Kaçmayan aptal kaçırmayan enayi!
Yüzsüzlük artık bir AKP klasiği.
Önce Binali Yıldırım, kağıt üzerinde de olsa ülkenin başbakanı, Paradise belgeleri ile ortaya dökülen, bütün dünya medyasında çarşaf çarşaf yer alan oğullarının off-shore şirketleri için konuştu. ABD’ye hareket etmeden önce, hani tam da ayaküstü diye tabir edilecek şekilde oğullarını ya da aslında kendini savundu. Tabii çocuklarının gizli şirketlerini kabul etmek zorunda kaldı, ama bunu ‘normal’ karşıladığını söyledi.
“İşlerimi oğullarıma devrettim, dünyanın her yerinde iş yapıyorlar” dedi. A Haber muhabirinin eline soru belli ki önceden tutuşturulmuştu, ondan öte bir soru sorulmadı, Erdoğan’ın damadı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın da aynı belgelerle ortaya çıkan ilişkileri gündeme bile gelmedi. Kendi oğulları ve Erdoğan’ın damadı ile kardeşinin bu belgelerde adının geçmesini ‘Global iş ilişkileri’ diye nitelendirdi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi.
Kısacası, “İyi iş yapmış benim oğlanlar. Vergi vermek, sizin gibi bize oy veren aptal seçmenlerin işidir, bizim gibi uyanık iktidar sahiplerinin değil” demeye getirdi. Yani açıkçası kendilerine oy veren binlerce çalışanı, dar gelirliyi, emekliyi, küçük esnafı aptal yerine koydu.
İkinci açıklama Erdoğan’dan yani AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’ndan. O daha da açık sözlü. Grup toplantısında “FETÖ’nün akıllı olanları kaçtı, aklı yetmeyenler tuzağa düştü” dedi. Aslında bir anlamda Binali Yıldırım’la aynı şeyi söyledi. Çünkü parasal ya da ilişkileri açısından güçlü olanlar yurtdışına çıkabildiler. Ama garibanların çoğu içerde kaldı. “İşte” diyor Erdoğan, “Onlar bizim tuzağımıza düştüler.”
Kim bunlar derseniz, aynı Binali Yıldırım’ın kastettikleri, çoğu AKP’ye oy vermiş olan Gülen sempatizanları ya da muhafazakar kesimin garibanları.
Bir dönem Erdoğan’ın ağzından düşürmediği bir söz vardı, “Bunlar bize bidon kafalılar diyorlar” diye. Şimdi insan ister istemez bu sözleri hatırlıyor ve AKP seçmenine dönüp, “Devleti yönetenler, sizin oy verdikleriniz size bidon kafalılar diyor” demek istiyor.
Peki, AKP seçmeni gerçekten de bu kadar hakareti sineye çekecek kadar cahil ve bilinçsiz mi?
AKP SEÇMENİNİN İNANDIĞI YALANLAR
Aslında bu noktada, medyaya bakmak gerekiyor. İktidarın karşısında başta Cumhuriyet olmak üzere birkaç gazete ve internet sitesi dışında bir medya olmadığı ve AKP seçmeni de bu muhalif medyayı düşman saydığı için gerçeğin ne olduğunu öğrenemiyor. Onlar ne derse, herkes, özellikle de onların yalanlarına şimdiye kadar inanmış ve inanmaya hazır AKP seçmeni, söylenen rezillikleri doğru olarak kabul ediyor.
Peki, işin aslı gerçekten de böyle mi?
Başbakanın oğullarının Malta da şirket kurmaları normalse bu şirketlerin hesapları niçin gizli? Binali Yıldırım, “2 dolar veren herkes bu bilgilere ulaşır neresi gizli bu bilginin” dedi. Yani insanların gözlerine baka baka yalan söyledi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi bile. “Vergi, sadece çalışanlardan, orta sınıftan, emeklilerden, çiftçiden ve kısmen esnaftan alınır. Zenginlerin, iş adamlarının vergi vermesi hele de yönetimle arası iyiyse istisna, kaçırması esastır” demeye getirdi. Aslında Türkiye’yi yöneten AKP bu konuda yalnız değil. Dünyanın neredeyse tamamına hakim olan neo liberal politikacıların üstü kapalı olarak halka söyledikleri şey, tam da bu.
Onlar için vergi vermek ahmaklıktır. Vergi kaçırmak ise işbilirlik, uyanıklık ve ticaret yapmaktır.
İşte bu mümtaz işadamları için dünyanın her yerinde verginin olmadığı, ya da çok düşük olduğu, paraların kaynaklarının sorulmadığı hatta aklandığı böyle sahte cennetler oluşturulmuştur.
En basitinden sahip olduğun gemiyi gider o sahte cennetlerden birinde uyduruk bir şirketin adına tescil ettirirsin, Malta ya da Liberya bayrağı çekersin. Böylece ülkendeki diğer enayiler gibi vergi vermek yerine, o gizli şirketten ötekine vergisiz işler çevirir parana para katarsın.
Sonra da sıkıştıkça ya da zavallı insanlara sizin saldığınız vergilerin ne kadar gerekli olduğunu anlatabilmek için, yerli ve milli olmaktan bahsedersin. Hatta kaşlarını çatıp, “Vergi vermek milli bir görevdir” gibisinden hamasi laflar bile edersin.
Nitekim, akaryakıta ve diğer birçok mala ve hizmete yeni vergilerin geldiğine ilişkin haberler tam da başbakanın bu açıklamayı yaptığı sıralar ya da çok kısa bir süre önce çıktı.
Türkiye’de vergi yükünün ne kadar ağır olduğunu görmek için akaryakıta bakmak yeter. Akaryakıtta vergi oranı yüzde 60’ı buluyor. Üstelik de bu vergiden kaçmak mümkün değil. Her 1 litrelik akaryakıtta 1,8 ile 2,4 TL arasında “özel tüketim” vergisi ödeniyor. Vergiler ÖTV ile sınırlı da değil. ÖTV eklenmiş akaryakıt bedeli üzerine yüzde 18 de KDV ekleniyor. Yani ‘verginin vergisi’ alınıyor.
AKP iktidarı neredeyse Avrupa’nın en pahalı akaryakıtını Türkiye insanına adeta dayatıyor.
VERGİ HIRSIZLIĞI GLOBAL TİCARET Mİ?
Buna karşılık ülkeyi yönetenlerin çocukları, damatları, aile çevreleri, iş çevirdikleri şirketler ve uyanık iş adamları vergi vermek yerine bu ‘off-shore’ (aslında vergi hırsızlığı yapılan, karaparaların aklandığı ve saklandığı) ülkelerde, adalarda ve vergi cenneti olarak ünlenen yörelerde iş çeviriyor. Başbakan bu faaliyetlere “global ticaret” diyor.
Bu sözleri ettikten sonra da ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence ile görüşmesinin ertelendiği haberini ancak uçaktayken aldığı, iktidarın manevi oğlu Rıza Sarraf için ricacı olmak üzere ABD yoluna koyuluyor. Gitmeden önce de iktidarın oğulları, kızları, damatları yerine Cumhuriyet Gazetesi’ni suçlu ilan etmeyi ihmal etmiyor. “Bu haberleri vererek itibarımızla oynuyor” diyerek bir anlamda Cumhuriyet’i yargıya hedef gösteriyor.
Tabii bu haksız ve boş bir suçlama. Çünkü Cumhuriyet gazetesi dünya çapındaki bu yolsuzlukları, rezillikleri ortaya çıkarabilmek amacıyla örgütlenmiş bağımsız araştırmacı gazeteciler ağının bir parçası. Dünyanın en saygın medya kuruluşları bu ağın üyeleri ve ortaya çıkan rezillikleri, yolsuzlukları ve işlenen suçları yayınlamayı önceden kabul etmiş bulunuyorlar.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) denilen bu ağda, 70 ülkedeki 96 medya kuruluşunda çalışan 382 gazeteci yer alıyor.
Bu araştırmalar yıllardır sürüyor. BBC, The Guardian, Le Monde, New York Times, Washington Post, WDR, NDR, Süddeuttsche Zeitung, Le Soir, Haaretz, El Confidencial gibi ünlü medya kuruluşları bu ağın üyesi. Daha önce 2010’da WikiLeaks belgelerini, 2013’te Offshore secrets denilen belgeleri, 2014’te Luxembourg tax files, (vergi kaçakçılığı) belgelerini, 2016’da Panama belgelerini (Karapara, vergi kaçırma) yayınladılar.
Her biri dünyanın birçok ülkesinde, tabii medya ve fikir özgürlüğünün olduğu ülkelerde büyük yankılar uyandırdı. Büyük şirketlerin, dev tekellerin, paragöz politikacıların ve kolay para kazanan ünlülerin en azından ahlaksız ilişkileri, marifetleri kamuoyunun bilgisine sunuldu.Türkiye’nin Başbakanı ise komik bir şey daha söyledi. Bu bilgilerin gizli olmadığını, her isteyenin 2 Dolar vererek internetten bu bilgilere erişebileceğini ileri sürdü.
Eğer bu bilgiler gizli değilse o kadar araştırmacı 13.4 milyon belge üzerinde aylarca hatta yıllarca süren araştırmaları niçin yaptılar?
2 Dolar verip girerlerdi internete o bilgilere ulaşırlardı.
Başında da dediğim gibi, AKP’nin politikacıları karşılarında sormayan, merak etmeyen, ilgilenmeyen her söylediklerini tanrı kelamı gibi kabul eden bir seçmen kitlesi ve kendi emirleri ile çalışan medya kurumlarını bulmuşlar sallayıp duruyorlar.
Başbakanın yaptığı açıklamanın da Erdoğan’ın açıklamalarının da neredeyse tamamı böyle. Milleti enayi yerine koyarak, gerçekleri gizleyerek ya da tahrif ederek meseleleri geçiştireceklerini zannediyorlar.
KAMU KURUMU BBC KRALİÇE’Yİ SORGULUYOR
Biraz Türkiye’nin dışında neler oluyor baksalar ilginç şeyler görebilecekler. Mesela İngiliz medyası çok sevdikleri, saydıkları Kraliçelerinin kişisel paracıklarının niçin bu vergi cennetlerindeki şirketlere yatırıldığını sorguluyor. Bunu en azından “utanılacak” bir şey olarak görüyor.
Önceki gün ve dün İngiliz medyası, bir kamu kurumu niteliği taşıyan BBC başta olmak üzere istisnasız hepsi, rezaleti manşetlerine taşıdı ve bu kepazeliği sorguladı, sorguluyor. Hatta bunun basit bir özür dilemekle geçiştirilemeyeceğini söylüyorlar.
Çünkü vergi, devletle Büyük Britanya vatandaşları arasındaki o yazılmamış sözleşmenin en önemli unsurudur. Vergi veren insan, verdiği verginin her kuruşunun hesabını devletten sorar. Bu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralıdır. Buna karşılık çalışan, üreten insanlar için İngiltere’de vergi kaçırmak çok zor hatta neredeyse imkansızdır.
Tabii buna rağmen İngiltere’de de büyük şirketler, tekeller, mülk sahipleri, kolay para kazanan ünlüler, politikacılar vb. de vergi kaçırarak kazançlarını, avantalarını daha da çoğaltmanın yollarını ararlar.
Bu kirli ilişkiler ortaya çıkınca, başta medya olmak üzere, kamuoyunun ortak tepkisi bundandır. İnsanlar kendilerinin aptal yerine konulmasına tepki gösterirler. Parlamentoda soruşturmalar başlatılır ve iyi kötü herşey konuşulur, Tabii kesin bir netice söz konusu olmaz ama en azından kamuoyunu tatmin edecek bazı tedbirler alınır. Bazı cezalar verilir.
Nitekim İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn, bu vergi yüzsüzlüğünün ortaya çıkması üzerine muhalefetini sertleştirdi. Ekonomi politikasını zenginlerden daha fazla, yoksullardan daha az vergi üzerine kuran Corbyn şimdi, “Bu politikamızın ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı” diyor. Kuralların zenginlere farklı halka farklı uygulanmasına son verilmesinin şart olduğunu söylüyor. Vergi cennetleri meselesinin sadece ahlaki bir sorun olmadığının altını çiziyor ve “Kaçırılan her kuruş verginin kamu hizmetlerinin, sağlık, eğitim başta olmak üzere eksik yapılması anlamı taşıdığını, bu nedenle meselenin kamu tarafından esaslı bir şekilde soruşturulması gerektiğini söylüyor.
Bu sözleriyle de iktidara bir adım daha yaklaşıyor. Corbyn’e ve İşçi Partisi’ne güven artıyor.
Türkiye’de ise seçmen iktidar medyasının da etkisiyle tam bir sürüye dönüştürülmüş halde. İktidar sahipleri önce kendilerine karşı olanları aşağıladılar, çapulcu dediler, bölücü dediler, militan dediler ve en sonunda da kendilerine oy veren seçmeni alenen aptal ilan etme noktasına geldiler. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ezilenlerin, yoksulların, ötekilerin, kısacası yönetilenlerin güçlerini göstermenin zamanı gelmedi mi sizce de?..
Kaçmayan aptal kaçırmayan enayi!
Yüzsüzlük artık bir AKP klasiği.
Önce Binali Yıldırım, kağıt üzerinde de olsa ülkenin başbakanı, Paradise belgeleri ile ortaya dökülen, bütün dünya medyasında çarşaf çarşaf yer alan oğullarının off-shore şirketleri için konuştu. ABD’ye hareket etmeden önce, hani tam da ayaküstü diye tabir edilecek şekilde oğullarını ya da aslında kendini savundu. Tabii çocuklarının gizli şirketlerini kabul etmek zorunda kaldı, ama bunu ‘normal’ karşıladığını söyledi.
“İşlerimi oğullarıma devrettim, dünyanın her yerinde iş yapıyorlar” dedi. A Haber muhabirinin eline soru belli ki önceden tutuşturulmuştu, ondan öte bir soru sorulmadı, Erdoğan’ın damadı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın da aynı belgelerle ortaya çıkan ilişkileri gündeme bile gelmedi. Kendi oğulları ve Erdoğan’ın damadı ile kardeşinin bu belgelerde adının geçmesini ‘Global iş ilişkileri’ diye nitelendirdi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi.
Kısacası, “İyi iş yapmış benim oğlanlar. Vergi vermek, sizin gibi bize oy veren aptal seçmenlerin işidir, bizim gibi uyanık iktidar sahiplerinin değil” demeye getirdi. Yani açıkçası kendilerine oy veren binlerce çalışanı, dar gelirliyi, emekliyi, küçük esnafı aptal yerine koydu.
İkinci açıklama Erdoğan’dan yani AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’ndan. O daha da açık sözlü. Grup toplantısında “FETÖ’nün akıllı olanları kaçtı, aklı yetmeyenler tuzağa düştü” dedi. Aslında bir anlamda Binali Yıldırım’la aynı şeyi söyledi. Çünkü parasal ya da ilişkileri açısından güçlü olanlar yurtdışına çıkabildiler. Ama garibanların çoğu içerde kaldı. “İşte” diyor Erdoğan, “Onlar bizim tuzağımıza düştüler.”
Kim bunlar derseniz, aynı Binali Yıldırım’ın kastettikleri, çoğu AKP’ye oy vermiş olan Gülen sempatizanları ya da muhafazakar kesimin garibanları.
Bir dönem Erdoğan’ın ağzından düşürmediği bir söz vardı, “Bunlar bize bidon kafalılar diyorlar” diye. Şimdi insan ister istemez bu sözleri hatırlıyor ve AKP seçmenine dönüp, “Devleti yönetenler, sizin oy verdikleriniz size bidon kafalılar diyor” demek istiyor.
Peki, AKP seçmeni gerçekten de bu kadar hakareti sineye çekecek kadar cahil ve bilinçsiz mi?
AKP SEÇMENİNİN İNANDIĞI YALANLAR
Aslında bu noktada, medyaya bakmak gerekiyor. İktidarın karşısında başta Cumhuriyet olmak üzere birkaç gazete ve internet sitesi dışında bir medya olmadığı ve AKP seçmeni de bu muhalif medyayı düşman saydığı için gerçeğin ne olduğunu öğrenemiyor. Onlar ne derse, herkes, özellikle de onların yalanlarına şimdiye kadar inanmış ve inanmaya hazır AKP seçmeni, söylenen rezillikleri doğru olarak kabul ediyor.
Peki, işin aslı gerçekten de böyle mi?
Başbakanın oğullarının Malta da şirket kurmaları normalse bu şirketlerin hesapları niçin gizli? Binali Yıldırım, “2 dolar veren herkes bu bilgilere ulaşır neresi gizli bu bilginin” dedi. Yani insanların gözlerine baka baka yalan söyledi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi bile. “Vergi, sadece çalışanlardan, orta sınıftan, emeklilerden, çiftçiden ve kısmen esnaftan alınır. Zenginlerin, iş adamlarının vergi vermesi hele de yönetimle arası iyiyse istisna, kaçırması esastır” demeye getirdi. Aslında Türkiye’yi yöneten AKP bu konuda yalnız değil. Dünyanın neredeyse tamamına hakim olan neo liberal politikacıların üstü kapalı olarak halka söyledikleri şey, tam da bu.
Onlar için vergi vermek ahmaklıktır. Vergi kaçırmak ise işbilirlik, uyanıklık ve ticaret yapmaktır.
İşte bu mümtaz işadamları için dünyanın her yerinde verginin olmadığı, ya da çok düşük olduğu, paraların kaynaklarının sorulmadığı hatta aklandığı böyle sahte cennetler oluşturulmuştur.
En basitinden sahip olduğun gemiyi gider o sahte cennetlerden birinde uyduruk bir şirketin adına tescil ettirirsin, Malta ya da Liberya bayrağı çekersin. Böylece ülkendeki diğer enayiler gibi vergi vermek yerine, o gizli şirketten ötekine vergisiz işler çevirir parana para katarsın.
Sonra da sıkıştıkça ya da zavallı insanlara sizin saldığınız vergilerin ne kadar gerekli olduğunu anlatabilmek için, yerli ve milli olmaktan bahsedersin. Hatta kaşlarını çatıp, “Vergi vermek milli bir görevdir” gibisinden hamasi laflar bile edersin.
Nitekim, akaryakıta ve diğer birçok mala ve hizmete yeni vergilerin geldiğine ilişkin haberler tam da başbakanın bu açıklamayı yaptığı sıralar ya da çok kısa bir süre önce çıktı.
Türkiye’de vergi yükünün ne kadar ağır olduğunu görmek için akaryakıta bakmak yeter. Akaryakıtta vergi oranı yüzde 60’ı buluyor. Üstelik de bu vergiden kaçmak mümkün değil. Her 1 litrelik akaryakıtta 1,8 ile 2,4 TL arasında “özel tüketim” vergisi ödeniyor. Vergiler ÖTV ile sınırlı da değil. ÖTV eklenmiş akaryakıt bedeli üzerine yüzde 18 de KDV ekleniyor. Yani ‘verginin vergisi’ alınıyor.
AKP iktidarı neredeyse Avrupa’nın en pahalı akaryakıtını Türkiye insanına adeta dayatıyor.
VERGİ HIRSIZLIĞI GLOBAL TİCARET Mİ?
Buna karşılık ülkeyi yönetenlerin çocukları, damatları, aile çevreleri, iş çevirdikleri şirketler ve uyanık iş adamları vergi vermek yerine bu ‘off-shore’ (aslında vergi hırsızlığı yapılan, karaparaların aklandığı ve saklandığı) ülkelerde, adalarda ve vergi cenneti olarak ünlenen yörelerde iş çeviriyor. Başbakan bu faaliyetlere “global ticaret” diyor.
Bu sözleri ettikten sonra da ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence ile görüşmesinin ertelendiği haberini ancak uçaktayken aldığı, iktidarın manevi oğlu Rıza Sarraf için ricacı olmak üzere ABD yoluna koyuluyor. Gitmeden önce de iktidarın oğulları, kızları, damatları yerine Cumhuriyet Gazetesi’ni suçlu ilan etmeyi ihmal etmiyor. “Bu haberleri vererek itibarımızla oynuyor” diyerek bir anlamda Cumhuriyet’i yargıya hedef gösteriyor.
Tabii bu haksız ve boş bir suçlama. Çünkü Cumhuriyet gazetesi dünya çapındaki bu yolsuzlukları, rezillikleri ortaya çıkarabilmek amacıyla örgütlenmiş bağımsız araştırmacı gazeteciler ağının bir parçası. Dünyanın en saygın medya kuruluşları bu ağın üyeleri ve ortaya çıkan rezillikleri, yolsuzlukları ve işlenen suçları yayınlamayı önceden kabul etmiş bulunuyorlar.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) denilen bu ağda, 70 ülkedeki 96 medya kuruluşunda çalışan 382 gazeteci yer alıyor.
Bu araştırmalar yıllardır sürüyor. BBC, The Guardian, Le Monde, New York Times, Washington Post, WDR, NDR, Süddeuttsche Zeitung, Le Soir, Haaretz, El Confidencial gibi ünlü medya kuruluşları bu ağın üyesi. Daha önce 2010’da WikiLeaks belgelerini, 2013’te Offshore secrets denilen belgeleri, 2014’te Luxembourg tax files, (vergi kaçakçılığı) belgelerini, 2016’da Panama belgelerini (Karapara, vergi kaçırma) yayınladılar.
Her biri dünyanın birçok ülkesinde, tabii medya ve fikir özgürlüğünün olduğu ülkelerde büyük yankılar uyandırdı. Büyük şirketlerin, dev tekellerin, paragöz politikacıların ve kolay para kazanan ünlülerin en azından ahlaksız ilişkileri, marifetleri kamuoyunun bilgisine sunuldu.Türkiye’nin Başbakanı ise komik bir şey daha söyledi. Bu bilgilerin gizli olmadığını, her isteyenin 2 Dolar vererek internetten bu bilgilere erişebileceğini ileri sürdü.
Eğer bu bilgiler gizli değilse o kadar araştırmacı 13.4 milyon belge üzerinde aylarca hatta yıllarca süren araştırmaları niçin yaptılar?
2 Dolar verip girerlerdi internete o bilgilere ulaşırlardı.
Başında da dediğim gibi, AKP’nin politikacıları karşılarında sormayan, merak etmeyen, ilgilenmeyen her söylediklerini tanrı kelamı gibi kabul eden bir seçmen kitlesi ve kendi emirleri ile çalışan medya kurumlarını bulmuşlar sallayıp duruyorlar.
Başbakanın yaptığı açıklamanın da Erdoğan’ın açıklamalarının da neredeyse tamamı böyle. Milleti enayi yerine koyarak, gerçekleri gizleyerek ya da tahrif ederek meseleleri geçiştireceklerini zannediyorlar.
KAMU KURUMU BBC KRALİÇE’Yİ SORGULUYOR
Biraz Türkiye’nin dışında neler oluyor baksalar ilginç şeyler görebilecekler. Mesela İngiliz medyası çok sevdikleri, saydıkları Kraliçelerinin kişisel paracıklarının niçin bu vergi cennetlerindeki şirketlere yatırıldığını sorguluyor. Bunu en azından “utanılacak” bir şey olarak görüyor.
Önceki gün ve dün İngiliz medyası, bir kamu kurumu niteliği taşıyan BBC başta olmak üzere istisnasız hepsi, rezaleti manşetlerine taşıdı ve bu kepazeliği sorguladı, sorguluyor. Hatta bunun basit bir özür dilemekle geçiştirilemeyeceğini söylüyorlar.
Çünkü vergi, devletle Büyük Britanya vatandaşları arasındaki o yazılmamış sözleşmenin en önemli unsurudur. Vergi veren insan, verdiği verginin her kuruşunun hesabını devletten sorar. Bu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralıdır. Buna karşılık çalışan, üreten insanlar için İngiltere’de vergi kaçırmak çok zor hatta neredeyse imkansızdır.
Tabii buna rağmen İngiltere’de de büyük şirketler, tekeller, mülk sahipleri, kolay para kazanan ünlüler, politikacılar vb. de vergi kaçırarak kazançlarını, avantalarını daha da çoğaltmanın yollarını ararlar.
Bu kirli ilişkiler ortaya çıkınca, başta medya olmak üzere, kamuoyunun ortak tepkisi bundandır. İnsanlar kendilerinin aptal yerine konulmasına tepki gösterirler. Parlamentoda soruşturmalar başlatılır ve iyi kötü herşey konuşulur, Tabii kesin bir netice söz konusu olmaz ama en azından kamuoyunu tatmin edecek bazı tedbirler alınır. Bazı cezalar verilir.
Nitekim İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn, bu vergi yüzsüzlüğünün ortaya çıkması üzerine muhalefetini sertleştirdi. Ekonomi politikasını zenginlerden daha fazla, yoksullardan daha az vergi üzerine kuran Corbyn şimdi, “Bu politikamızın ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı” diyor. Kuralların zenginlere farklı halka farklı uygulanmasına son verilmesinin şart olduğunu söylüyor. Vergi cennetleri meselesinin sadece ahlaki bir sorun olmadığının altını çiziyor ve “Kaçırılan her kuruş verginin kamu hizmetlerinin, sağlık, eğitim başta olmak üzere eksik yapılması anlamı taşıdığını, bu nedenle meselenin kamu tarafından esaslı bir şekilde soruşturulması gerektiğini söylüyor.
Bu sözleriyle de iktidara bir adım daha yaklaşıyor. Corbyn’e ve İşçi Partisi’ne güven artıyor.
Türkiye’de ise seçmen iktidar medyasının da etkisiyle tam bir sürüye dönüştürülmüş halde. İktidar sahipleri önce kendilerine karşı olanları aşağıladılar, çapulcu dediler, bölücü dediler, militan dediler ve en sonunda da kendilerine oy veren seçmeni alenen aptal ilan etme noktasına geldiler. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ezilenlerin, yoksulların, ötekilerin, kısacası yönetilenlerin güçlerini göstermenin zamanı gelmedi mi sizce de?..
Kaçmayan aptal kaçırmayan enayi!
Yüzsüzlük artık bir AKP klasiği.
Önce Binali Yıldırım, kağıt üzerinde de olsa ülkenin başbakanı, Paradise belgeleri ile ortaya dökülen, bütün dünya medyasında çarşaf çarşaf yer alan oğullarının off-shore şirketleri için konuştu. ABD’ye hareket etmeden önce, hani tam da ayaküstü diye tabir edilecek şekilde oğullarını ya da aslında kendini savundu. Tabii çocuklarının gizli şirketlerini kabul etmek zorunda kaldı, ama bunu ‘normal’ karşıladığını söyledi.
“İşlerimi oğullarıma devrettim, dünyanın her yerinde iş yapıyorlar” dedi. A Haber muhabirinin eline soru belli ki önceden tutuşturulmuştu, ondan öte bir soru sorulmadı, Erdoğan’ın damadı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın da aynı belgelerle ortaya çıkan ilişkileri gündeme bile gelmedi. Kendi oğulları ve Erdoğan’ın damadı ile kardeşinin bu belgelerde adının geçmesini ‘Global iş ilişkileri’ diye nitelendirdi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi.
Kısacası, “İyi iş yapmış benim oğlanlar. Vergi vermek, sizin gibi bize oy veren aptal seçmenlerin işidir, bizim gibi uyanık iktidar sahiplerinin değil” demeye getirdi. Yani açıkçası kendilerine oy veren binlerce çalışanı, dar gelirliyi, emekliyi, küçük esnafı aptal yerine koydu.
İkinci açıklama Erdoğan’dan yani AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’ndan. O daha da açık sözlü. Grup toplantısında “FETÖ’nün akıllı olanları kaçtı, aklı yetmeyenler tuzağa düştü” dedi. Aslında bir anlamda Binali Yıldırım’la aynı şeyi söyledi. Çünkü parasal ya da ilişkileri açısından güçlü olanlar yurtdışına çıkabildiler. Ama garibanların çoğu içerde kaldı. “İşte” diyor Erdoğan, “Onlar bizim tuzağımıza düştüler.”
Kim bunlar derseniz, aynı Binali Yıldırım’ın kastettikleri, çoğu AKP’ye oy vermiş olan Gülen sempatizanları ya da muhafazakar kesimin garibanları.
Bir dönem Erdoğan’ın ağzından düşürmediği bir söz vardı, “Bunlar bize bidon kafalılar diyorlar” diye. Şimdi insan ister istemez bu sözleri hatırlıyor ve AKP seçmenine dönüp, “Devleti yönetenler, sizin oy verdikleriniz size bidon kafalılar diyor” demek istiyor.
Peki, AKP seçmeni gerçekten de bu kadar hakareti sineye çekecek kadar cahil ve bilinçsiz mi?
AKP SEÇMENİNİN İNANDIĞI YALANLAR
Aslında bu noktada, medyaya bakmak gerekiyor. İktidarın karşısında başta Cumhuriyet olmak üzere birkaç gazete ve internet sitesi dışında bir medya olmadığı ve AKP seçmeni de bu muhalif medyayı düşman saydığı için gerçeğin ne olduğunu öğrenemiyor. Onlar ne derse, herkes, özellikle de onların yalanlarına şimdiye kadar inanmış ve inanmaya hazır AKP seçmeni, söylenen rezillikleri doğru olarak kabul ediyor.
Peki, işin aslı gerçekten de böyle mi?
Başbakanın oğullarının Malta da şirket kurmaları normalse bu şirketlerin hesapları niçin gizli? Binali Yıldırım, “2 dolar veren herkes bu bilgilere ulaşır neresi gizli bu bilginin” dedi. Yani insanların gözlerine baka baka yalan söyledi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi bile. “Vergi, sadece çalışanlardan, orta sınıftan, emeklilerden, çiftçiden ve kısmen esnaftan alınır. Zenginlerin, iş adamlarının vergi vermesi hele de yönetimle arası iyiyse istisna, kaçırması esastır” demeye getirdi. Aslında Türkiye’yi yöneten AKP bu konuda yalnız değil. Dünyanın neredeyse tamamına hakim olan neo liberal politikacıların üstü kapalı olarak halka söyledikleri şey, tam da bu.
Onlar için vergi vermek ahmaklıktır. Vergi kaçırmak ise işbilirlik, uyanıklık ve ticaret yapmaktır.
İşte bu mümtaz işadamları için dünyanın her yerinde verginin olmadığı, ya da çok düşük olduğu, paraların kaynaklarının sorulmadığı hatta aklandığı böyle sahte cennetler oluşturulmuştur.
En basitinden sahip olduğun gemiyi gider o sahte cennetlerden birinde uyduruk bir şirketin adına tescil ettirirsin, Malta ya da Liberya bayrağı çekersin. Böylece ülkendeki diğer enayiler gibi vergi vermek yerine, o gizli şirketten ötekine vergisiz işler çevirir parana para katarsın.
Sonra da sıkıştıkça ya da zavallı insanlara sizin saldığınız vergilerin ne kadar gerekli olduğunu anlatabilmek için, yerli ve milli olmaktan bahsedersin. Hatta kaşlarını çatıp, “Vergi vermek milli bir görevdir” gibisinden hamasi laflar bile edersin.
Nitekim, akaryakıta ve diğer birçok mala ve hizmete yeni vergilerin geldiğine ilişkin haberler tam da başbakanın bu açıklamayı yaptığı sıralar ya da çok kısa bir süre önce çıktı.
Türkiye’de vergi yükünün ne kadar ağır olduğunu görmek için akaryakıta bakmak yeter. Akaryakıtta vergi oranı yüzde 60’ı buluyor. Üstelik de bu vergiden kaçmak mümkün değil. Her 1 litrelik akaryakıtta 1,8 ile 2,4 TL arasında “özel tüketim” vergisi ödeniyor. Vergiler ÖTV ile sınırlı da değil. ÖTV eklenmiş akaryakıt bedeli üzerine yüzde 18 de KDV ekleniyor. Yani ‘verginin vergisi’ alınıyor.
AKP iktidarı neredeyse Avrupa’nın en pahalı akaryakıtını Türkiye insanına adeta dayatıyor.
VERGİ HIRSIZLIĞI GLOBAL TİCARET Mİ?
Buna karşılık ülkeyi yönetenlerin çocukları, damatları, aile çevreleri, iş çevirdikleri şirketler ve uyanık iş adamları vergi vermek yerine bu ‘off-shore’ (aslında vergi hırsızlığı yapılan, karaparaların aklandığı ve saklandığı) ülkelerde, adalarda ve vergi cenneti olarak ünlenen yörelerde iş çeviriyor. Başbakan bu faaliyetlere “global ticaret” diyor.
Bu sözleri ettikten sonra da ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence ile görüşmesinin ertelendiği haberini ancak uçaktayken aldığı, iktidarın manevi oğlu Rıza Sarraf için ricacı olmak üzere ABD yoluna koyuluyor. Gitmeden önce de iktidarın oğulları, kızları, damatları yerine Cumhuriyet Gazetesi’ni suçlu ilan etmeyi ihmal etmiyor. “Bu haberleri vererek itibarımızla oynuyor” diyerek bir anlamda Cumhuriyet’i yargıya hedef gösteriyor.
Tabii bu haksız ve boş bir suçlama. Çünkü Cumhuriyet gazetesi dünya çapındaki bu yolsuzlukları, rezillikleri ortaya çıkarabilmek amacıyla örgütlenmiş bağımsız araştırmacı gazeteciler ağının bir parçası. Dünyanın en saygın medya kuruluşları bu ağın üyeleri ve ortaya çıkan rezillikleri, yolsuzlukları ve işlenen suçları yayınlamayı önceden kabul etmiş bulunuyorlar.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) denilen bu ağda, 70 ülkedeki 96 medya kuruluşunda çalışan 382 gazeteci yer alıyor.
Bu araştırmalar yıllardır sürüyor. BBC, The Guardian, Le Monde, New York Times, Washington Post, WDR, NDR, Süddeuttsche Zeitung, Le Soir, Haaretz, El Confidencial gibi ünlü medya kuruluşları bu ağın üyesi. Daha önce 2010’da WikiLeaks belgelerini, 2013’te Offshore secrets denilen belgeleri, 2014’te Luxembourg tax files, (vergi kaçakçılığı) belgelerini, 2016’da Panama belgelerini (Karapara, vergi kaçırma) yayınladılar.
Her biri dünyanın birçok ülkesinde, tabii medya ve fikir özgürlüğünün olduğu ülkelerde büyük yankılar uyandırdı. Büyük şirketlerin, dev tekellerin, paragöz politikacıların ve kolay para kazanan ünlülerin en azından ahlaksız ilişkileri, marifetleri kamuoyunun bilgisine sunuldu.Türkiye’nin Başbakanı ise komik bir şey daha söyledi. Bu bilgilerin gizli olmadığını, her isteyenin 2 Dolar vererek internetten bu bilgilere erişebileceğini ileri sürdü.
Eğer bu bilgiler gizli değilse o kadar araştırmacı 13.4 milyon belge üzerinde aylarca hatta yıllarca süren araştırmaları niçin yaptılar?
2 Dolar verip girerlerdi internete o bilgilere ulaşırlardı.
Başında da dediğim gibi, AKP’nin politikacıları karşılarında sormayan, merak etmeyen, ilgilenmeyen her söylediklerini tanrı kelamı gibi kabul eden bir seçmen kitlesi ve kendi emirleri ile çalışan medya kurumlarını bulmuşlar sallayıp duruyorlar.
Başbakanın yaptığı açıklamanın da Erdoğan’ın açıklamalarının da neredeyse tamamı böyle. Milleti enayi yerine koyarak, gerçekleri gizleyerek ya da tahrif ederek meseleleri geçiştireceklerini zannediyorlar.
KAMU KURUMU BBC KRALİÇE’Yİ SORGULUYOR
Biraz Türkiye’nin dışında neler oluyor baksalar ilginç şeyler görebilecekler. Mesela İngiliz medyası çok sevdikleri, saydıkları Kraliçelerinin kişisel paracıklarının niçin bu vergi cennetlerindeki şirketlere yatırıldığını sorguluyor. Bunu en azından “utanılacak” bir şey olarak görüyor.
Önceki gün ve dün İngiliz medyası, bir kamu kurumu niteliği taşıyan BBC başta olmak üzere istisnasız hepsi, rezaleti manşetlerine taşıdı ve bu kepazeliği sorguladı, sorguluyor. Hatta bunun basit bir özür dilemekle geçiştirilemeyeceğini söylüyorlar.
Çünkü vergi, devletle Büyük Britanya vatandaşları arasındaki o yazılmamış sözleşmenin en önemli unsurudur. Vergi veren insan, verdiği verginin her kuruşunun hesabını devletten sorar. Bu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralıdır. Buna karşılık çalışan, üreten insanlar için İngiltere’de vergi kaçırmak çok zor hatta neredeyse imkansızdır.
Tabii buna rağmen İngiltere’de de büyük şirketler, tekeller, mülk sahipleri, kolay para kazanan ünlüler, politikacılar vb. de vergi kaçırarak kazançlarını, avantalarını daha da çoğaltmanın yollarını ararlar.
Bu kirli ilişkiler ortaya çıkınca, başta medya olmak üzere, kamuoyunun ortak tepkisi bundandır. İnsanlar kendilerinin aptal yerine konulmasına tepki gösterirler. Parlamentoda soruşturmalar başlatılır ve iyi kötü herşey konuşulur, Tabii kesin bir netice söz konusu olmaz ama en azından kamuoyunu tatmin edecek bazı tedbirler alınır. Bazı cezalar verilir.
Nitekim İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn, bu vergi yüzsüzlüğünün ortaya çıkması üzerine muhalefetini sertleştirdi. Ekonomi politikasını zenginlerden daha fazla, yoksullardan daha az vergi üzerine kuran Corbyn şimdi, “Bu politikamızın ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı” diyor. Kuralların zenginlere farklı halka farklı uygulanmasına son verilmesinin şart olduğunu söylüyor. Vergi cennetleri meselesinin sadece ahlaki bir sorun olmadığının altını çiziyor ve “Kaçırılan her kuruş verginin kamu hizmetlerinin, sağlık, eğitim başta olmak üzere eksik yapılması anlamı taşıdığını, bu nedenle meselenin kamu tarafından esaslı bir şekilde soruşturulması gerektiğini söylüyor.
Bu sözleriyle de iktidara bir adım daha yaklaşıyor. Corbyn’e ve İşçi Partisi’ne güven artıyor.
Türkiye’de ise seçmen iktidar medyasının da etkisiyle tam bir sürüye dönüştürülmüş halde. İktidar sahipleri önce kendilerine karşı olanları aşağıladılar, çapulcu dediler, bölücü dediler, militan dediler ve en sonunda da kendilerine oy veren seçmeni alenen aptal ilan etme noktasına geldiler. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ezilenlerin, yoksulların, ötekilerin, kısacası yönetilenlerin güçlerini göstermenin zamanı gelmedi mi sizce de?..
Kaçmayan aptal kaçırmayan enayi!
Yüzsüzlük artık bir AKP klasiği.
Önce Binali Yıldırım, kağıt üzerinde de olsa ülkenin başbakanı, Paradise belgeleri ile ortaya dökülen, bütün dünya medyasında çarşaf çarşaf yer alan oğullarının off-shore şirketleri için konuştu. ABD’ye hareket etmeden önce, hani tam da ayaküstü diye tabir edilecek şekilde oğullarını ya da aslında kendini savundu. Tabii çocuklarının gizli şirketlerini kabul etmek zorunda kaldı, ama bunu ‘normal’ karşıladığını söyledi.
“İşlerimi oğullarıma devrettim, dünyanın her yerinde iş yapıyorlar” dedi. A Haber muhabirinin eline soru belli ki önceden tutuşturulmuştu, ondan öte bir soru sorulmadı, Erdoğan’ın damadı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın da aynı belgelerle ortaya çıkan ilişkileri gündeme bile gelmedi. Kendi oğulları ve Erdoğan’ın damadı ile kardeşinin bu belgelerde adının geçmesini ‘Global iş ilişkileri’ diye nitelendirdi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi.
Kısacası, “İyi iş yapmış benim oğlanlar. Vergi vermek, sizin gibi bize oy veren aptal seçmenlerin işidir, bizim gibi uyanık iktidar sahiplerinin değil” demeye getirdi. Yani açıkçası kendilerine oy veren binlerce çalışanı, dar gelirliyi, emekliyi, küçük esnafı aptal yerine koydu.
İkinci açıklama Erdoğan’dan yani AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’ndan. O daha da açık sözlü. Grup toplantısında “FETÖ’nün akıllı olanları kaçtı, aklı yetmeyenler tuzağa düştü” dedi. Aslında bir anlamda Binali Yıldırım’la aynı şeyi söyledi. Çünkü parasal ya da ilişkileri açısından güçlü olanlar yurtdışına çıkabildiler. Ama garibanların çoğu içerde kaldı. “İşte” diyor Erdoğan, “Onlar bizim tuzağımıza düştüler.”
Kim bunlar derseniz, aynı Binali Yıldırım’ın kastettikleri, çoğu AKP’ye oy vermiş olan Gülen sempatizanları ya da muhafazakar kesimin garibanları.
Bir dönem Erdoğan’ın ağzından düşürmediği bir söz vardı, “Bunlar bize bidon kafalılar diyorlar” diye. Şimdi insan ister istemez bu sözleri hatırlıyor ve AKP seçmenine dönüp, “Devleti yönetenler, sizin oy verdikleriniz size bidon kafalılar diyor” demek istiyor.
Peki, AKP seçmeni gerçekten de bu kadar hakareti sineye çekecek kadar cahil ve bilinçsiz mi?
AKP SEÇMENİNİN İNANDIĞI YALANLAR
Aslında bu noktada, medyaya bakmak gerekiyor. İktidarın karşısında başta Cumhuriyet olmak üzere birkaç gazete ve internet sitesi dışında bir medya olmadığı ve AKP seçmeni de bu muhalif medyayı düşman saydığı için gerçeğin ne olduğunu öğrenemiyor. Onlar ne derse, herkes, özellikle de onların yalanlarına şimdiye kadar inanmış ve inanmaya hazır AKP seçmeni, söylenen rezillikleri doğru olarak kabul ediyor.
Peki, işin aslı gerçekten de böyle mi?
Başbakanın oğullarının Malta da şirket kurmaları normalse bu şirketlerin hesapları niçin gizli? Binali Yıldırım, “2 dolar veren herkes bu bilgilere ulaşır neresi gizli bu bilginin” dedi. Yani insanların gözlerine baka baka yalan söyledi. Çocuklarının bu gizli şirketler eliyle niçin milyonlarca lira vergi kaçırdığına ise hiç değinmedi bile. “Vergi, sadece çalışanlardan, orta sınıftan, emeklilerden, çiftçiden ve kısmen esnaftan alınır. Zenginlerin, iş adamlarının vergi vermesi hele de yönetimle arası iyiyse istisna, kaçırması esastır” demeye getirdi. Aslında Türkiye’yi yöneten AKP bu konuda yalnız değil. Dünyanın neredeyse tamamına hakim olan neo liberal politikacıların üstü kapalı olarak halka söyledikleri şey, tam da bu.
Onlar için vergi vermek ahmaklıktır. Vergi kaçırmak ise işbilirlik, uyanıklık ve ticaret yapmaktır.
İşte bu mümtaz işadamları için dünyanın her yerinde verginin olmadığı, ya da çok düşük olduğu, paraların kaynaklarının sorulmadığı hatta aklandığı böyle sahte cennetler oluşturulmuştur.
En basitinden sahip olduğun gemiyi gider o sahte cennetlerden birinde uyduruk bir şirketin adına tescil ettirirsin, Malta ya da Liberya bayrağı çekersin. Böylece ülkendeki diğer enayiler gibi vergi vermek yerine, o gizli şirketten ötekine vergisiz işler çevirir parana para katarsın.
Sonra da sıkıştıkça ya da zavallı insanlara sizin saldığınız vergilerin ne kadar gerekli olduğunu anlatabilmek için, yerli ve milli olmaktan bahsedersin. Hatta kaşlarını çatıp, “Vergi vermek milli bir görevdir” gibisinden hamasi laflar bile edersin.
Nitekim, akaryakıta ve diğer birçok mala ve hizmete yeni vergilerin geldiğine ilişkin haberler tam da başbakanın bu açıklamayı yaptığı sıralar ya da çok kısa bir süre önce çıktı.
Türkiye’de vergi yükünün ne kadar ağır olduğunu görmek için akaryakıta bakmak yeter. Akaryakıtta vergi oranı yüzde 60’ı buluyor. Üstelik de bu vergiden kaçmak mümkün değil. Her 1 litrelik akaryakıtta 1,8 ile 2,4 TL arasında “özel tüketim” vergisi ödeniyor. Vergiler ÖTV ile sınırlı da değil. ÖTV eklenmiş akaryakıt bedeli üzerine yüzde 18 de KDV ekleniyor. Yani ‘verginin vergisi’ alınıyor.
AKP iktidarı neredeyse Avrupa’nın en pahalı akaryakıtını Türkiye insanına adeta dayatıyor.
VERGİ HIRSIZLIĞI GLOBAL TİCARET Mİ?
Buna karşılık ülkeyi yönetenlerin çocukları, damatları, aile çevreleri, iş çevirdikleri şirketler ve uyanık iş adamları vergi vermek yerine bu ‘off-shore’ (aslında vergi hırsızlığı yapılan, karaparaların aklandığı ve saklandığı) ülkelerde, adalarda ve vergi cenneti olarak ünlenen yörelerde iş çeviriyor. Başbakan bu faaliyetlere “global ticaret” diyor.
Bu sözleri ettikten sonra da ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence ile görüşmesinin ertelendiği haberini ancak uçaktayken aldığı, iktidarın manevi oğlu Rıza Sarraf için ricacı olmak üzere ABD yoluna koyuluyor. Gitmeden önce de iktidarın oğulları, kızları, damatları yerine Cumhuriyet Gazetesi’ni suçlu ilan etmeyi ihmal etmiyor. “Bu haberleri vererek itibarımızla oynuyor” diyerek bir anlamda Cumhuriyet’i yargıya hedef gösteriyor.
Tabii bu haksız ve boş bir suçlama. Çünkü Cumhuriyet gazetesi dünya çapındaki bu yolsuzlukları, rezillikleri ortaya çıkarabilmek amacıyla örgütlenmiş bağımsız araştırmacı gazeteciler ağının bir parçası. Dünyanın en saygın medya kuruluşları bu ağın üyeleri ve ortaya çıkan rezillikleri, yolsuzlukları ve işlenen suçları yayınlamayı önceden kabul etmiş bulunuyorlar.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) denilen bu ağda, 70 ülkedeki 96 medya kuruluşunda çalışan 382 gazeteci yer alıyor.
Bu araştırmalar yıllardır sürüyor. BBC, The Guardian, Le Monde, New York Times, Washington Post, WDR, NDR, Süddeuttsche Zeitung, Le Soir, Haaretz, El Confidencial gibi ünlü medya kuruluşları bu ağın üyesi. Daha önce 2010’da WikiLeaks belgelerini, 2013’te Offshore secrets denilen belgeleri, 2014’te Luxembourg tax files, (vergi kaçakçılığı) belgelerini, 2016’da Panama belgelerini (Karapara, vergi kaçırma) yayınladılar.
Her biri dünyanın birçok ülkesinde, tabii medya ve fikir özgürlüğünün olduğu ülkelerde büyük yankılar uyandırdı. Büyük şirketlerin, dev tekellerin, paragöz politikacıların ve kolay para kazanan ünlülerin en azından ahlaksız ilişkileri, marifetleri kamuoyunun bilgisine sunuldu.Türkiye’nin Başbakanı ise komik bir şey daha söyledi. Bu bilgilerin gizli olmadığını, her isteyenin 2 Dolar vererek internetten bu bilgilere erişebileceğini ileri sürdü.
Eğer bu bilgiler gizli değilse o kadar araştırmacı 13.4 milyon belge üzerinde aylarca hatta yıllarca süren araştırmaları niçin yaptılar?
2 Dolar verip girerlerdi internete o bilgilere ulaşırlardı.
Başında da dediğim gibi, AKP’nin politikacıları karşılarında sormayan, merak etmeyen, ilgilenmeyen her söylediklerini tanrı kelamı gibi kabul eden bir seçmen kitlesi ve kendi emirleri ile çalışan medya kurumlarını bulmuşlar sallayıp duruyorlar.
Başbakanın yaptığı açıklamanın da Erdoğan’ın açıklamalarının da neredeyse tamamı böyle. Milleti enayi yerine koyarak, gerçekleri gizleyerek ya da tahrif ederek meseleleri geçiştireceklerini zannediyorlar.
KAMU KURUMU BBC KRALİÇE’Yİ SORGULUYOR
Biraz Türkiye’nin dışında neler oluyor baksalar ilginç şeyler görebilecekler. Mesela İngiliz medyası çok sevdikleri, saydıkları Kraliçelerinin kişisel paracıklarının niçin bu vergi cennetlerindeki şirketlere yatırıldığını sorguluyor. Bunu en azından “utanılacak” bir şey olarak görüyor.
Önceki gün ve dün İngiliz medyası, bir kamu kurumu niteliği taşıyan BBC başta olmak üzere istisnasız hepsi, rezaleti manşetlerine taşıdı ve bu kepazeliği sorguladı, sorguluyor. Hatta bunun basit bir özür dilemekle geçiştirilemeyeceğini söylüyorlar.
Çünkü vergi, devletle Büyük Britanya vatandaşları arasındaki o yazılmamış sözleşmenin en önemli unsurudur. Vergi veren insan, verdiği verginin her kuruşunun hesabını devletten sorar. Bu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralıdır. Buna karşılık çalışan, üreten insanlar için İngiltere’de vergi kaçırmak çok zor hatta neredeyse imkansızdır.
Tabii buna rağmen İngiltere’de de büyük şirketler, tekeller, mülk sahipleri, kolay para kazanan ünlüler, politikacılar vb. de vergi kaçırarak kazançlarını, avantalarını daha da çoğaltmanın yollarını ararlar.
Bu kirli ilişkiler ortaya çıkınca, başta medya olmak üzere, kamuoyunun ortak tepkisi bundandır. İnsanlar kendilerinin aptal yerine konulmasına tepki gösterirler. Parlamentoda soruşturmalar başlatılır ve iyi kötü herşey konuşulur, Tabii kesin bir netice söz konusu olmaz ama en azından kamuoyunu tatmin edecek bazı tedbirler alınır. Bazı cezalar verilir.
Nitekim İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn, bu vergi yüzsüzlüğünün ortaya çıkması üzerine muhalefetini sertleştirdi. Ekonomi politikasını zenginlerden daha fazla, yoksullardan daha az vergi üzerine kuran Corbyn şimdi, “Bu politikamızın ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı” diyor. Kuralların zenginlere farklı halka farklı uygulanmasına son verilmesinin şart olduğunu söylüyor. Vergi cennetleri meselesinin sadece ahlaki bir sorun olmadığının altını çiziyor ve “Kaçırılan her kuruş verginin kamu hizmetlerinin, sağlık, eğitim başta olmak üzere eksik yapılması anlamı taşıdığını, bu nedenle meselenin kamu tarafından esaslı bir şekilde soruşturulması gerektiğini söylüyor.
Bu sözleriyle de iktidara bir adım daha yaklaşıyor. Corbyn’e ve İşçi Partisi’ne güven artıyor.
Türkiye’de ise seçmen iktidar medyasının da etkisiyle tam bir sürüye dönüştürülmüş halde. İktidar sahipleri önce kendilerine karşı olanları aşağıladılar, çapulcu dediler, bölücü dediler, militan dediler ve en sonunda da kendilerine oy veren seçmeni alenen aptal ilan etme noktasına geldiler. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ezilenlerin, yoksulların, ötekilerin, kısacası yönetilenlerin güçlerini göstermenin zamanı gelmedi mi sizce de?..