Engin DENİZ
Kerem Efendi [ Zulme inat çocuk
olmak-1 ]
Ufak bir tezgah, ayağı kırık bir
tabure, dertli bir gönül..!Bir kaç kuruş edecek malzeme ve
bunları paraya çevirecek kavi bir irade ile pazardaki yerimi alıyorum.
Ürünlerimi kara tahtaya dizilen yazılar gibi sıra sıra diziyorum. Çocuklara
anlatır gibi tanıtımını yapmaya hazırlanıyorum.
Hafif bir rüzgar kalabalıklar
arasından bulup okşuyor yüzümü. Pazara giren ezelerden ateş pahası bacım, ateş
pahası şikayetlerini duyuyorum. “Onlar, el sürülecek gibi değil bacım,” diye
sitem ederken ben;
Gel ablacım, gel bacım, gel
abicim uygun fiyat burda diyerek bozuyorum fiyakalarını..!
Ne yapacaksın, geçim derdi işte.
Birilerine el açmaktansa, birilerinin gözünün içine bakmaktansa..! Devlet
kapısında fişlenmeyi, hor görülmeyi geçtik, itilip kakılıp, tartaklanıp,
kovulmaktansa..! Baba ocağında da el olmaktansa pazar yerinde tezgah açmak en
güzeli..!
Biraz stresli ama bereketli.
Rızkını arayanı Rabbim rızıksız bırakır mı hiç..! Bırakmaz evvelallah..! Ne
kazanabilirsek, evimize ne götürebilirsek.
Evet ablam, onlar 20 TL…Bunlar 45
TL…Şu sıra 35 ablam. Al alabildiğin kadar pişman olmazsınız, diye gürlüyorum
arada.
Biliyor musun bugün ne oldu.? 5.
sınıfa giden oğlum pazara geldi. Bir elinde hışır hışır sesler çıkaran bir
poşet, diğer elinde ben yokken bakımından sorumlu olduğu, minik kardeşi Zeynep.
Öyle tatlılar ki salına salına
geliyorlar.
Yürüyorlar ey yâr,
İnsanların arasında,
Biri yorgun biri argın,
Yürüyorlar ey yâr.
Poşeti açtım, çiçekli tefal
tencerimiz. Tencereyi açtım küçük boncuk makarna menüsü. “Annecim, babam yok
sen yoksun. Evde bir şey yiyemedim bunu yapıp getirdim. Beğenirmisin bilmem”
dedi.
Hüzünlendim, gözlerim yağmur
yağmur oldu. Tezgahta gezdirip durduğum, tozlu ellerimle onları bağrıma bastım.
“Kerem’im annesine yemek yapıp getirmiş, beğenmez olur muyum” dedim. “Çok mutlu
oldum, bir de bir şey söyleyeyim mi; çok acıktım, hem de çok” dedim.
Kerem Efendi’nin ilk yemeğiydi.
Pikniklerde kullandığımız hasırımızı serdik bir köşeye, babamızdan yoksun
oturduk üzerine. Sırtımızı cezaevi tarafına verdik, her lokmamızda babamız
gelsin diye dua ettik.
Makarnaya yağ ve tuz koymayı
unutmuş ama böyle bile çok lezzetli olmuştu. “Çok güzel olmuş, hayatımda
yediğim en güzel yemekti” dedim.
Ben pazara gidince kardeşine o
baktı, onunla yakından ilgilendi. Evimizi süpürmüş, silmiş. Çöpleri kapıya
koymuş, patatesleri, soğanları kutuya yerleştirmiş. Bulaşıkları makineye
dizmiş. Legolarını, puzzle’ın parçalarını toplayıp oyuncak sepetine koymuş.
Kardeşi ile oyunlar oynamış. Ödevlerini yapmış, kitap okumuş. O dağınık o küçük
çocuk gidip, yerine akıllı uslu başka bir çocuk gelmişti sanki.
Bu süreç bize daha neler
hazırladı bilemiyoruz. Bildiğim bir şey varsa o da elimizdeki küçük gördüğümüz
yavrucakların birden büyüdüğüydü. İnsan bu duruma sevinmeli mi üzülmeli mi
bilemiyor. Bir an eşim eve gelmiş gibi oldu. Çünkü eşimin yaptıkları şeylerdi bunlar.
Aylar geçti dinmedi hiç özlemim,
Aklım her anında ey yâr, sana
hasretim.
İçimden dedim ki “babasının
oğlu”. Bir gün bunları görmeyi çok istiyordum. Ama o zamanın bu zaman olacağını
beklemiyordum. Ya da bu şartlar altında beklemiyordum. Benim oğulcuğum daha
düne kadar korkudan bir odadan diğer odaya gidemezdi. Şimdiyse okuldan çıkınca
eve tek başına geliyor. Hem de 500 metrelik karanlık diyebileceğim bir yolu
kullanmak zorunda kalıyor.
Üşüyorum ey yâr,
Yangınların ortasında,
Yürek kırgın yürek talan,
Korkuyorum ve bekliyorum ey yâr.
Bu sürecin en ağır darbesini
çocuklar yedi ve en ağır travmaları onlar yaşıyorlar. Kerem Efendi; geçen gün
kardeşiyle konuşuyor. Kızkardeşine diyor ki;
“Örneğin annem seni çok iyi
anlar. Çünkü ikinizde kızsınız. Ama beni senin kadar anlayamaz; çünkü ben
erkeğim.”
“Babam olsaydı, beni en iyi o
anlardı” dedi. İçimde dağlar devrildi sanki.
Özlüyorum seni ey yâr,
Zamanla barışamadım bir türlü,
Geçip gidiyor ömür her türlü,
Sana hiç doyamadım.
Anladığımı sansam da demek ki
çocuğuma yetemiyormuşum. Demek ki, onu tam olarak anlayamıyormuşum. Küçük
dünyasında babasının yokluğunu annesi ile doldurmaya çalışıyor. Doluya koyuyor
almıyor, boşa koyuyor dolmuyor. Demek ki, bir yerlerde bir şeyler hep yarım
kalıyor.
Bir sağa vuruyor ey yâr,
Bir sola,
Ama seni bulamıyor,
Her gün her saat sensiz büyüyor,
Bir sağa vuruyor ey yâr,
Bir sola.
Rabbime binlerce kez şükürler
olsun ki bizlere gurur duyacağımız evlatlar vermiş. Allah’ım büyüyüpte küçülmüş
olan bu yavrularımızın hürmetine, bu sıkıntılı günlerimizi, binler sevap
kazandıran seneler hükmüne geçir. Ve de tez zamanda da bitir inşaallah.
Sancılarımın ucu yok bucağı yok,
Her dem aklımızdasın ey yâr
İçerde sizlere,
dışardaysa bizlere rahat yok.
Mağduriyetler.com