Adalet sisteminin çöktüğü artık sağır sultanın malumu…Dışarıdakinin
içeridekinden farkı yok, zira ülke artık açık cezaevi.Çocuklar ölmesin’ diyen Ayşe Öğretmen’e 15 ay hapis cezası
verebilecek kadar, vicdan ve iz’andan uzak bir hukuk anlayışı hâkim.
Facebook’taki paylaşımda AKP’li “Cumhurbaşkanına hakaret” ettiği iddiasıyla,
henüz akil baliğ olan 13 yaşındaki çocuğa, 21 ay hapis cezasının verildiği bir
ülkeden bahsediyoruz.Ağır silahlarla öğrenci evlerini basıp, en baba otomatik
silahlarla çocukları yerlere yatırıp, sonra bu kahramanlıklarını efkar-ı amme
ile paylaşma lüzumu hisseden bir güvenlik anlayışı…
Gelişmişlik, insan hakları, hukuk alanında geriledikçe
gerileyen bir ülkenin, dünya medeni liginde yer almasına imkân ve ihtimal var
mıdır, Allah aşkına?
Bu kafayla medenilik kulvarında sürünürüz ancak…
Muğla’da, örgüt elamanları oldukları gerekçesiyle 7 kişi
darp edilerek, çıplak halde yola yatırılıp, ters kelepçelenmiş ve fotoğrafları
sosyal medyada yayınlandı.
Görüntüler, kelimenin tam anlamıyla ahlaksız ve ciddi bir
devlete yakışmayan pespaye bir durum.
Terörün her türlüsünü lanetlediğim gibi, derin devletin
bildik ‘taktik ve tekniğiyle’ insanları terörize eden ‘devlet terörünü‘ de aynı
tonda lanetliyorum. Peki, içte böyle de dışta farklı mı Türkiye’nin Devlet
terörü?
Mali’de 16 yıldır faaliyet gösteren Cemaat Okulları, bir
süre önce ‘AKP Devleti’ adına ülkelerdeki okulları devralmak (!) üzere kurulmuş
Maarif Vakfı’na devredilmişti. Okul “Maarifçilerin” rehin aldığı, kapılarına
zincir vurduğu, tepesine ise adeta ele geçirilen ‘Bizansın kalesine’ bayrak
dikercesine, kendi flamasını asmışlar.
Cahiliye devrinde Mekkeli müşriklerin, müminlerin
ganimetlerine konmasını hatırlattı bizlere… Sahte evraklarla yapıldığı
belirlenen devir-teslim işlemi ülkedeki resmi makamlar tarafından iptal edildi…
Büyük emek ve fedakârlıklarla bugünlere getiren gerçek sahiplerine emanetini iade
alarak, kapılardaki zincirleri söktüler… Bir “devlet” kendini ve topyekûn
milleti ancak bu kadar aşağılayabilir.
Vatandaşını rüşvet karşılığında Pakistan’da, Malezya’da ve
Myanmar’da kaçırtan, malını, mülkünü sahte evraklarla gasp etmeye çalışan bir
cinnet hali. Aslında, vatandaşını öldüren, kaçıran, kaçırtan bu kirli “devlet”
anlayışı iğrenç yüz hiç de yabancı değil.
Ama Allah var, dünkü devletlüler, bugünküler kadar
zıvanadan çıkmamıştı. Dün ‘Laiklik perdesi’ altında devletin acımasız yüzünü
yer yer ortaya koyanlar ile bugün ‘İslamcılık maskesi’ altında tüm çirkefliği
sergileyerek, ortalığı cehenneme çeviren anlayışı, birbiriyle kıyaslamak bile,
dünkülere haksızlık olur.
Çünkü dünküler, edepliydi, en azından ‘ciddi devlet’
terbiyesinin dışına çıkmıyorlardı. Vatandaşına, dışarıda silahla ava çıkma
eşkıyalığı yoktu, mesela.
Daha somut bir hatırayla yazımı tamamlayayım isterseniz.
Türkiye’deki demokrasinin dördüncü kez asker tarafından
sekteye uğradığı ve tarihe ‘postmodern darbe’ diye geçen 28 Şubat sürecinin
yoluna taşların hızlıca döşenmeye başladığı yıllardı…
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İ. Hakkı Karadayı, Orta
Asya turuna çıkmıştı… Ziyaret çerçevesinde Kazakistan’a da gelmişti… İki günlük ziyareti Zaman ve AA takip
ediyordu.
Karadayı, ayrıldıktan üç gün sonra, Nursultan Nazarbayev’in
basın sözcüsü (bugün çok önemli bir makamda bulunan yakın dostum) beni arayarak
ofisine davet etti… Çay ve muhabbet faslından sonra, masasındaki “çok gizli”
damgalı mavi kaplı şeffaf dosyayı uzattı…
Dosyada, Türk basınından haber kupürleri vardı… Hedef yine cemaatti… Bugünkü gibi yalan ve
iftiradan oluşan manşetlerle cemaat “irticanın” merkezine oturtulmuştu…
Dosya kapağındaki manşet, AKP’nin güdümünde, farklı bir
versiyonla ve misyonla (!) sürdürülen günümüzün havuz medyası olan Cem Uzan’ın
Star’ına aitti.
Bugün milletin parasını söğüşleyen Havuz’un Star’ı, 28
Şubat sürecinde ise; milletin hortumlanan parasıyla ihyasını, işte o mavi kaplı
dosyadaki manşetlerle gölgelemeye çalışıyordu.
Kazak bürokrat dostum, “gizli dosyayı” bana uzatarak;
“Sizinkiler, geçen gün Cumhurbaşkanımıza verdiler o da bana verdi, ben de
sana…” dedi.
Basınla ilgili payıma düşen dosya bu, diyerek espri
patlattı…
“Belki sana lazım olur” diye ekledi sözlerini. Şaşkındım…
Çünkü ülkemin yöneticileri vatandaşlarını başkalarına gammazlıyordu. Hayretler
içindeydim… Zira Kazak yöneticiler, bu
“gizli dosyayı ve teklifi” elinin tersiyle itmiş ve bizimle paylaşıyorlardı…
Şaşkınlık ve hayretler içinde dosyayı aldığımı yüzümden
okuyan dostum, Rusça karışık esprili Kazakça; “Bavrım (kardeşim), bunlar boş
şeyler.
Sovyetler Birliği’nde de, bu tür jurnallemeler oluyordu.
Sizinkiler de galiba yıkılan SSCB’nin yolundalar.
Merak etme kimin ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyoruz.
Elindeki dosyayı karalama olarak kullanırsın” dedi.
Meğer koca Genelkurmay Başkanı kolejlerin kapatılması için,
Orta Asya turuna çıkmış, Almatı’ya kadar gelmiş…
Peki, bu ‘dosya diplomasisinin’ neticesi ne oldu?
1992’de ülkedeki okul sayısı 4’ken, 28 Şubat sürecinde,
biri üniversite olmak üzere, 32’ye yükseldi.
Hatta Karadayı’nın ziyaretinden sonra Nazarbayev, ülkenin
bağımsızlık günü olan 16 Aralık 1996’da, adını bizzat tören sırasında
kendisinin ismini verdiği ‘Süleyman Demirel Üniversitesi’nin kurdelesini Türkiye’nin
9. Cumhurbaşkanıyla beraber kesmişti.
Zaten Nazarbayev, geçen ay da, bu had bilmezlere bir kez
daha yeniden haddini bildirdi.
28 Şubatçılar, Hizmet Hareketi’ne yönelik olarak yurt
içinde bir kısım ciddi yaptırımlara yöneldiler, ancak yurt dışındaki
faaliyetlerinde bugünkü gibi diplomatları ve diplomasiyi bu kadar hoyratça hiç
kullanmadılar. Çünkü darbeciler son tahlilde, yurt dışındaki eğitim
faaliyetlerinin Türkiye’nin artı hanesine yazıldığının hakkını bile teslim
etmişlerdi.
Peki bugünküler?
Garabetler zinciri hem içte hem dışta böyle.
Dünün jakobenlerinin zihniyeti, bugünkü yönetimle,
evrimleşmek suretiyle yeniden can buldu.
İnanın, zihniyet aynı zihniyet,
aradaki fark: sadece evre farkı. Bunlar daha profesyonel ve daha insafsızlar…