ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
AKP iktidarı, “Cemaatin” Orta
Asya’daki eğitim kurumlarına, Havuz’un amiral gemisi Sabah’ın yalan rüzgârıyla
zarar vermeye çalışıyor. İnsanlık, etik, ahlak ve seviye yerlerde…Yalan haber ve bu mantıkla yapılan
foto montajlar ayrık otu gibi her tarafa sokularak siyasal İslamcıların ruhunu
esir alıyor…
Sabah geçen “Kazakistan’da FETÖ’ye
büyük operasyon” diye kocaman bir yalana imza attı.
Gaspla okulları ele geçiremediklerini
anlayan yalan filminin makinistleri, iftira, karalama, asparagas haberlerle, taraftarlarını
sevindirmeye çalışıyorlar.
Ülkeyi kendilerince uyutmaya devam
ediyorlar.
Havuz ’un amiral gemisinin manşetteki
yalanı, tam 24 yıl önceki bir olayı hatırlattı bana.
Bu özürlü “devletçi hafıza” aradan
çeyrek asır geçmesine rağmen, bir arpa boyu yol alamadı.
Yıl 1993…
Bugünkü Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu, o dönem İTÜ Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı. Kazakistan Çevre
Bakanlığı ile “Çevre ve İnsan” konulu, dönemin başkenti Almatı’da ortak bir
konferans düzenlemişti.
O yıllarda 30 üniversiteye sahip
Türkiye’den, her eğitim kurumunu birkaç temsilci katılmıştı.
Yaklaşık 96 akademisyen.
Bazı üniversiteleri rektörler temsil
ediyordu.
Organizasyon, şimdiki AKP’li Bakan
Eroğlu’nun yönetimindeydi.
İlk yıllarda, İstanbul Almatı
arasında haftada bir direkt uçuş vardı.
Kazakistan’a gelenler neredeyse bir
hafta beklemek zorunda kalıyorlardı.
Sovyetlerin enkazı ağırdı. Oteller en
fazla 3 yıldızlıydı.
Oteldeki kahvaltının en zengin menüsü, haşlanmış ve morarmış yumurta, domates ve haşlanmış patatesti.
Bu nedenle, konaklama ve ulaşım
imkânları hayli sınırlıydı.
Damak tadımıza uygun yeme içme imkânsızlığı,
Orta Asya yolculuğunu, hayli çekilmez kılıyordu.
Bugün Havuz medyasının yalan
manşetlerle kilit vurdurmaya çalıştığı okullar, ilk kurumlardı Asya
steplerinde. Büyükelçiliklerimizin kapı ve koridorlarında devletin soğuk yüzü
hakimdi, günümüzde olduğu gibi…Onun için Anadolu’dan oraya gelip, çaresiz
kalanların uğrak mekanlarıydı, bugün her türlü iftiraya maruz kalan bu eğitim
kururmlları.
Kazak Türk Liseleri, yakın uzak, dost
düşman çok misafiri ağırladı.
“Çevre ve İnsan” konulu toplantıyı gazeteci olarak takip
ediyordum.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nden ve AKP eski Milletvekillerinden Prof.
Dr. İbrahim Hasgür isimli akademisyen de, katılımcılar arasındaydı. Sayın
Hasgür, kendisi dâhil, meslektaşlarının vahim durumuna çözüm adına arayış içindeydi.
Cep telefonu imkânı henüz yoktu.
Bizim vasıtamızla, Kazak Türk
Liseleri Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Bayram’a “Okulda, 100 kişilik heyete
bir yemek verilebilir mi?” ricası iletildi.
Ancak o zamanlarda, devletin “laikçi
kafası” Hizmet Hareketine ve bu eğitim kurumlarına mesafeliydi.
Allah var, bugünküler kadar zalim ve
acımasız değillerdi, ama içten içe psikolojik bir savaş da yürütülüyordu.
Bazen açıkta bazen kapalı kapıların
ardında.
Çünkü bazıları buraları “irtica yuvaları” olarak görüyordu.
Laiklik türkülerinin tiz perdeden
okunduğu bir atmosferde, 100 öğretim üyesi gidip geleceği yerlere temkinle
yaklaşıyordu.
Nihayet, rektör ve diğer
akademisyenlere okul daveti yapıldı.
Kalabalık heyet için, rahmetli Turgut
Özal’ın henüz birkaç ay önce ziyaret ettiği Botaniyçisky Bulvardaki Almatı
Kazak Türk Lisesinde yemek hazırlanmıştı. Ve bu 100’e yakın akademisyen en iyi
şekilde ağırlandı.Kendisi de üniversite menşeli olan Dr. Bayram, Kırgızistan’ın
çok yakın olduğunu, isterlerse heyeti Kırgızistan’da da gezdirmede yardımcı
olabileceğini söyledi.
Şimdikilerin “terör yuvası” diye
yaftalamaya çalıştıkları okulda, misafirleri ağırlama ve uğurlamada kusur edilmedi,
her zamanki gibi.
Kısa sürede aramızda oluşan
samimiyete binaen, İTÜ Rektörü Reşat Baysal’ın ricasıyla heyetin Kırgızistan’a
götürülüp getirilmesine bizzat ben de iştirak ettim ve Bişkek’e doğru yola
koyulduk. Haziran sıcaklığı, güzergâhta dinlenme tesislerinin olmayışı ve
Sovyetler ’den kalma araçların klimalarının yetersizliği nedeniyle yorucu geçen
3,5 saatlik bir yolculuğun ardından Bişkek Kırgız Türk Lisesine vardık.
Derme çatma bir binayı kısa zamanda
modern, sıcak bir eğitim yuvasına dönüştüren aydınlık zihinliler, bizi okulun
kapısında karşıladı.
Kalplerindeki sevgi yüzlerine
yansıyan, güler yüzlü bir kalabalıktı bu.
Serin bir salon, güzel bir sofra, nezih
bir ortam, buz gibi içecekler, adeta herkesi mest etmişti.
En çok da misafirleri…
Okulun maharetli Türk aşçısının leziz
yemekleri, Kırgız mutfağının zenginlikleriyle buluşunca, masalar rengârenk
olmuştu.
Tatlılar eşliğinde tatlı konuşmalar
yapıldı.
Programın organizatörü Veysel Eroğlu, şükran ve minnet dolu konuşmalar yaptı, hem Almatı hem de Bişkek’teki okulun yemekhanesinde.
Orta Asya’da açılan Cemaat okullarının, irtica yuvası değil, münevver birer ilim ocağı ve Türkiye ile Orta Asya arasında altın bir köprü olduğunu ifade etti Eroğlu. Bu kurumlardaki fedekar öğretmenlerin, Ahmet Yesevi’nin asrımızdaki yaşayan birer şakirtleri (talebeleri) olarak, 21 asırda Kırgızların Manas destanı gibi büyük tarihi destanlara imza atacaklarını söylemişti. Yanımda oturan bir Rektör eşinin kocasına “bu öğretmenlerin simasında asla yalan ve riya olamaz. Yaptıklarını gönülden yapıyorlar” fısıldayışı ve takdirkar cümleleri hala kulaklarımda.
Hayli memnun kalan misafirler, YÖK ve devletin aşırı baskısından, okul ziyaretlerinin haber yapılmamasını da ricalarını iletmeyi ihmal etmediler bana.
Ardından tanışma faslında şöyle çok ilginç
bir durum yaşandı.
Üç bayan öğretmen kendilerini
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Bişkek’te açmış olduğu okulun yöneticileri”
olarak tanıttı.
Koca Türkiye Cumhuriyeti devleti, o
dönemde Orta Asya’da, sadece Bişkek’te, o da bir okulun bünyesinde, birkaç
sınıftan oluşan bir kız lisesi açabilmişti. Bugünkülerin gasple ele geçirmeye
çalıştığı hizmet kurumlarına, o zamanki kafaların “rakip olur” niyetiyle
açtıkları bir okul vardı. Hatta geri dönen hocalardan dolayı, dönemin Kırgızistan
Büyükelçisi, Hizmet Hareketi mensuplarına, devlet olarak kötü durumda
olduklarını söyleyerek, öğretmen desteği ricasında bulunmuştu.
Devletin okulu deyince, biraz da
takıntılı bir laiklik anlayışı ve
“devlet memuru” kafasına sahip olan kalabalık misafir grubumuz, bu 3
bayana daha bir dikkat kesildiler. Büyük bir heyecanla, devletin
faaliyetlerinden söz etmelerini rica ettiler.
İdareci olan bayan, tarihe geçecek şu
sözleri söyledi:
“Bizler devletimizin burada açmış
olduğu kız lisesine tayin edildik. Hem ülkemizdeki, hem de dolar olarak buradan
maaş alıyoruz.
6 arkadaş geldik. Yarımız buradaki zor
şartlara dayanamayıp döndü, Türkiye’ye…
3 bayan kaldık. Biz de geri gitme
düşüncesindeydik.
Ancak içinde bulunduğumuz bu eğitim
kurumlarının yöneticileri, aleyhlerinde olmamıza rağmen, elimizden tuttular.
Boş geçen derslerimiz için, ücretsiz
ve gönüllü olarak öğretmen verdiler.
Belki devletimizin buradaki acziyetini
anlatıyor gibiyiz, ama maalesef bu bir hakikat.
Bu işlerin parayla pulla olmayacağını
öğrendik. Gönüller ortaya konulmazsa, başarılı olma imkânı yok!”
Ardından derin biz sessizlik oldu.
Aziz devletimizin 1993’te Bişkek’te açmış olduğu Kız Lisesi, maalesef bir süre sonra kapandı.
Çekememe, jurnalleme, illa alternatif
oluşturma gayretleri açısından değişen bir şey yok anlayacağınız.
Devirler, dönemler değişse de devlet
aygıtının zihniyeti değişmiyor, gördüğünüz üzre.
Kılığı ve şekli değişen zorba analayış ve baskıcı zihniyet aynen devam ediyor.
25 yoıl önce duvara toslayan hak ve hukuk tanımaz çabalar, bugün de kapkara bir duvara toslar hiç şüphesiz. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au