ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Avustralya’da hayat adeta yürüyen merdiven gibi… Sürekli merdivenin aktığı
yöne doğru yürümek zorundasın.
Geriye
dönüş yok.
İşi ve
aşı olan da olmayan da, hayatın hızlı akışı içinde bir koşuşturmada ve öylece
yol alıyor.
Diğer bir ifadeyle, adeta iki
tekerlekli bisiklet gibi…
Durduğun an, devrilirsin, kontrolü sağlamaz, destek vermezsen tepe taklak
olursun.
İstisnasız; bu
tablo, hem patron hem de çalışan için böyle.
Öyle ki, bazen iş ile hayat arasında denge sağlanamıyor.
Kıta Ülkesin ’in bu halinden dolayı, mal ile can arasındaki
denge(sizlik) zaman zaman ayarlanamaya biliniyor.
İki durum, genelde iç içe geçiyor.
Bilhassa Avustralya’ya gelen ilk jenerasyon, çok daha büyük
acılarla karşılamış, aile hayatları onarılmaz ağır faturalarla sonuçlanmış.
Evlatlarını ya eve hapsederek, yalnız bırakarak ya da ihmal
ederek, yine evlatları için gece gündüz çalışmışlar…
Mesela, evlatlarını okutamamışlar…
Pek çok kötü alışkanlıklara maruz kalmış bazı çocuklar…
Yani, mal da mülk de edinmişler ama evlat aile darmadağın
olmuş…
Dünküler iş aş peşinde aileye para kazandırmak için vakit
ayıramamış, bugünküler ise kazancının yoğun trafiğinden dolayı yeterli düzeyde zaman ayıramıyor.
Kimi ülkelerde, çalışmak için yaşanılır, kimi yerlerde ise
yaşamak için çalışılır.
Avustralya bu tanımlardan ikincisine uyuyor galiba…
Bazı insanlar bu hengame içinde, kimisi malını canına, kimisi de canını
malına feda ediyor, maalesef…
Meselenin tam bu noktasında, her işletmeci veya çalışanın
kulağına küpe olması gereken bir tavsiyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Menfur
bir saldırı sonucu yaşamını yitiren, ünlü iş adamı ve Alarko Holding’in sahibi
Üzeyir Garih’in, iş dünyasına yönelik lastik/cam top konusundaki
öğüdünü bir televizyon programında kendisinden dinlemiştim.
Şöyle diyordu Garih: “Hayat, havaya attığımız beş topla
oynanan bir oyundur. Bu toplardan sadece bir tanesi lastiktir, diğer toplar ise
camdandır.
Bu beş top; “işimizi”, “ailemizi”, “sağlığımızı”,
“dostlarımızı” ve “benliğimizi” temsil eder.
Bu beş top içinde bir tek işimiz yani sektörümüz lastik topu
gibidir.
Onu düşürürsek, zıplatabiliriz…
Ancak diğer dört top camdan yapıldığından, düşerse
kırılırlar, dağılır ve yerlerine, konulamazlar.
Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre
kurmalıyız.
Oysa hepimiz
o lastik topu
tutabilme uğruna, diğerlerini kırıp dökeriz…
Dostlarınızı çantada keklik sanmayın.
Sıkıca sarılın onlara, tıpkı hayata sarıldığınız gibi…
Çünkü onlarsız hayat anlamsızdır.
Hayatı çok hızlı koşmayın…
Nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın…
Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması
gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.”
Garih’in resmettiği, günümüzde Avustralya’da toplumumuzun
hayatına dair bir özet sanki.
BALIKÇI’NIN İBRETLİK HİKÂYESİ…
Yazımı bir balıkçı ile kallavi! bir işadamı arasındaki diyalogla sürdürelim..
Zengin bir iş adamı, iş seyahati
sırasında Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış.
Limanda gezerken, bakmış ağzına
kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı:
Merhaba balıkçı, bu balıkları ne kadar zamanda tuttun?
-Bir iki saatimi aldı, demiş balıkçı.
-Eee, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın, diye
sormuş.
-Bu kadarı bize yetiyor da ondan, diye omuz silkmiş
balıkçı.
Balıkçının bu kanaatkârlığına şaşırmış işadamı.
-Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki, diye üstelemiş.
Balıkçı, özetlemiş bir gününü: “Sabahları açılır, biraz
balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım.
Öğleyin eşimle biraz dertleşirim. Akşamları amigolarla
beraber gitar çalıp, geç vakte kadar eğleniriz.
Oldukça meşgul sayılırım dostum” der.
İşadamı: Bak demiş, ben sana yardımcı olabilirim.
Bu işe daha çok zaman ayırmalısın, daha büyük bir tekne
bulup daha çok balık tutmalısın, oradan elde edeceğin gelirle daha büyük
tekneler alırsın, doğrudan işletme tesislerine satarsın, hatta zamanla kendi
balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa
zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun.
Balıkçı merakla:
-Bunları yapmak kaç sene alır dostum?, demiş.
-On beş yirmi yılda halledersin, ama sonrası daha parlak;
zamanı gelince şirketini hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin
olup milyonlar kazanırsın.
-Milyonlar ha… diye tekrarlamış balıkçı, eee… Sonra?
Sonra emekli olursun, küçük bir balıkçı kasabasına
yerleşirsin, istersen zevk için balık tutarsın, çocuklarınla oynar, eşine güzel
vakit ayırırsın, akşamları da arkadaşlarınla gece yarısına (kadar) vakit
geçirirsin.
Nasıl mükemmel değil mi?
Balıkçı; O zaman yazık değil mi yirmi yıla? Diye cevabı
yapıştırmış.
Bir an olsun durup düşünsenize; bütün bu telaş ne için?
Arada denize açılıp, çocuklarınıza zaman ayırıp, dostlarınızla
gitar çalıp, eğlenemedikten sonra, onca koşturmanın ne anlamı var?
Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final, yanı başımızda
duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var?
Ben zaten dediklerini şu anda yapıyorum ve yaşıyorum.
Gelecek adına ‘çalışmamak ya da yatırım yapmamak değildir’
dediğim.
Ancak, elimizdekilerle yetinmesini de bilip, içinde
bulunduğumuz ya da görmezden geldiğimiz mutluluğu göz ardı etmemektir.
Küçük mutlulukların, büyük mutlulukların da habercisi
olduğunu unutmamaktır.
Hırs derken, daha fazlası derken bugünü ertelemeyelim, sırf
maddiyat için elimizdekinden de olmayalım.
Ailemizin mutluluğunu 20 yıl sonrasına ertelemeyelim.
Kıssadan hepimize düşün hisse…
Son söz:
Değerli dostlar, dahası, ömür bir rüzgâr gibi geçer.
Bir hayal gibi yiter, kaybolur gider. Geriye ise Garih’in
altını çizdiği kazanımlar kalır.
Zaman kısa, az zamana çokça mana yüklemeli belki de.
Bugünlerde, nefret ekenlere karşı, sevgi yüklemeli günlere
ve gönüllere…
Kavga, çatışma, kin, zulüm, kan, gözyaşından başka
sermayesi olmayan bugünkü zalimlere ve zillet sahiplerine karşı, hoyratlıktan,
ilgisizlikten ve vefasızlıktan uzak nefeslenmeli…
Balıkçı misali, gönlü geniş tutmalı, dost yarenleri gönle
misafir etmeli. Ötesi mi? Bir adım
yakınımızdaki ölüm…
Not: Yıllarca bu güzel duyglarla yaşayan ve dün ‘Hakka
yürüyen Muharrem Kalyoncu ağabeyimize rahmet diliyorum. ecansever@zamanaustrulaia.com.au