Dilek Ertürk, Turgut Özal’ın tavsiyesiyle diplomatlığı seçti ve dünyanın birçok yerinde görev yaptı.Ertürk, Türkiye’nin ilk ve tek görme engelli diplomatı. Hikayesini ve kariyerinde karşılaştığı zorlukları BBC Türkçe’den Yunus Tarık’a anlattı.
Dilek Ertürk kimdir? Hayat hikâyenizden bahseder misiniz?
9 Mart 1974’te Ankara’da doğdum. 5 yaşındayken salıncaktan düşme sonucu beyindeki göz sinirleri hasar gördüğü için görmemi kaybettim. 1979 yılı göz önüne alındığında, o dönemin koşulları düşünüldüğünde, hem benim için hem de ailem için zorlu bir maraton başladı.
İlk ve ortaokulumu Aydınlık Evler şimdiki adıyla Gören Eller, liseyi Ankara Keçiören Lisesi’nde, üniversitemi de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yani Mülkiye’de tamamladım.
Ama benim hikâyemin ilginçliği şurada başlar: Benim yüreğime dokunan ve gurur duyduğum kısmı, 1986 veya 1987 yıllarıydı, ilkokul son sınıftaydım. Her yıl gençler ve çocuklar devlet büyüklerini ziyarete giderler ve ben de o yıl engelli gençleri temsilen gitmiştim. Turgut Özal o dönemde başbakandı.
Bu ziyaretimiz sırasında dönemin başbakanı bana “Ne olmak istersin?” dedi.
Ben de “Avukat olacağım” dedim.
O da bana “Neden avukat olmak istiyorsun?” dedi.
Cevap olarak çevremdeki kişilere duygu ve düşüncelerimi iyi ifade ettiğimi söylüyorlar, ben de bu yeteneğimi kullanabilmek için avukat olmak istediğimi belirttim.
Buna cevap olarak Turgut Özal, “Biz engellilerin hukuk alanında başarılı olduğunu biliyoruz. Senin daha farklı bir meslek yapman gerekli ve ilk olmalısın” dedi.
Ben de “Ne olabilir bu?” dediğimde “Sen bu ülkenin ilk görme engelli diplomatı olmalısın” dedi.
Ben elektrik teknisyeni bir babaya ve ev hanımı bir anneye sahibim. Yani halktan biriyim. O dönemde diplomatın ne iş yaptığını bilmiyorum ve diplomatlar ne iş yapar diye sordum.
Turgut Özal diplomatın ne olduğunu bilmeyen bir çocuğa diplomasiyi şöyle anlattı:
“En az bir yabancı dili çok iyi konuşurlar, ülkemizin menfaatlerini uluslararası arenada temsil ederler ve korurlar.”
Bu konuşmadan sonra diplomatlığı hedef olarak belirledim. Üniversite sınavına girmeden bir gün önce Turgut Özal vefat edince diplomatlığı bir vasiyet olarak benimseyip, uluslararası ilişkiler bölümüne girmeye karar verdim.
Sonrasında eğlenceli ve keyifli bir üniversite hayatından sonra bölümümü 3. olarak bitirdim.
Üniversiteden sonra yavaş yavaş engeller başladı.
Bildiğiniz gibi görme engelliler ve diğer engelliler için kariyer hayatında farklı engeller var.
Öncelikle 1999 yılında MTA’da (Maden Teknik Arama) çevirmen olarak çalışmaya başladım, sonrasında 2000-2010 yılları arasında dışişlerinde merkez memuru olarak çalıştım.
Çünkü görme engelli olduğum için kariyer yapmam zordu.
2010 yılına geldiğimizde AB yasalarına uyum sürecinde, 657 numaralı devlet memurluğu kanunda bir düzenleme yapıldı. Bu düzenlemeye göre görme ve ortopedik engelli kişiler de kariyer memurluğu yapabileceklerdi. Bu yasayı kurumumla paylaştığımda çok olumlu tepkiler verdiler ve benim yeteneklerimden istifade etmek istediklerini ifade ettiler.
Bu yıla geldiğimizde 36 yaşındaydım kariyer memurluğu için yaşım geçmişti, geçen 10 yılda insan hakları alanında çalıştığım için beni istisnai diplomat olarak insan hakları danışmanı olarak görevlendirdiler.
Benim için yeteneklerimi kullanabileceğim bir göreve başladıktan sonra keyifli, yoğun ve verimli bir dönem başladı.
Öncelikle diplomasi akademisinde 6 aylık bir eğitim aldım, sonrasında göç dairesinde görev yaptım.
İnsan ticaretiyle mücadele, yasadışı göçle mücadele, yabancılar koruma kanununun hazırlanması ve insan ticaretinden etkilenen mağdurlar ile ilgili kanunların çıkarılması aşamasında diğer kurumlarla beraber dışişleri bakanlığımızda çalıştım.
Aşkabat, Odessa, Bükreş, Almata, Saraybosna, Zagreb, Kuala Lumpur, Moskova, Kiev gibi şehirlerde dışişlerinde çalıştım, alanlarımda seminerler verdim.
2012 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda çalışmak üzere Viyana’ya tayinim çıktı.
Viyana’da da çalışmalarıma devam etikten sonra 2015 yılında milletvekilli adayı oldum.
Milletvekili olamayınca mensubu olmaktan gurur duyduğum kurumum olan Dışişleri’ne geri döndüm.
2015’ten sonra da Afrika Genel Müdürlüğü’nde görev yapmaya başladım.
2017 Mart itibarıyla da Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye İnsan Hakları Ve Eşitlik Kurumu üyesi olarak atandım.
Bir mülakatınızda “Her yerde sınırlar var ve ben onlara çok kötü çarptım” diyorsunuz. Bu sınırlardan bahsedebilir misiniz?
Görme engelli olmak bana hiç zul gelmedi. Ben bu durumun bir farklılık olduğunu düşünüyorum.
Görme engeli olmak bir insanın uzun-kısa, sarışın-esmer, kilolu-zayıf gibi fiziksel bir farklılık ve ben bununla gurur duyuyorum.
Fakat Einstein da demiştir ki, “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zor”.
İşte ben o önyargıları, ezberleri, bozmak durumunda kaldım.
Diplomatlık yaptığım dönemlerde yabancı misyonlardan çok olumlu tepkiler aldım, ama maalesef kendi meslektaşlarım benim diplomatlık yapmamla ilgili olarak “Nasıl yapacak?”, “Yapamaz”, gibi söylemlerde bulundular ve ben bu söylemleri yıkmak zorunda kaldım. Bu söylemlerin yanı sıra ülkemde bir yandan teknolojik altyapı da yetersizdi ve geliştirilmeye çalışılıyordu.
Meslek hayatım dışında engellilik beni hiç gocundurmadı ve zorluk olarak görünmedi.
İnsanların bakış açıları beni çok yordu. En keyiflisi de insanlar bana ne kadar “Yapamaz”, “Nasıl olacak?”, “Gidemez” dedikçe bunları teker teker yaptım ve ezberleri bozdum. Sonrasında bunları söyleyenlerin ezberleri bozuldu ve bu durum bana gurur verdi.
Görme engelinize ek olarak kadın olmanızın kariyerinizde dezavantajları oldu mu?
Kadın olmanın dezavantajını hiç hissetmedim. Samimiyetle söyleyebilirim ki şu an 11 kişilik bir kurumda görev yapıyorum, tek kadın üyeyim, ekip arkadaşlarımdan kadın olduğum için herhangi bir ayrımcılığa uğramadım.
Hatta kadın olduğum için saygı oranları daha yüksek. Ama bazı zamanlar engelli olmam bana karşı kullanılıyor gibi hissediyorum.
Bir keresinde basketboldan hoşlandığımı söyleyince, “Siz basketi nasıl sevebilirsiniz ki?” dediler. Sanki yeni bir tür bulmuş biyolog edasıyla yaklaşıyorlar.
Oysa ben pozitif ayrımcılığın dahi eğitimime, birikimime, emeğime ve gayretime saygısızlık olduğunu düşünen bir insanım. Ben bireyim. Ben anneyim. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır.
Benim basketi sevmem, benim ülke ülke gezip ülkemi temsil etmem, bence normal bir şey. Bu konuda hiçbir zorluk yaşamıyorum.
Meslektaşlarımın, arkadaşlarımın ve toplumun bundan kıvanç duyup normal karşılamaları gerekir.
Kadın olmak benim için hiçbir zaman dezavantaj olmadı, kadınlığımla da gurur duyuyorum.
Söz ettiğiniz engelleri aşarken destekçileriniz kimlerdi?
Eğer beni destekleyenler olmasaydı buralarda olamazdım.
İlk olarak hükümetime, sayın Cumhurbaşkanı’ma teşekkür ederim.
Ben beş duyuya göre dizayn edilmiş bir dünyayı dört duyuyla kavramış bir hanım olarak kimseyi idol olarak belirlemiyorum. Ben yolumda yürürüm, sonsuzluk yolcusuyum.
Bunlara ek olarak kendime bir idol ararsam, samimiyetle söylüyorum bu kişi sayın Cumhurbaşkanımdır.
Vizyonu çok açık, onun bana duymuş olduğu güven ve destek çok kıymetli, ailemin vermiş olduğu destek çok kıymetliydi.
Öncelikle kendime duyduğum güven ailemde başladı, özellikle canım annemin önemi çok büyük.
Bununla ilgili bir anımı da anlatmak isterim.
Babaannem tabi ki daha eski bir kuşak.
Annem bana çocukken salata yaptırır, masa hazırlatırdı.
Babaannem hezeyana kapılırdı.
“Nasıl olur?” Ankara ağzıyla da “Nasıl olur bebe elini kesecek” Dediğinde annemin tepkisi “Kessin, bir sonrakinde kesmez” olmuştu.
Yurtdışındaki görevlerim sırasında da sonuna kadar desteklediler ve “Sen yaparsın” dediler.
Evladımı da büyütürken bu desteği daima hissettim, bu güven benim hayata bakış açımı ve öz güvenimi artırdı.
Üniversitedeki hocalarımın çok büyük desteği oldu.
Zaman zaman hep koruyucu meleğim olan kıymetli meslektaşlarım oldu.
Ben de onları hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmamış olmaktan gurur duyuyorum.
Bu yolda hiçbir zaman yalnız kalmadım, yeryüzü zaten hep bir dayanışma yeri olmuştur. Güneş doğmasa yağmur tek başına bir işe yaramaz, yağmur ve güneş olmasa topraktan bir şey alamayız, böyle ahengin olduğu bu yeryüzünde benim de hep destekçilerim oldu.
Dostlarım var, arkadaşlarım var, hükumetimin bana duyduğu güven var, ailem var.
Beni inciten nokta insanların ön yargılarıdır, hatta mesleki rekabetten dolayı görme engellim bana karşı kullanıldığında inciniyorum.
Ama benim bir şeyleri başardıktan sonra insanların suskunluğu, hayretleri ve şaşkınlık ayrıca keyifli.
Türkiye’nin ilk görme engelli kadın diplomatı olarak sizin gibi bu yolda ilerlemeye çalışan gençlere ilham veriyor musunuz?
Bazı kişilere ilham kaynağı olduğumu düşünüyorum.
Özellikle adaylık sürecimde, Eskişehir Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler’de okuyan bir öğrenciyle tanıştık. Bu kardeşimin tek hedefi kariyer memurluğu yapmak. Bu buluşmamızdaki bir konuşmada “Siz bu bayrağı istisnai bir diplomat olarak buraya getirdiniz, ben de kariyer memuru olarak bu bayrağı daha ileriye taşımak istiyorum” dedi. Bunun sonucunda engellilerin birçok işi başarabileceğini de sözlerine ekledi ve bu durum beni çok mutlu etti.
Diplomatlık, görme engelliler için çok yeni bir alan ve burada az kişi var. Özellikle bizim dönemizde daha zordu. Bizim dönemimizde teknolojik olanaklar da az olduğu için kaynaklara ulaşmak çok zordu. Ben bu zorluğu en çok yabancı dil öğrenirken yaşadım. Kaynaklara erişimimde çoğunlukla annem destek olurdu. İngilizce kaynaklarda da binamızda oturan üniversite bitirmiş kişilerden yardım isterdim. Ben, elimde kitapla komşu komşu gezerek bitirdim okullarımı.
Bizim dönemimizle karşılaştırıldığında şu anda teknolojinin gelişmesiyle işler daha kolay. Teknolojinin yanı sıra insanların farkındalığı da arttı. Bu nedenle yeni dönemdeki diplomat adaylarının işi biraz daha kolay olacak. Yeni diplomatlarımızın daha kolay yetişeceğine inanıyorum. Biz istersek her şeyi yaparız.
Gelecek planlarınız nelerdir?
Gelecekte makam olarak pek bir beklentim yok. Mesela ben bu şu an üyesi olduğum kurumun da varlığını çok iyi bilmiyordum, beni buraya devlet büyükleri uygun buldukları için atadılar. Özetle makam anlamında beklentim yok. Özellikle bir beklentim var: Yüreklere dokunmak, hayatlara dokunmak, bir kişinin bile hayatına dokunup ve ilham verebilirsem ne mutlu bana.
Enerjimi, bilgimi, birikimimi; bu ülke için kullanmak büyük bir mutluluk olacaktır benim için.