ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Yaklaşık 1,5 milyar Müslüman var yeryüzünde. Müslümanların,
dünya nüfusunun %23’ünü oluşturuyor.
‘İslam devleti’ ifadesi, dini İslam olan ülkeler için hiç
şüphesiz önemli bir sorumluluk.
Ama demokratik standartlara uygun Müslüman ülke ise neredeyse
yok.
Dahası, 60’ civarında Müslüman devlet, birbiriyle kavgalı.
Sadece birbiriyle değil elbette. Kendi vatandaşlarıyla da
barışık değiller.
Hatta vatandaşlarına “ terörist” muamelesi yapan ülkeler de,
genellikle Müslüman ülkeler.
Bazı ülkelerde rakamlar bir hayli ürkütücü: 7’den 70’e her
yaştan vatandaşını zindanlarda çürütenler, demokrasi mavalları okuyorlar
dünyaya…
Lincin bini bir para…
Ezilen insanlar çareyi, ülkelerini terk etmede buluyor.
Ne acı ki, Avrupa’dan, Amerika’ya, Kanada’dan dünyanın ucu
Avustralya ve Yeni Zelanda’ya kadar, neredeyse sığınmacıların büyük çoğunluğu,
İslam Coğrafyasından.
Muhacirlerin hemen hepsinin ortak kaderi; ülkelerindeki
diktatörlerin baskısı ve fakirlik.
Rüşvet, hırsızlık, haksızlık, baskı ve zalimliğin tüm renk ve
çeşitleri, mezkûr ülkelerin yöneticilerinde hâkim.
“Davamız İslam, derdimiz Müslüman” diyen diktatörler daha
acımasız.
Demokrasinin nimetlerinden habersiz ve nasipsizler adeta…
İslamcılar, güzel dinimizi akıl almaz bir noktaya savurdular.
Din, iman, İslamiyet, mezhep, tarikat ve kutsallar…
Siyaset, ideoloji, devlet, millet ve etnik kimlikler…
Hak, hukuk, adalet, eşitlik ve insan hakları…
Barış, özgürlük, demokrasi ve konuşma hürriyeti…
Birey, aile, sivil toplumu, cemiyet ve cemaatler…
Devlet, millet, ulus ve halklar…
Tarih, sanat, siyaset ve mimari…
Cumhuriyet, kraliyet ve saltanat…
Ağa, köylü, esnaf, işçi, memur ve zengin…
Saygı, sevgi, diyalog, hoşgörü ve eşit haklar…
Siyasetçi, bilim adamı, aydın, kanaat önderi, gazeteci, yazar ve
sanatçısı, her kademeden yöneticiler…
Hâsılı, istisnasız tüm kavram ve kelimelerin içi derinlikten
mahrum bırakıldı.
Değerler alt üst, kavramlar, söylemler yüzeysel mi yüzeysel…
Münevverler, ülkenin değer biçilmez insan kaynakları berhava
ediliyor son sürat…
Dünyayı dünya kılan, insanı insan eden tüm ince değerler ayaklar
altında.
Olumsuzlukları yarıştırıyorlar böylesi anlayışlar. Tencere dibin
kara, seninki benden kara hali yani…
Balyoz olup, sürekli masum ve mazlumların tepesine iniyorlar.
Elde çekiç, her şey çivi bunlara göre…
Yolsuzluk iddiaları, Anayasa ihlalleri, hukuki problemler,
haksız tutuklamalar, baskınlar ülkelerin ritüelleri, gösterileri oldu adeta…
Kanlı manzaralar, sivil ölümler ve siyaset uğruna yok edilen
genç fidanlar…
İş kazaları, ölümlü vakaların haber değeri yok onların nezdinde.
60 civarındaki Müslüman ülkede tablo bu yaşananla rutinler
benzerlik arz ediyor.
Yazımı iki somut örneklerle sürdüreyim:
Yer altı zenginliğiyle maddi, Mekke ve Medine’deki değerleriyle
manevi bakımından zengin olan Suudi Arabistan, Kralı Selman bin Abdulaziz’in
‘Yolsuzluklara karşı acil eylem önlemleri’ çerçevesinde 11 prens, bazı bakan ve
bürokratlar gözaltına alındı.
“Kraliyet Kararnamesi” ile bunların mal varlıklarına el
konulacağı belirtiliyor.
Kutsal topraklarda, hazin ülke yöneticileri ve “örnek devlet”
tablosu.
Yolsuzluk ve rüşvet…
Olağanüstü Hal ile yönetilen Türkiye’deki durum ise; daha vahim.
“Kanun Hükmünde Kararnameyle” sadece insanların malına değil,
hayatına el konuluyor.
Canına kast ediliyor. Aile boyu insanlar, insanlık dışı
uygulamaya tabi…
Son 10 ayda 339 kadın cinayeti işlenmiş memlekette.
Yalnızca Ekim’de 40 kadın yaşamını yitirmiş.
Sadece Ekim ayında 32 çocuk istismara uğramış
Tabi bu bilinenler …
Çocuk istismarında dünyada 3. sıradayız.
668 çocuk cezaevinde büyüyor ‘Kanun hükmündeki kanunsuzluklar’
eşliğinde…
Demir
parmaklıklar arkasında, 149’u 1 yaşından küçük, toplam 668 bebek anneleriyle
zindanda mahkûm…
“Çocuklar
ölmesin” diyen Ayşe Öğretmen cezaevinde. Yeni
doğan bebeği, onunla aynı kaderi paylaşıyor.
Binlerce
öğretmen meslektaşı gibi öğrencilerinin arasında olması gereken Ayşe Öğretmen,
cezaevinde sütü kesilmesin diye, başından geçen zulmü düşünmemeye çalışıyor.
Bu vahim
tablo, yıllar önce, Filistinlilerin evlerini yıkan buldozerin
önünde canlı kalkan olan, vücudunu çiğnetme pahasına tüm dünyaya haykırarak;
“Zulüm bizdense, ben bizden değilim” diyen ve sembolleşen Yahudi asıllı
Amerikalı aktivist Rachel Corrie’ın, sözlerini yeniden hatırlattı
bizlere.
HZ.SÜLEYMAN’IN KISSASI:
İslam Coğrafyasındaki hazin tabloyu ve inim inim inleyen insanların duygularını, Hz. Süleyman’ın kıssasıyla noktalayalım.
Malum,
Hazreti Süleyman her türlü canlıyla konuşabilen bir peygamberdi.
Yaralı
bir kuş ona gelir. Kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Dervişi
huzuruna çağıran Süleyman Peygamber sorar: “Bu kuş senden şikayetçi. Kanadını
kırmışsın. Neden yaptın?”.
Derviş’in
cevabı: “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Çoluk çocuğumun rızkı için.
Kaçmadı,
yanına kadar gittim.
Yine
kaçmadı.
Ben de
bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım.
Tam
yakalayacakken kaçmaya çalıştı.
O sırada
kanadı zedelendi…” diye cevap verir.
Hazreti
Süleyman kuşa döner: “Derviş haklı. Sen niye kaçmadın?
O sana
tuzak kurmamış, gizlice yaklaşmamış.
Kanatların
var, uçabilirdin.” diye sorar.
Kuş
cevap verir: “Ben onu derviş kıyafetini gördüğüm için kaçmadım.
Avcı
olsaydı kaçardım.
Dervişten
bana zarar gelmez.
Allah’tan
korkar diye düşündüm.”
Tarafları
dinleyen Süleyman Peygamber, hükmünü verir:
Kısas…
Kanada
karşılık kol…
Dervişin
kolunun kırılmasını söyler.
Kuş
karara itiraz eder. “Dervişin kolunu kırmayın” der.
Hazreti
Süleyman “Neden?” diye sorar.
Kuş
“Kolunu kırarsanız, ailesine yiyecek götüremez. Kolu iyileşince yine aynı şeyi
yapar” der.
“Peki,
nasıl ceza verelim?” diye sorar Peygamber.
Kuş
“Üzerindeki derviş cübbesini çıkarın Benim gibi kuşlar bundan sonra
aldanmasın.” teklifinde bulunur.
Evet, kıssadan hisse.
Ne diyelim?
“Zulüm bizdense ben bizden değilim” sözünü hatırlamamak ve tekrarlamamak mümkün değil.
Allah İslam Coğrafyasını, “Davamız İslam, derdimiz Müslüman” diyen derviş kılıklı zalim idarecilerden korusun ve kurtarsın. Amin…
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au