ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
SSCB’nin tabutuna çivi
çakan iki olay daha doğrusu iki facia var.
Birincisi; Kazakların 16
Aralık (Jeltoksan) 1986 olayı.
İkincisi ise; 20 Ocak
(Yanvar) 1990 faciası.
Bugün; SSCB’nin yıkılmasına neden
olan 16 Aralık Almatı hadiselerinin ve Kazak halkının kahramanca direnişini
paylaşmak istiyorum.
20 Ocak’ta ise; Bakü faciasıyla ilgili
duygularımı paylaşacağım.
Kazakistan’da,
31 yıl önce bugün, ülke tarihinin en önemli olaylarından biri
yaşandı.
Almatı Jeltoksan direnişi, bağımsızlığa giden yolun işaret fişeği
oldu…
Hiç şüphesiz bu tarih, sadece
Kazakistan’ın yıl dönümü değil, aslında SSCB’nin çöküşünün ve 15 Cumhuriyet’in
de bağımsızlığa doğru yol alışının ilk kilometre taşıdır.
Kazak halkının
bu direnişi sayesinde, bu ülkeler bugün ‘bağımsız ülke’ olmanın tadını yaşıyor dersek, abartılı olmaz.
Baltıktan, Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya kadar ki geniş
coğrafyanın insanı, Kazak halkının verdiği mücadeleyle bir nevi cesaret
kazandılar.
Böylece,
1990’da Baltık ülkesi Litvanya’dan Ukrayna’ya, Kafkas coğrafyasındaki Azerbaycan ve Orta Asya’nın en büyük
topraklarına sahip Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’den
ayrıldığını ilan eden ilk ülkeler oldular.
Böylece, bu
karardan sonra, 22.403.000 km’lik yüzölçümüyle dünyanın en
geniş ülkesi (!) SSCB dağıldı.
İşte tüm bunların ilk basamağı
olan ve Kazak halkının “Jeltoksan”
dediği ayda gerçekleşti.
“Jeltoksan” sözü Kazakça ‘da
“Aralık ayı’ demek.
Yani, “Jeltoksan Olayları” 1986
yılının Aralık ayında Almatı’da yaşanan ıstıraplı günlerin diğer bir adıdır.
Aralık ayında Sovyetler Birliği ve
bugünkü Bağımsız Devletler Topluluğu Cumhuriyetler bu soğuk kış ayına şunlara
şahitlik ettiler:
Kazakistan Komünist Partisi Merkez
Komitesinin 1. Sekreterliği (Günümüzün Cumhurbaşkanlığı makamı) görevinde, 22
yıldan beri Kazak asıllı Din Muhammed Kunayev bulunmaktaydı.
Kazak halkı, bu makamı, 22 yıldan
beri kendilerinden birisinin bulunması nedeniyle aynı zamanda kazanılmış bir
“milli hak” olarak görüyordu.
Ve Kunayev’in emekliye
ayrılmasından sonra, özellikle o dönemde Gorbaçov’un yürütmekte olduğu
açıklık-yumuşama ve yeniden yapılanma politikaları çerçevesinde, yine bir başka
Kazak’ın atanması bekleniyordu.
Ama öyle olmadı.
Moskova yönetimi, özellikle halkı
Müslüman olmayan diğer Cumhuriyetlere bir süreden beri daha ılımlı davranmaktaydı.
Ama yeni atamayla, Kazakistan için
bunun tam tersini yaptı.
Ve Din Muhammed Kunayev’den
boşalan makama, hiç alakası olmayan Rus asıllı Gennadiy Kolbin oturtuldu.
Kazak gençleri, bu uygulamaya
karşı, Devlet Üniversitesi’nden başlayan bir direniş sergilediler.
Protesto mitingini ilk kez
düzenlediler Komünist Moskova yönetimine karşı, SSCB coğrafyasında.
Bu direnişlerde “Kazakistan
yönetimine ancak Kazak birinin getirilmesi gereği” ifade ediliyordu.
Respublika (Cumhuriyet) alanına
doğru, ellerinde pankartlarla yürüdü direnişçiler.
SSCB’nin katı yönetim tarzı ve
böylesi bir mitingi yan yana düşünmek bile mümkün değilken, Kazak direnişçileri
böylesi bir ilki gerçeğe taşımış oluyorlardı.
Bu çok önemli bir hadiseydi hiç
kuşkusuz.
Büyük bir cesaret işiydi…
SSCB Yönetimi, gençlerin bu haklı
talebini dinlemek yerine, güç kullanarak susturmayı denedi, ama başaramadı.
Yönetimin kolluk ve askeri güçleri
ile gençler arasındaki çatışma, Almatı sokaklarına yayıldı.
Kazak gençleri Komünist Partisi
Merkez binasına girerek, binayı ele geçirdi.
Daha sonra şehir
hapishanesini de ele geçirerek, yönetimin derdest edip, hürriyetinden mahrum
bıraktığı arkadaşlarını salıverdiler.
Böylece, Sovyet yönetiminin
hukuksuz uygulamasına başkaldırmış, başkaldıranları izole etmeye çalışan yerel
yönetim başarılı olamamıştı.
Fakat o gece ve ertesi gün, dev
Sovyet uçakları Moskova’dan Almatı’ya silahlı asker taşıdı.
17 Aralık akşamına kadar Kızıl
Ordu’nun 70 bin kişilik bir birliği olay mahiline taşınmıştı.
Söz konusu birlik, Almatı
sokaklarındaki bu idealist gençlerin üzerine acımasızca ve donanımlı bir ordu
ile savaşırcasına ateş açtı.
Pek çok Kazak genci şehit oldu.
Pek çoğu ağır yaralar aldı.
O yıl çok ağır geçen kar ve kış
şartlarında, Cumhuriyet Alanı’na toplanmış insanlara, soğuk tazyikli suyla
müdahale edildi.
Bazı yaralıların, damperli
araçlarla karlı ve soğuk dağlarına gece taşındıkları, dağ yamaçlarından aşağıya
yuvarlattıkları geçti kayıtlara.
Bu yaralıların pek çoğunun ağır
kış şartlarında, donarak hayatlarını kaybettikleri belirlendi.
Resmi açıklamalarda, ölü sayısı,
her ne kadar 22 olarak zikredilse de, hadiselerin dehşetiyle güne uyanan halk,
bu rakamlara itibar etmedi.
Bu arada SSCB sistemi kapalı devre
bir sistem olduğu için, dış dünyanın bu hadiselerin çoğundan haberi olmadı.
İLK KEZ BİZ 1992’DE JELTOKSAN OLAYNI TÜM DETAYIYLA TÜRKİYE’YE TAŞIMIŞTIK
Jeltoksan olayı, 1992’de ilk
olarak yapmış olduğumuz çok detaylı ve çarpıcı bir röportajla Türkiye kamuoyuna
yansımıştı.
Hiç unutmuyorum, röportajımızla
ilgili olarak okuyucularımızdan gazetemizin İstanbul merkezine mesajlar adeta
yağmış, böylesi bir faciayla ilgili tepkilerini dile getirmişti okurlar.
Söyleşimizi, Jeltoksan olayıyla,
söylediği halk ağıtıyla bütünleşen ses sanatçısı ve aynı zamanda bu direnişe
katılan Janar Ayjanova ile yapmıştık.
Janar o günler, Kızıl Ordu’nun
acımasızlığını, Kazakların milli çalgısı dombıra eşliğinde güzel bir halk
türküsüyle seslendirmişti o direnişi.
Üniversiteli kızların ellerinde
balta, demir armatör, sopalarla Kızıl Ordu’ya karşı mücadelesini şu halk
türküsüyle dile getiriyordu Janar: “Men (Ben) Kazak kızlarına kayran (hayran) kalam”
İşte Kazak halkının ve
Kazakistan’ı bağımsızlığa, SSCB ve Gorboçov’un da sonunu hazırlayan Jeltoksan olayının,
yani Aralık ayına anlam yükleyen bir başka noktası.
Kazak tarihine “JELTOKSAN
OLAYLARI” adıyla giren bu başkaldırışta dökülen kanlar ve verilen canlar, Orta
Asya’nın yıldızlaşan ülkesi Kazakistan’ın temelini taşıyor. Ve zulümle hiçbir
zaman, hiçbir diktatörün abat olamayacağını gösteriyor.
Her
ne kadar demokratik değerlere sahip günümüzdeki bazı ülkelerin başındakiler,
illaki diktatörlükte ısrar etseler ve dünkü diktatörlerden ders almasalar bile…
Yaptığım röportajın arasından tamı
tamına 25 koca yıl geçti.
Bu satırları yazarken, çeyrek asır
önce Janar Ayjanova ile röportaj yaptığım duyguları yeniden yaşadım.
Hem de, bugün bazıları gibi ucuz kahramanlık yapanlar gibi değil, Kazak
halkıyla o dönemde omuz omuza, yan yana, diz diize yaşadığım “bağımsızlık”
sevincini yeniden tüm duygularımla hissettim.
Kazakistan,
bağımsızlığını da 16 Aralık 1991’de ilan etti.
Diğer
kardeş Orta Asya Cumhuriyetleri gibi 26 yaşında.
Bir
zamanlar Türk dış politikası, artık “Adriyatik’ten Çin seddine” duygusal ve içi
doldurulamamış söylemine mahkûmdu. Bugün duygusallık zemininden bile fersah
fersah uzakta. Sivil Toplum Örgütlerinin, şahsi gayretiyle bağımsızlığın ilk
gününden günümüze taşıdığı bunca güzel özel ve güzel hizmetler olan eğitim
kurumları, Türk dış
politikasının zikzaklı politika (sızlık)ları ve tutarsız yaklaşımlarına kurban edilmeye çalışılıyor. Yüzyıllarca
çekişmelere sahne olmuştur, bu uçsuz bucaksız topraklar.
Dün bu kin
ve nefret, Kolbinler Rus Çinovnikler (yöneticiler) tarafından gerçekleşiyordu, bugün ise Anadolu topraklarından Orta
Asya steplerine doğru yön değiştirdi malesef…
Her şeye
rağmen, tüm fesat ve fitnelere karşın, dünden bugüne en kayda değer gayret,
elle tutulur hizmet, Kazak yöneticilerinin de yer yer dile getirdiği gibi,
bağımsızlığın ilk gününden bu yana, büyük gayret ve fedakârlıklar sayesinde,
eğitim gönüllülerinin açmış olduğu kurumlarlardır. Bu okullarda yetişen ve en az dört dil
konuşabilen gençler, en önemli yatırım ve elle tutulur sermayedir Kazakistan için. Hamaset değil, somut kardeşlik katkısıdır.
NAZARBAYEV VE BARIŞ POLİTİKASI
Sonuçta, elbette, içte huzur içinde, dışta ise barış adımlarıyla sağlam adımlarla yürüyen ve dünayaya entegre olan Kazakistan ve Kazaklar, tıpkı Avustralya’da devlet politikası haline gelen çokkültürlülü politası gibi, tüm farklı etnik toplumlarını bir arada tutan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in yürüte geldiği kucaklayıcı politakalara borçlular. Kazakistan’ın bağımsızlığının 26.Yıl dönümünü en kalbi dileklerimle kutluyorum… e.cansever@zaman australiua.com.au