Mutfak köşesine istif edilmiş baharat kutularındaki karabiber, kimyon, kekik, pul biber, zerdeçal gibi lezzet membaı baharatların kültürlere şekil verdiğini, savaşlar başlatan bir önem taşıdığını biliyor musunuz?
Kapağı açılınca türlü râyihâyı etrafa saçarak kokulardan adeta bir şelale yapan bu çeşnilerin sabıkası hayli kabarık. Zira vaktiyle dünya üzerinde büyük çalkantılara, savaşlara ve göçlere sebebiyet vermiş bu fesleğen, karanfil, limon tuzu… Baharatın yolculuğu, o devirde Hint diyarından yola düşüp, nihâyetinde Avrupalı tüccarların mükellef sofralarında sona eren bir yolculuktu.
Geçtiği yerlere bereket, zenginlik ve refah temin eden bu uzun ticaret yolu, nice kudretli hükümdarların gözdesi olmuştu. Yazar Michael Krondl, Asya’nın en nadide mamullerini karabiber ve ipek olarak belirtir eserlerinde. Avrupa’nın saraylarında ve burjuva konaklarında ikram edildiğini vurgular. Bu ticaret kendine has bir tüccar sınıfını da meydana getirmişti. Devrin seçkin karabiber teminatçıları Venedik’te hususi bir meslek loncası etrafında birleşmişti. İstanbul’un fethiyle hızlanan coğrafi keşiflerin amacı da işte o devrin geçer akçesi baharatın ticari güzergâhını değiştirmek, Müslümanların elinden almaktı. Amerika’ya çıkan Kolomb’un hikâyesi de aynı sebeplere dayanıyor. O devirde, gözünü karartıp bilinmeyen diyarlarda baharat aramak ve bu uğurda yelken açmak, fakir Avrupalı halkı için bir ekmek kapısı anlamına geliyordu.
Yazar Krondl, Venedik, Lizbon ve Amsterdam’da gelişen baharat seyrini genişçe anlattığı kitaplarında, kadim tarihî fasılayı da ihmâl etmez. Tam sabit olmamakla beraber M.Ö. 1224 yılına ait olduğu anlaşılan bir firavun mumyasının burnundan karabiber tanecikleri çıkmıştı. Keşfedilen yeni memleketlere sadece tacirler değil, Hıristiyan rahiplerin de içinde bulunduğu kalyonlar gönderilmeye başlandı. Fransisken ve Cizvit rahipler buralarda misyonerlik faaliyeti yürütüyor, yeni dünyadan mısır, fasulye, kabak, domates ve kırmızı biberi de doğuya iletiyorlardı. Devamlı değişim içinde bulunan yemek kültürü de bu sayede Doğu’nun kültür mozaiğine dahil oluyordu. Bu sebeple tarih boyunca ‘yemek sadece beslenmek değil, mânâ ve sembolizm yüklü’ idi. Devrin muhafaza koşulları göz önüne alındığında, binlerce kilometre aştıktan sonra baharatları pazara sokmak elbette kolay bir iş değil. Fahiş fiyatlara alıcı bulabilen mamulleri tadabilmenin Orta Çağ Avrupa’sında avamın harcı olmadığı âşikâr. Baharat bugünkü gibi yemeklere aroma katmakla beraber eczacılar için de başlıca hammaddeydi. Hatta, kimyagerler karabiberi asırlarca mumyalama işleminde kullandı.tr724.com