BÜLENT KORUCU-TR724.COM
Savaşların milletleri birleştirme fonksiyonu var. Bunu bilen yöneticiler kontrollü çatışmalarla bazı sorunları halının altına süpürmek ve taraftar kitlesini kemikleştirmek ister.
Başkan’ın Adamları (Wag the Dog) filmi böyle bir hikaye üzerine kurulu. Oradaki savaş, sanal ve medya üzerinde icra edilen bir savaştı. Keşke gerçek hayattaki örtme operasyonları da o kadar ‘masum’ ve kansız olsa! Maalesef böyle bir şansımız yok. Ülkeleri yönetenler, siyasi ikballeri uğruna gerçek savaşlara, yani insanların ölümüne karar verebiliyor. Medyanın tamamen boyunduruk altına alındığı, sivil muhalefetin baskılandığı antidemokratik düzenlerde bu operasyonları yapmak daha kolay. Eleştirinin ihanet, gözü kapalı yandaşlığın mecburi olduğu hallerde, hakikatin ortaya çıkması için yılların geçmesi, muktedirlerin düşmesi gerekiyor.
Türkiye, Afrin’i hedef alan operasyonda benzer süreçlerden geçiyor. Bir yandan sivil kayıpları iddiası, bir yandan da şehit haberleri geliyor. Üslubu sorunlu olsa da AKP Genel Başkanı (Cumhurbaşkanı) Erdoğan’ın dediği doğru: Savaşta şehit de olacak, gazi de. Onun için savaş açma yetkisi parlamentoya verilmiş. Toplumun serbest müzakere ve tartışma ortamında alması gereken bir karar. Nihayetinde telafisi mümkün olmayan bir kayıp, sonunda ölüm olan bir karar. Hem uluslararası hukuka hem de yerel hukuka uygunluğunu denetleyecek mekanizmaların çalışması şart.
Bu mekanizmaların en önemlisi parlamento ve basın. Basın kısmını anlamak adına yakın tarihten örnek vereyim. ABD Başkanı J.F. Kennedy, Domuzlar Körfezi başarısızlığının ardından özür ve özeleştiri konuşmasında önemli bölümü basına ayırmış ve “bizi eleştirselerdi bu hataları yapmayabilirdik” demişti. Çıkarmayı önceden haber alıp Beyaz Saray’ın baskısı ile yayınlamaktan vazgeçen iki büyük gazete, The New York Times ve The Washington Post paylarına düşeni almışlardı.
ÖLDÜRMEYİ ÖNCELEMESEK…
Afrin Operasyonu sırasında otomatikman Hasan Mutlucan moduna geçen medyamızdan bunu beklemek fazla iyimserlik galiba. Ama en azından köy kahvesi kıvamında hikayelerle halkı kandırmaktan vazgeçebilirler. Mesela Hürriyet, “Türk pilot inanılmazı başardı” başlıklı haberinde hedefi vuran uçağın yere 20 metre kadar yaklaşarak atış yaptığını ileri sürdü. Uzmanlar atışın 80 kilometreden yapıldığını açıkladı. Uzman değilim ama bir savaş uçağının yere 20 metre yaklaşmasının, Abdurrahman Dilipak’ın ışık hızında top fantezisinden farkı olmadığını söyleyebilirim. Parlamentoda temsil edilen ve edilmeyen partiler medyadan farklı mı? Bunlara artık muhalefet dememek lazım. Zira muhalefet doğruları her şeye rağmen söyleyebilme cesareti ister. Baksanıza şu acınası hale: CHP sözcüsü, “Operasyon AKP’nin değil, bizim payımızı unutmayın” demeyi muhalefet sayıyor.
Bu tek sesliliği mutabakat sanmak yanıltıcı olacak. Medya ipe dizilmiş, muhalefet gölgesinden korkuyor. Ama toplumsal mutabakattan söz edilemez. Tam tersine, onulmaz çatlaklar açılıyor. Baksanıza barış diyene ‘hain’; askere dua edene faşist demek için siperde bekleyenler hedef gözetmeksizin ateş ediyor. Terörle mücadeleye destek verdiğinizde katil; ‘siviller ölmesin’ dediğinizde terörist yaftası yemek kaçınılmaz. Aslında hem barışı savunup hem sırf bu ülke için ölümü göze alan çocuklarımıza dua edebiliriz. Terörle mücadeleyi desteklerken sivil ölümlerini eleştirebiliriz. Terörle mücadelenin öldürmek yerine geri kazanmak merkezli olması gerektiğini öne sürebiliriz. Hatta dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in dediği gibi “Dağa çıkıp örgüte katılan çocukların sorumluluğunu üstlenmeyi” devlet adamlığının icabı görebilmeliyiz. AKP’nin Suriye politikasının önümüze koyduğu faturaları tartışmayı söylemiyorum bile.
Bunları başarsak, Afrin’i değil Suriye’yi almaktan daha büyük iş yapmış oluruz.