul etti. Birlikte partinin otobüsü ile Lice’ye hareket ettik.
25 Ekim 1993 tarihli, ‘Lice ve sonrası…’ başlıklı yazımın girişi şöyleydi:
“Lice’nin üzerinde dumanlar tütüyor. Lice’de ne olup bittiğini hala bilemiyoruz. Daha önceleri benzerlerini gördüğümüz acı Güneydoğu manzaralarından biri…
Devlet, yalnızca TRT kameramanlarını ilçeye sokuyor. Diğer basın mensuplarını, hatta parlamenterleri, muhalefet partisi liderlerini ve en önemlisi Lice’de çoluğu çocuğu, yakınları olanları içeriye almıyor.
Ama nasılsa, bugün olmazsa yarın, giriş çıkışlar serbest bırakılacak, neyin ne olduğu anlaşılacak. Şırnak örneğinde olduğu gibi… Günümüzde hiçbir şeyi, kamuoyunun, dünyanın gözünden saklamak mümkün değil.” (Koray Düzgören, Hürriyet Gazetesi – 25 Ekim 1993 -Kürt Çıkmazı. Verso Yayınları, 1994 İstanbul. Sayfa 457)
O gün Lice girişinde bizi bir yüzbaşı durdurdu. “Buradan öte yasak bölge, “geçemezsiniz” dedi.Baykal ve diğer CHP yetkilileri duruma müdahale ederek Lice’ye girmek istediklerini söylediler.Yüzbaşı, “Hiç farketmez” dedi. “Bize verilen emir böyle.”
Deniz Baykal, belki de ilk defa böyle bir muameleye maruz kalıyordu. Bölgenin, Türkiye’nin gerçekleriyle belki de ilk defa bu kadar acı bir şekilde karşı karşıya geliyordu. “Nasıl olur da bir muhalefet lideri ve parlamenterler ülkenin bir ilçe merkezine sokulmuyordu?”
Hakkını yememek gerek. Baykal o gün,içişleri bakanını, başka yetkilileri telefonla aradı, uğraştı ve sonunda milletvekilleri dışında otobüste kimsenin olmaması şartıyla giriş izin verildi.
Bu nedenle otobüsü Eşref Erdem kullanmak zorunda kaldı. Ben de bu arada haberimi geçmek için yakındaki bir köye doğru hareket ettim.
Baykal daha sonra Diyarbakır’a dönünce, belki de siyasal yaşamının Kürt meselesiyle ilgili en önemli açıklamasını yaptı.
Özetle şunu söyledi:
“Kimseye, kökleşmiş, köhnemiş, yanlış ve PKK’nin 10 yılda 10 misli büyümesi ile sonuçlanmış devlet politikalarını empoze etmeye kalkmadanTürkiye’nin esenliği ve geleceği adına bu sorun için çözüm üretmemiz gerekiyor. Daha doğrusu özgürce tartışmaya başlamamız gerekiyor.”
Bu konuda hala aynı düşünceleri taşıyor mu bilmiyorum ama, şu kesin:
Lice’nin özelinde Kürt meselesinde değişen bir şey yok.
Zaten bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra, yani 24 Ağustos 1994’te Lice, bir kere daha askerlerin, polislerin saldırısına uğradı. İki kişi öldü, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edildi.
Daha sonra yine aynı köhnemiş, kökleşmiş ve yanlış politikalar ısıtıp ısıtılıp gündeme getirildi. Hala da getiriliyor.
Devletin birçok olay vesilesiyle sorumlu tuttuğu sivil halka, kendi vatandaşlarına karşı katliam boyutu dahil, cinayetlere yönelmesi yeni değil.
Bu bir Osmanlı geleneği. Aynen Cumhuriyet’in genlerine işlemiş bir paradigma olarak devam ediyor.
Devlet, özellikle de bütün katliamlara, faili meçhul cinayetlere, yıkıma, şiddete, zorunlu göçe ve diğer baskılara rağmen diz çökmeyen, biat etmeyen bazı bölgelerin halkına karşı acımasız ve kindar davranıyor.
Dersim, Cizre, Şırnak, Hakkari, Yüksekova, Lice bunun en belirgin örnekleri.
Son yıllarda buna bir de Roboski eklendi. Devlet, 34 evlatlarını savaş jetleriyle bombalayıp öldürdüğü Roboskililere boyun eğmedikleri, susup kendilerine bahşedilen tazminatları almadıkları için çok kızgın. Döne döne işkence ediyor, fırsatını bulursa yine öldürüyor. Hiçbir şey yapamazsa geçim araçları katırları kurşuna diziyor.
LİCELİLER KALEKOLLARA DİRENDİLER
Çözüm sürecinde de Lice halkı, bölgelerinde yapılan kalekollara, karakollara karşı direndiler. “Madem çözüm sürecindeyiz, bu kalekollara, karakollara ne gerek var” dediler.
Belki de Liceliler bölgenin diğer birçok sakini gibi devletin bu süreçteki iki yüzlülüğünü, samimiyetsizliğini anlamıştı. O nedenle de direndiler.
Direndikleri için yine devletin gazabına maruz kaldılar. Özel timlerin, komandoların hedefi oldular.O zamanki saldırılarda 2 kişi yaşamını yitirdi.
Oysa çok haklıydılar. O kalekol denilen orta çağ kalelerini andıran inanılmaz müstahkem mevkileri görmeden olayın vahameti anlaşılamaz.
Ben 2014 yerel seçimleri döneminde bölgeyi gezerken o yapıları görünce çok şaştım. Kalekolların bu kadar büyük, bu kadar korkutucu ve çevresindeki tepelere de yayılmış bir karakollar kompleksi olduğunu tahmin edememiştim.
“Böyle bir yapıyı görüp hala barış sürecinden söz edebildikleri için aslında Kürtlere şaşmamak mümkün değil” diyordum.
Şimdi ise, “PKK’nin kökünü kazıyacağız.” diyerek örgütün güçlü olduğu bölgelerde operasyonlara hız verdiler.
Bu nedenle örgüte sempati duyduklarını tahmin ettikleri halkı sindirerek, gerekirse onları göçe zorlayarak netice alacaklarını zannediyorlar.
1925’ten bu yana olup bitenlerden hiçbir ders almadıkları ortada.
LİCE OLAYI ÖZEL BİRLİKLERİN FAALİYETİ Mİ?
Saray’ın ulağı A. Selvi, bundan 1 yıl önce, 13 Haziran 2016 tarihli yazısında
Lice-Kulp-Hazro üçgeninin PKK’nin lojistik merkezi olarak belirlendiğini ve bu üçgene özel operasyonlar yapılacağını söylüyordu.
Selvi, ‘terörle mücadelede dinamik bir süreçten geçildiğini’ belirtiyor ve “PKK, taktik değiştiriyor ama Türk Silahlı Kuvvetleri de buna göre yeni yapılanmalara gidiyor. Özel Kuvvetler’in en seçkin birlikleri arasından, ‘Özel Birlikler’ oluşturuldu” diyordu.
Selvi,“Tamamı Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından oluşuyor”dediği birlikleri, PKK’nin kırsaldaki kamplarına zaman zaman da Kuzey Irak’a girmek suretiyle PKK hedeflerine yönelik etkili eylemler yapıyor” diye anlatıyordu.
Selvi, Özel Birlikler’in adını bundan sonra daha çok duyacağımızı da söylüyordu.
Şimdi bu yazıya bakınca, acaba Lice’deki son katliam girişimini bu özel birlikler yapmış olabilir mi diye düşünmemek elde değil.
Lice olayları üzerine Artı Gerçek’te “90’lı yıllara geri döndük” başlığını görünce ben de o yıllara, o günlere döndüm. Devletin, kim yönetirse yönetsin iktidarların, Kürt sorununa da Lice’ye de bakışının aradan geçen neredeyse 25 yıllık dilimde bir arpa boyu ilerleyemediğini görmek ne kadar acı.
Bir farkla…Bugün ülkeyi yönetenler, dünyanın neresinde Sünni Müslümanlara yönelik bir saldırı olsa ona sahip çıkarmış gibi yapıp, “Sünnilerin hamisiyiz” mesajı vermeye pek hevesliler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Myanmar’da etnik temizliğe tabi tutulan Müslüman Arakanlılar için seferber olmuş. “Türkiye, terörü de masum sivilleri hedef alan operasyonları da kınıyor” açıklaması yapmış. Türkiye’nin sorunun çözümüne yönelik çabaları desteklediğini, bu süreçte orantısız güç kullanımından uzak durulması ve sivil halkın zarar görmemesi için azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini Myanmar liderine telefonda söylemiş.
Türkiye’nin Hakkari’sinde, Lice’sinde bombalanan, taranan siviller konusunda Erdoğan’ı kim uyaracak?
“Masum siviller hedef alınıyor”muş.
Nerede? Hakkari ve Lice’de mi? Myanmar’da mı? Kyanak: artıgerçek.com
Lice’de siviller bir kere daha bombalanıyor.
Gazetecilik yaşantım boyunca Lice’de tanık ya da haberdar olduğum kim bilir kaçıncı bombalama bu?
Daha birkaç ay önce Lice kırsalı, F-16 savaş uçakları tarafından bombalandı.
F-16’lar, savaş helikopterleri‘teröristlerle mücadele ediyoruz’ denilerek sivil halkı bombalıyor.
Lice’de sivillerin bombalanması ya da taranması üzerine “90’lı yıllara döndük” diye atılan başlıklar var.
Bu, her dönemde Türk devletinin başvurduğu bir yöntem. Sivil diye, masum diye, masumiyet karinesi diye hatta insanlık diye bir ölçü yok.
Hele de söz konusu Kürtler olunca peşinen bütün halk aynı derecede sorumlu ve aynı derecede suçlu olarak kabul ediliyor.
Terörle mücadele denilince Lice ve civarı en birinci hedefler arasında sayılıyor.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren Lice,devletin kara listesinde.
Önce 1925’de Şeyh Sait İsyanı’na verdiği büyük destek nedeniyle. Sonra 1978’de PKK’nin Fis Vadisi’nde kuruluşuna ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle devlet Lice’yi neredeyse terörün merkezi sayıyor. Devlet aklı Lice’yi ve Licelileri değişmez kara listesine almış bir kere, bu değişmiyor.
90’lı yıllarda Lice halkı PKK’ye karşı savaşta korucu olmayı reddettiği için devletin hışmına uğradı. Liceliler her türlü baskıya ve şiddete direnmelerinin bedelini çok ağır ödediler. Önce köylerin yarısı yakıldı, yıkıldı. İlçe merkezindeki ve köylerdeki nüfusun çoğu göçe zorlandı.
Bütün baskılara rağmen halkın direncini kıramayan devlet, 22 Ekim 1993’te bu kez Lice’nin merkezini yakıp yıktı. Bunun için de Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın katledilmesi gerekçe gösterildi. Lice’nin dış dünyayla ilişkisi kesildi ve üç gün boyunca ilçe merkezi yerle bir edildi. Olaylarda 31 kişi yaşamını yitirdi. (Daha sonra Bahtiyar Aydın cinayetini PKK’nin değil devlet içindeki derin güçlerin yaptığı anlaşıldı.)
“LİCE’NİN ÜZERİNDE DUMANLAR TÜTÜYORDU”
Lice yanarken olayları yakından izledim.İlginç bir şekilde Bahtiyar Aydın suikastı tam da PKK’nin medyaya bölgede çalışma yasağı koyduğu günlerde yapılmıştı. PKK’nin o tarihlerdeilan ettiğibu basın yasağını dinlemeyip bölgede çalışmalarını sürdüren az sayıda gazeteciden birisiydim. Baskın haberini alır almaz Lice’ye gitmek üzere hazırlandım.
O sırada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve diğer yöneticiler bir bölge toplantısı için Diyarbakır’da bulunuyordu. Onlara Lice’de olanlarıanlattım, “Birlikte gidelim, siz de durumu yakından görürsünüz” dedim. Gazetecilik geçmişi olan eski arkadaşım Eşref Erdem’in de desteği olunca Baykal kabul etti. Birlikte partinin otobüsü ile Lice’ye hareket ettik.
25 Ekim 1993 tarihli, ‘Lice ve sonrası…’ başlıklı yazımın girişi şöyleydi:
“Lice’nin üzerinde dumanlar tütüyor. Lice’de ne olup bittiğini hala bilemiyoruz. Daha önceleri benzerlerini gördüğümüz acı Güneydoğu manzaralarından biri…
Devlet, yalnızca TRT kameramanlarını ilçeye sokuyor. Diğer basın mensuplarını, hatta parlamenterleri, muhalefet partisi liderlerini ve en önemlisi Lice’de çoluğu çocuğu, yakınları olanları içeriye almıyor.
Ama nasılsa, bugün olmazsa yarın, giriş çıkışlar serbest bırakılacak, neyin ne olduğu anlaşılacak. Şırnak örneğinde olduğu gibi… Günümüzde hiçbir şeyi, kamuoyunun, dünyanın gözünden saklamak mümkün değil.” (Koray Düzgören, Hürriyet Gazetesi – 25 Ekim 1993 -Kürt Çıkmazı. Verso Yayınları, 1994 İstanbul. Sayfa 457)
O gün Lice girişinde bizi bir yüzbaşı durdurdu. “Buradan öte yasak bölge, “geçemezsiniz” dedi.Baykal ve diğer CHP yetkilileri duruma müdahale ederek Lice’ye girmek istediklerini söylediler.Yüzbaşı, “Hiç farketmez” dedi. “Bize verilen emir böyle.”
Deniz Baykal, belki de ilk defa böyle bir muameleye maruz kalıyordu. Bölgenin, Türkiye’nin gerçekleriyle belki de ilk defa bu kadar acı bir şekilde karşı karşıya geliyordu. “Nasıl olur da bir muhalefet lideri ve parlamenterler ülkenin bir ilçe merkezine sokulmuyordu?”
Hakkını yememek gerek. Baykal o gün,içişleri bakanını, başka yetkilileri telefonla aradı, uğraştı ve sonunda milletvekilleri dışında otobüste kimsenin olmaması şartıyla giriş izin verildi.
Bu nedenle otobüsü Eşref Erdem kullanmak zorunda kaldı. Ben de bu arada haberimi geçmek için yakındaki bir köye doğru hareket ettim.
Baykal daha sonra Diyarbakır’a dönünce, belki de siyasal yaşamının Kürt meselesiyle ilgili en önemli açıklamasını yaptı.
Özetle şunu söyledi:
“Kimseye, kökleşmiş, köhnemiş, yanlış ve PKK’nin 10 yılda 10 misli büyümesi ile sonuçlanmış devlet politikalarını empoze etmeye kalkmadanTürkiye’nin esenliği ve geleceği adına bu sorun için çözüm üretmemiz gerekiyor. Daha doğrusu özgürce tartışmaya başlamamız gerekiyor.”
Bu konuda hala aynı düşünceleri taşıyor mu bilmiyorum ama, şu kesin:
Lice’nin özelinde Kürt meselesinde değişen bir şey yok.
Zaten bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra, yani 24 Ağustos 1994’te Lice, bir kere daha askerlerin, polislerin saldırısına uğradı. İki kişi öldü, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edildi.
Daha sonra yine aynı köhnemiş, kökleşmiş ve yanlış politikalar ısıtıp ısıtılıp gündeme getirildi. Hala da getiriliyor.
Devletin birçok olay vesilesiyle sorumlu tuttuğu sivil halka, kendi vatandaşlarına karşı katliam boyutu dahil, cinayetlere yönelmesi yeni değil.
Bu bir Osmanlı geleneği. Aynen Cumhuriyet’in genlerine işlemiş bir paradigma olarak devam ediyor.
Devlet, özellikle de bütün katliamlara, faili meçhul cinayetlere, yıkıma, şiddete, zorunlu göçe ve diğer baskılara rağmen diz çökmeyen, biat etmeyen bazı bölgelerin halkına karşı acımasız ve kindar davranıyor.
Dersim, Cizre, Şırnak, Hakkari, Yüksekova, Lice bunun en belirgin örnekleri.
Son yıllarda buna bir de Roboski eklendi. Devlet, 34 evlatlarını savaş jetleriyle bombalayıp öldürdüğü Roboskililere boyun eğmedikleri, susup kendilerine bahşedilen tazminatları almadıkları için çok kızgın. Döne döne işkence ediyor, fırsatını bulursa yine öldürüyor. Hiçbir şey yapamazsa geçim araçları katırları kurşuna diziyor.
LİCELİLER KALEKOLLARA DİRENDİLER
Çözüm sürecinde de Lice halkı, bölgelerinde yapılan kalekollara, karakollara karşı direndiler. “Madem çözüm sürecindeyiz, bu kalekollara, karakollara ne gerek var” dediler.
Belki de Liceliler bölgenin diğer birçok sakini gibi devletin bu süreçteki iki yüzlülüğünü, samimiyetsizliğini anlamıştı. O nedenle de direndiler.
Direndikleri için yine devletin gazabına maruz kaldılar. Özel timlerin, komandoların hedefi oldular.O zamanki saldırılarda 2 kişi yaşamını yitirdi.
Oysa çok haklıydılar. O kalekol denilen orta çağ kalelerini andıran inanılmaz müstahkem mevkileri görmeden olayın vahameti anlaşılamaz.
Ben 2014 yerel seçimleri döneminde bölgeyi gezerken o yapıları görünce çok şaştım. Kalekolların bu kadar büyük, bu kadar korkutucu ve çevresindeki tepelere de yayılmış bir karakollar kompleksi olduğunu tahmin edememiştim.
“Böyle bir yapıyı görüp hala barış sürecinden söz edebildikleri için aslında Kürtlere şaşmamak mümkün değil” diyordum.
Şimdi ise, “PKK’nin kökünü kazıyacağız.” diyerek örgütün güçlü olduğu bölgelerde operasyonlara hız verdiler.
Bu nedenle örgüte sempati duyduklarını tahmin ettikleri halkı sindirerek, gerekirse onları göçe zorlayarak netice alacaklarını zannediyorlar.
1925’ten bu yana olup bitenlerden hiçbir ders almadıkları ortada.
LİCE OLAYI ÖZEL BİRLİKLERİN FAALİYETİ Mİ?
Saray’ın ulağı A. Selvi, bundan 1 yıl önce, 13 Haziran 2016 tarihli yazısında
Lice-Kulp-Hazro üçgeninin PKK’nin lojistik merkezi olarak belirlendiğini ve bu üçgene özel operasyonlar yapılacağını söylüyordu.
Selvi, ‘terörle mücadelede dinamik bir süreçten geçildiğini’ belirtiyor ve “PKK, taktik değiştiriyor ama Türk Silahlı Kuvvetleri de buna göre yeni yapılanmalara gidiyor. Özel Kuvvetler’in en seçkin birlikleri arasından, ‘Özel Birlikler’ oluşturuldu” diyordu.
Selvi,“Tamamı Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından oluşuyor”dediği birlikleri, PKK’nin kırsaldaki kamplarına zaman zaman da Kuzey Irak’a girmek suretiyle PKK hedeflerine yönelik etkili eylemler yapıyor” diye anlatıyordu.
Selvi, Özel Birlikler’in adını bundan sonra daha çok duyacağımızı da söylüyordu.
Şimdi bu yazıya bakınca, acaba Lice’deki son katliam girişimini bu özel birlikler yapmış olabilir mi diye düşünmemek elde değil.
Lice olayları üzerine Artı Gerçek’te “90’lı yıllara geri döndük” başlığını görünce ben de o yıllara, o günlere döndüm. Devletin, kim yönetirse yönetsin iktidarların, Kürt sorununa da Lice’ye de bakışının aradan geçen neredeyse 25 yıllık dilimde bir arpa boyu ilerleyemediğini görmek ne kadar acı.
Bir farkla…Bugün ülkeyi yönetenler, dünyanın neresinde Sünni Müslümanlara yönelik bir saldırı olsa ona sahip çıkarmış gibi yapıp, “Sünnilerin hamisiyiz” mesajı vermeye pek hevesliler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Myanmar’da etnik temizliğe tabi tutulan Müslüman Arakanlılar için seferber olmuş. “Türkiye, terörü de masum sivilleri hedef alan operasyonları da kınıyor” açıklaması yapmış. Türkiye’nin sorunun çözümüne yönelik çabaları desteklediğini, bu süreçte orantısız güç kullanımından uzak durulması ve sivil halkın zarar görmemesi için azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini Myanmar liderine telefonda söylemiş.
Türkiye’nin Hakkari’sinde, Lice’sinde bombalanan, taranan siviller konusunda Erdoğan’ı kim uyaracak?
“Masum siviller hedef alınıyor”muş.
Nerede? Hakkari ve Lice’de mi? Myanmar’da mı? Kyanak: artıgerçek.com
Lice’de siviller bir kere daha bombalanıyor.
Gazetecilik yaşantım boyunca Lice’de tanık ya da haberdar olduğum kim bilir kaçıncı bombalama bu?
Daha birkaç ay önce Lice kırsalı, F-16 savaş uçakları tarafından bombalandı.
F-16’lar, savaş helikopterleri‘teröristlerle mücadele ediyoruz’ denilerek sivil halkı bombalıyor.
Lice’de sivillerin bombalanması ya da taranması üzerine “90’lı yıllara döndük” diye atılan başlıklar var.
Bu, her dönemde Türk devletinin başvurduğu bir yöntem. Sivil diye, masum diye, masumiyet karinesi diye hatta insanlık diye bir ölçü yok.
Hele de söz konusu Kürtler olunca peşinen bütün halk aynı derecede sorumlu ve aynı derecede suçlu olarak kabul ediliyor.
Terörle mücadele denilince Lice ve civarı en birinci hedefler arasında sayılıyor.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren Lice,devletin kara listesinde.
Önce 1925’de Şeyh Sait İsyanı’na verdiği büyük destek nedeniyle. Sonra 1978’de PKK’nin Fis Vadisi’nde kuruluşuna ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle devlet Lice’yi neredeyse terörün merkezi sayıyor. Devlet aklı Lice’yi ve Licelileri değişmez kara listesine almış bir kere, bu değişmiyor.
90’lı yıllarda Lice halkı PKK’ye karşı savaşta korucu olmayı reddettiği için devletin hışmına uğradı. Liceliler her türlü baskıya ve şiddete direnmelerinin bedelini çok ağır ödediler. Önce köylerin yarısı yakıldı, yıkıldı. İlçe merkezindeki ve köylerdeki nüfusun çoğu göçe zorlandı.
Bütün baskılara rağmen halkın direncini kıramayan devlet, 22 Ekim 1993’te bu kez Lice’nin merkezini yakıp yıktı. Bunun için de Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın katledilmesi gerekçe gösterildi. Lice’nin dış dünyayla ilişkisi kesildi ve üç gün boyunca ilçe merkezi yerle bir edildi. Olaylarda 31 kişi yaşamını yitirdi. (Daha sonra Bahtiyar Aydın cinayetini PKK’nin değil devlet içindeki derin güçlerin yaptığı anlaşıldı.)
“LİCE’NİN ÜZERİNDE DUMANLAR TÜTÜYORDU”
Lice yanarken olayları yakından izledim.İlginç bir şekilde Bahtiyar Aydın suikastı tam da PKK’nin medyaya bölgede çalışma yasağı koyduğu günlerde yapılmıştı. PKK’nin o tarihlerdeilan ettiğibu basın yasağını dinlemeyip bölgede çalışmalarını sürdüren az sayıda gazeteciden birisiydim. Baskın haberini alır almaz Lice’ye gitmek üzere hazırlandım.
O sırada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve diğer yöneticiler bir bölge toplantısı için Diyarbakır’da bulunuyordu. Onlara Lice’de olanlarıanlattım, “Birlikte gidelim, siz de durumu yakından görürsünüz” dedim. Gazetecilik geçmişi olan eski arkadaşım Eşref Erdem’in de desteği olunca Baykal kabul etti. Birlikte partinin otobüsü ile Lice’ye hareket ettik.
25 Ekim 1993 tarihli, ‘Lice ve sonrası…’ başlıklı yazımın girişi şöyleydi:
“Lice’nin üzerinde dumanlar tütüyor. Lice’de ne olup bittiğini hala bilemiyoruz. Daha önceleri benzerlerini gördüğümüz acı Güneydoğu manzaralarından biri…
Devlet, yalnızca TRT kameramanlarını ilçeye sokuyor. Diğer basın mensuplarını, hatta parlamenterleri, muhalefet partisi liderlerini ve en önemlisi Lice’de çoluğu çocuğu, yakınları olanları içeriye almıyor.
Ama nasılsa, bugün olmazsa yarın, giriş çıkışlar serbest bırakılacak, neyin ne olduğu anlaşılacak. Şırnak örneğinde olduğu gibi… Günümüzde hiçbir şeyi, kamuoyunun, dünyanın gözünden saklamak mümkün değil.” (Koray Düzgören, Hürriyet Gazetesi – 25 Ekim 1993 -Kürt Çıkmazı. Verso Yayınları, 1994 İstanbul. Sayfa 457)
O gün Lice girişinde bizi bir yüzbaşı durdurdu. “Buradan öte yasak bölge, “geçemezsiniz” dedi.Baykal ve diğer CHP yetkilileri duruma müdahale ederek Lice’ye girmek istediklerini söylediler.Yüzbaşı, “Hiç farketmez” dedi. “Bize verilen emir böyle.”
Deniz Baykal, belki de ilk defa böyle bir muameleye maruz kalıyordu. Bölgenin, Türkiye’nin gerçekleriyle belki de ilk defa bu kadar acı bir şekilde karşı karşıya geliyordu. “Nasıl olur da bir muhalefet lideri ve parlamenterler ülkenin bir ilçe merkezine sokulmuyordu?”
Hakkını yememek gerek. Baykal o gün,içişleri bakanını, başka yetkilileri telefonla aradı, uğraştı ve sonunda milletvekilleri dışında otobüste kimsenin olmaması şartıyla giriş izin verildi.
Bu nedenle otobüsü Eşref Erdem kullanmak zorunda kaldı. Ben de bu arada haberimi geçmek için yakındaki bir köye doğru hareket ettim.
Baykal daha sonra Diyarbakır’a dönünce, belki de siyasal yaşamının Kürt meselesiyle ilgili en önemli açıklamasını yaptı.
Özetle şunu söyledi:
“Kimseye, kökleşmiş, köhnemiş, yanlış ve PKK’nin 10 yılda 10 misli büyümesi ile sonuçlanmış devlet politikalarını empoze etmeye kalkmadanTürkiye’nin esenliği ve geleceği adına bu sorun için çözüm üretmemiz gerekiyor. Daha doğrusu özgürce tartışmaya başlamamız gerekiyor.”
Bu konuda hala aynı düşünceleri taşıyor mu bilmiyorum ama, şu kesin:
Lice’nin özelinde Kürt meselesinde değişen bir şey yok.
Zaten bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra, yani 24 Ağustos 1994’te Lice, bir kere daha askerlerin, polislerin saldırısına uğradı. İki kişi öldü, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edildi.
Daha sonra yine aynı köhnemiş, kökleşmiş ve yanlış politikalar ısıtıp ısıtılıp gündeme getirildi. Hala da getiriliyor.
Devletin birçok olay vesilesiyle sorumlu tuttuğu sivil halka, kendi vatandaşlarına karşı katliam boyutu dahil, cinayetlere yönelmesi yeni değil.
Bu bir Osmanlı geleneği. Aynen Cumhuriyet’in genlerine işlemiş bir paradigma olarak devam ediyor.
Devlet, özellikle de bütün katliamlara, faili meçhul cinayetlere, yıkıma, şiddete, zorunlu göçe ve diğer baskılara rağmen diz çökmeyen, biat etmeyen bazı bölgelerin halkına karşı acımasız ve kindar davranıyor.
Dersim, Cizre, Şırnak, Hakkari, Yüksekova, Lice bunun en belirgin örnekleri.
Son yıllarda buna bir de Roboski eklendi. Devlet, 34 evlatlarını savaş jetleriyle bombalayıp öldürdüğü Roboskililere boyun eğmedikleri, susup kendilerine bahşedilen tazminatları almadıkları için çok kızgın. Döne döne işkence ediyor, fırsatını bulursa yine öldürüyor. Hiçbir şey yapamazsa geçim araçları katırları kurşuna diziyor.
LİCELİLER KALEKOLLARA DİRENDİLER
Çözüm sürecinde de Lice halkı, bölgelerinde yapılan kalekollara, karakollara karşı direndiler. “Madem çözüm sürecindeyiz, bu kalekollara, karakollara ne gerek var” dediler.
Belki de Liceliler bölgenin diğer birçok sakini gibi devletin bu süreçteki iki yüzlülüğünü, samimiyetsizliğini anlamıştı. O nedenle de direndiler.
Direndikleri için yine devletin gazabına maruz kaldılar. Özel timlerin, komandoların hedefi oldular.O zamanki saldırılarda 2 kişi yaşamını yitirdi.
Oysa çok haklıydılar. O kalekol denilen orta çağ kalelerini andıran inanılmaz müstahkem mevkileri görmeden olayın vahameti anlaşılamaz.
Ben 2014 yerel seçimleri döneminde bölgeyi gezerken o yapıları görünce çok şaştım. Kalekolların bu kadar büyük, bu kadar korkutucu ve çevresindeki tepelere de yayılmış bir karakollar kompleksi olduğunu tahmin edememiştim.
“Böyle bir yapıyı görüp hala barış sürecinden söz edebildikleri için aslında Kürtlere şaşmamak mümkün değil” diyordum.
Şimdi ise, “PKK’nin kökünü kazıyacağız.” diyerek örgütün güçlü olduğu bölgelerde operasyonlara hız verdiler.
Bu nedenle örgüte sempati duyduklarını tahmin ettikleri halkı sindirerek, gerekirse onları göçe zorlayarak netice alacaklarını zannediyorlar.
1925’ten bu yana olup bitenlerden hiçbir ders almadıkları ortada.
LİCE OLAYI ÖZEL BİRLİKLERİN FAALİYETİ Mİ?
Saray’ın ulağı A. Selvi, bundan 1 yıl önce, 13 Haziran 2016 tarihli yazısında
Lice-Kulp-Hazro üçgeninin PKK’nin lojistik merkezi olarak belirlendiğini ve bu üçgene özel operasyonlar yapılacağını söylüyordu.
Selvi, ‘terörle mücadelede dinamik bir süreçten geçildiğini’ belirtiyor ve “PKK, taktik değiştiriyor ama Türk Silahlı Kuvvetleri de buna göre yeni yapılanmalara gidiyor. Özel Kuvvetler’in en seçkin birlikleri arasından, ‘Özel Birlikler’ oluşturuldu” diyordu.
Selvi,“Tamamı Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından oluşuyor”dediği birlikleri, PKK’nin kırsaldaki kamplarına zaman zaman da Kuzey Irak’a girmek suretiyle PKK hedeflerine yönelik etkili eylemler yapıyor” diye anlatıyordu.
Selvi, Özel Birlikler’in adını bundan sonra daha çok duyacağımızı da söylüyordu.
Şimdi bu yazıya bakınca, acaba Lice’deki son katliam girişimini bu özel birlikler yapmış olabilir mi diye düşünmemek elde değil.
Lice olayları üzerine Artı Gerçek’te “90’lı yıllara geri döndük” başlığını görünce ben de o yıllara, o günlere döndüm. Devletin, kim yönetirse yönetsin iktidarların, Kürt sorununa da Lice’ye de bakışının aradan geçen neredeyse 25 yıllık dilimde bir arpa boyu ilerleyemediğini görmek ne kadar acı.
Bir farkla…Bugün ülkeyi yönetenler, dünyanın neresinde Sünni Müslümanlara yönelik bir saldırı olsa ona sahip çıkarmış gibi yapıp, “Sünnilerin hamisiyiz” mesajı vermeye pek hevesliler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Myanmar’da etnik temizliğe tabi tutulan Müslüman Arakanlılar için seferber olmuş. “Türkiye, terörü de masum sivilleri hedef alan operasyonları da kınıyor” açıklaması yapmış. Türkiye’nin sorunun çözümüne yönelik çabaları desteklediğini, bu süreçte orantısız güç kullanımından uzak durulması ve sivil halkın zarar görmemesi için azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini Myanmar liderine telefonda söylemiş.
Türkiye’nin Hakkari’sinde, Lice’sinde bombalanan, taranan siviller konusunda Erdoğan’ı kim uyaracak?
“Masum siviller hedef alınıyor”muş.
Nerede? Hakkari ve Lice’de mi? Myanmar’da mı? Kyanak: artıgerçek.com