ABD’nin Türkiye’ye yönelik vize ambargosu ve iki ülke arasında tırmanan gerginliğe dair analizime geçmeden önce kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum.
Bugün Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi olduğum dönemde pozisyonum gereği siyasilerle, özellikle de iktidar partisinden isimlerle yakın temasta bulundum.
Dolayısıyla Ankara’nın karanlık dehlizlerinde çevrilen dolaplar, yakası açılmadık kulisler ve akıl sır ermeyen mücadelelere dair birinci elden bilgilerim/şahitliklerim var.
17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının hemen akabinde AKP troykasından bir isimle sohbet ediyorduk. Operasyona dair endişelerini dile getirip “Siz Erdoğan’ı yeterince tanımıyorsunuz. Kendini riskte görürse ülkeyi ateşe atmaktan çekinmez” demişti.
Benzeri ifadeleri AKP’nin kurucularından Abdullatif Şener de söylemişti ama benim muhatabımın konumu, söylediklerini daha da anlamlı hale getiriyordu.
Erdoğan ile uzun bir yol arkadaşlığı olan ve o gün itibariyle troykanın en güçlü ayağını oluşturan bu ismin söylediklerini hatırlatmamın nedeni şu: Son 3 yılda yaşadıklarımız ve halen içinde bulunduğumuz krizlerin temel motivasyonu Erdoğan’ın kendini korumak istemesi.
Çünkü aklı başında hiçbir siyasinin hele hele devlet adamının yapmayacağı şeyleri yapan Erdoğan’ın temel bir hedefi var: kişisel geleceği.Dolayısıyla ABD ile yaşanan vize restleşmesi de benzeri bir kaygının sonucu.
BARDAK TAŞTI
Son gelişme herkesin malumu.ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda çalışan Metin Topuz’un 5 Ekim’de tutuklanması üzerine ABD tarafı Türkiye’den yapılan vize başvurularının durduğunu açıkladı.Diplomaside bu olayın anlamı Türkiye’ye vize ambargosu demek.
ABD’nin ‘vize ambargosu’ uyguladığı ülkeler arasında Irak, Suriye, İran, Somali, Yemen ve Libya’nın olduğunu düşünürseniz tepkinin büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Türkiye tarafı tepkiyi aşırı buldu fakat ABD cephesi ‘sizi uyarmıştık’ modunda. ABD, Metin Topuz’un tutuklanmasını ‘siyasi bir hamle’ olarak kabul ediyor ve ‘kötü niyet’ olarak görüyor.
Bu anlayışın arkasında yatan nedenlerden birisi şu: Metin Topuz’un emniyet ve savcılık temasının olması işinin gereği. 32 yıldır konsoloslukta çalışıyor ve resmi olarak narkotik (DEA) biriminde. Yani savcı ve polis şefleri ile temasta olması, görüşmesi son derece normal.
ABD kaynakları Havuz medyasında çıkan haberler sonrası Türk makamlara, Topuz’un pozisyonunu ve ilişkilerini açıklayıp ‘tutuklanması halinde yaşanacak tatsızlıklar’ konusunda uyarıda bulunmuştu.
Fakat Metin Topuz tutuklandı. Karardaki atıfların hepsinin 17/25 ile ilgili olması da ilginç bir ayrıntıydı.ABD ise tepkisini vize ambargosu ile gösterdi. Bu aşamada Topuz’un tutuklanmasının ‘siyasi bir hamle’ olduğunu teyit eden başka gelişmeler de yaşandı.Topuz’un eşi ve çocuğu da sorguya alındı.
Türkiye, diplomatik teamüllerde pek olmayan bir şey yapıp ABD’nin açıklamasını – sadece ülke ismi değiştirerek – yeniden yayınladı. Bir adım daha atıp ABD vatandaşlarına vize yasağı koydu.Türkiye’nin ABD vatandaşlarına vize yasağı koyması pratikte ABD’nin Türkiye vatandaşlarına vize ambargosu koymasıyla aynı değil fakat bu durum bile Kurtlar Vadisi ya da Diriliş Ertuğrul izleyip gerçeklikten tamamen kopan AKP tabanını coşturmaya yetti.Sosyal medyaya bakarsanız ‘ABD çöküyor’ ve Türkiye yakında Washington’a, New York’a plaka numarası verecek!
ABD’ye geri dönersek:
Washington’daki hava şu:
– Büyükelçi Bass’ın açıklamasında ‘hükümet’ vurgusu dikkat çekiciydi.
– Türkiye vize ambargosundaki mesajı almazsa ardından başka adımlar da gelecek.
Ankara’nın tavrına göre ABD tarafı vize kararını gözden geçirebilir. Fakat bu durum şu gerçeği değiştirmiyor: Washington’da Türkiye’ye sempatiyle bakan kimse kalmadı.2014’te Kobani ile başlayan görüş ayrılıkları zamanla büyüyen Suriye-PYD anlaşmazlığı, Reza Zarrab ile başlayan Halkbank ve Zafer Çağlayan ile devam eden gelişmeler, Erdoğan’ın korumalarının göstericilere uyguladığı şiddet, rehin alınan ABD vatandaşları ve son olarak 15 Temmuz’un arkasında ABD’nin olduğu yönündeki demeçler, haberler, yayınlar bardağı doldurmaya yetmişti.Metin Topuz’un tutuklanması ile bardak taştı.
ANKARA SAĞDAN YANAŞTI OLMADI ŞİMDİ KARŞIYA GEÇTİ
Amerika cephesinde hava böyle. Erdoğan tarafı ise bilinçli olarak gerginliği yükseltiyor.Burada uygulanan taktik şu: Her ne kadar Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlıkların listesi uzun olsa da Erdoğan için birinci gündem maddesi Zarrab davası.
Kamuoyu önünde Gülen ve Suriye dile getirilse de kapalı kapılar ardında tek gündem Zarrab.
Erdoğan Zarrab’ı ABD’ye kaptırınca (MİT’ten habersiz adım atmayan Zarrab’ın nasıl olup da ABD’ye uçtuğu hala aydınlanmadı) işin rengi değişti.Erdoğan önce, ‘Bize ne Zarrab’dan?’ dedi fakat ABD’li makamların soruşturmayı derinleştirmesi üzerine ‘Zarrab, Türk vatandaşı ve ilgilenmek bizim görevimiz’ demeye başladı.
Bu aşamada şöyle bir taktik izledi: İşadamı Ekim Alptekin ve Amsterdam Hukuk Bürosu üzerinden yürüttüğü operasyonlarla Zarrab dosyasına taraftar bulmaya çalıştı.Trump’ın seçilmesi ile birlikte moralleri düzeldi.
Trump’ın yakın arkadaşı olan eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani üzerinden kanal açmaya çalıştı.
Giuliani, Türkiye’ye gitti, Zarrab dosyasını bizzat Erdoğan ile konuştu. Erdoğan ABD’ye gelip Trump’a konuyu açtı. Perde gerisinde ‘kesenin ağzı’ hayli geniş açıldı, lobiler devreye sokuldu. Trump’ın savcı Bharara’yı görevden alması bir an için Erdoğan’ı umutlandırmıştı fakat ilerleyen günlerde ibre yeniden negatife döndü.
Zarrab’tan sonra Halkbank yöneticisi Hakan Atilla tutuklandı. Dönemin ekonomi bakanı Zafer Çağlayan ve evinde dolarlar çıkan Halkbank eski genel müdürü Süleyman Aslan için tutuklama kararı çıktı.
Erdoğan, son ABD seyahatinde yeni bir hamle yapıp ‘Trump’ın kalbine giden yolun cüzdanından geçtiği’ düşüncesinden hareketle 11 milyar dolarlık uçak anlaşması imzaladı.Yine de Zarrab dosyasında bir türlü istediği gelişmeleri göremedi.
Özetle Erdoğan’ın ‘sağdan yanaşma’ ve ‘Trump’ın gönlünü hoş ederek Zarrab dosyasından kurtulma çalışmaları’ pek sonuç vermedi.Bu taktiğe paralel olarak başka bir politika daha uygulandı.O da ABD yasalarında olan ‘mahkûm takası’ndan yararlanmaktı. Zarrab’ı alabilmek için papaz Branson’u tutukladılar. 1 yıldır cezaevinde olan Branson ile Gülen’i takas etmek istediklerini önce perde gerisinde söylediler sonra da mikrofonlara. Fakat asıl takas yapmak istedikleri isim her zaman Zarrab’dı.NASA çalışanı Serkan Gölge dahil olmak üzere başka Amerikan vatandaşları da bu kapsamda ‘rehin’ alındı.
ABD’YE KARŞI 17/25 TAKTİĞİ
Fakat ABD tarafından şu ana kadar ‘mahkûm takası’na dair yeşil ışık gelmedi.Erdoğan için zaman daralıyordu. Çünkü önümüzdeki ay Zarrab davası görüşülmeye başlıyor.Erdoğan, konsolosluk çalışanı Metin Topuz’un tutuklanması ile yeni bir taktiği devreye sokmuş oldu.Artık ABD ile ‘çatışma politikası’ geçerli olacak.Buradaki temel motivasyon şu: Malum, 17/25 Aralık öncesi durup dururken Cemaat’e yönelik bir hamle yaptı ve dershanelerin kapatılması kararını aldı. 17 Aralık operasyonunun geldiğini öğrendiği için bir nevi ön almış oldu. Böylece ‘dershaneleri kapattık bize operasyon yaptılar’ söylemini kullanabilecekti.
Nitekim bu taktik işe yaradı.Şimdi aynı şeyi ABD’ye karşı uyguluyor. Erdoğan’ın en büyük korkusu Zarrab davasına adının karışması.Şu ana kadar yaşanan gelişmeler bu yöndeki endişesini haklı çıkartıyor. O yüzden Erdoğan doğrudan ABD ile çatışma politikasını devreye soktu.
İlişkileri gerip yarın bir gün ‘bakın ABD’ye kafa tuttuk, Suriye’de kendi çıkarlarımızı koruduk intikam almak için beni Zarrab dosyasına eklediler’ diyecektir.
Yani ABD’ye ‘diklenme’ taktiği yürürlükte. Bu politikanın Zarrab davasına etkisi tartışılır fakat sonucu kesin olan bir şey var Türkiye’ye zararı büyük olacak.
Erdoğan ‘haydut devlet’ kavramının altını dolduracak icraatlarını hızlandırıp Türkiye’nın Batı dünyasından kopuşunu hızlandıracaktır. Rusya ile oynadığı tehlikeli oyun ise Rus ruletinden farksız.
Özetle mesele tamamen Erdoğan’ın kişisel güvenliği ile ilgili. Türkiye’nin itibarı, güvenliği, geleceği, toplumsal barışı gibi konular ikinci, üçüncü planda kalmış vaziyette.
En baştaki anekdota dönerek bitireyim.AKP troykasından kritik bir ismin yaptığı projeksiyon gerçek oldu: Erdoğan kendi geleceğini riskte gördüğü için ülkeyi ateşe atmaktan çekinmiyor.Erdoğan için artık tek hedef var o da kendi geleceği. Attığı tüm adımlar bu stratejinin parçası.Bundan sonra atacağı adımlar da.