Tefekkürde yedi mertebe var. Önce eser… Eğer bir sanat eseri varsa, bu bir fiilden çıkmıştır. Fiil varsa, onu işleyen bir fâil vardır.
Fâil varsa bunun fiiline göre bir isim gerekir. Meselâ, heykel sanatını bir heykeltraş, resmi ise bir ressam yapar. İsim varsa bir sıfattan çıkar. Cenab-ı Hakkın Muhyî ismi var; o da Hayy sıfatındandır. Sıfat varsa, şuuna (kabiliyete) bağlıdır. Böylece yani eserden, fiilden, fâilden, isim’den, sıfat’tan, şuundan Zât’a intikal edilir…
“Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler hep O’nundur.” (Tâhâ Suresi, 20/8) âyetinin tefsirinde Yirmi Dördüncü Söz’ün Birinci Dalı’nda Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor: “Nasıl ki, bir sultanın kendi hükümetinin dairelerinde ayrı ayrı ünvanları ve raiyetinin tabakalarında başka başka nam ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır… Mesela; ADLİYE dairesinde HÂKİM-İ ÂDİL; MÜLKİYE’de SULTAN; ASKERİYE’de KUMANDAN-ı ÂZAM; İLMİYE’de HALÎFE… Daha buna kıyasen diğer isim ve ünvanlarını bilsen anlarsın ki; bir tek PADİŞAH, saltanatının dairelerinde ve hükümet tabakasının mertebelerinde bin isim ve ünvana sahip olabilir. Güya o hakîm, her bir dairede mânevî şahsiyet haysiyetiyle ve telefonuyla mevcut ve hazırdır; bulunur ve bilir. Her tabakada kanunuyla, nizamıyla, mümessiliyle meşhud ve nâzırdır, görünür, görür. Her bir mertebede perde arkasında, hükmüyle, kuvvetiyle, mutasarrıf ve basîrdir; idare eder bakar. Öyle de: Ezel, Ebed Sultan’ı olan Rabbü’l-Âlemin için, Rubûbiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şuun ve namları ve ulûhiyetinin dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları ve haşmeti gösteren icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temessül ve cilveleri ve kudretinin tasarrufatında başka başka, fakat birbirini hissettirir ünvanları var. Sıfatlarının tecellilerinde başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddesat zuhûrât var. Fillerinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmal eder hikmetli tasarrufatı var. Rengârenk sanatında ve mütenevvi sanat eserlerinde çeşit çeşit, fakat birbirini temaşa eder haşmetli rubûbiyyâtı vardır. Bununla beraber kainatın her bir âleminde, her bir tâifesinde, Esmâ-i Hüsnâ’dan bir ismin unvanı tecelli eder. O isim o dairede hâkimdir. Başka isimler orada ona tâbidirlerİ belki onun zımnında bulunurlar. Hem mahlukatın her bir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük, has ve umumî her birisinde has bir tecelli, has bir rububiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yâni o isim her şeyi içinde barındıran ve umum ifade ettiği halde öyle bir kasıt ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder. Güya o isim yalnız o şeye hastır. Hem bununla beraber Hâlık-ı Zülcelâl, her şeye yakın olduğu halde, YETMİŞ BİNE YAKIN NURÂNÎ PERDELERİ vardır. Meselâ; sana tecelli eden HÂLIK isminin mahlûkıyetindeki cüz’î mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın HÂLIK’ı olan mertebe-i kübrâ ve unvân-ı âzama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin.
“Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla mahlûkıyetin kapısından HÂLIK isminin müntehasına (son sınırında) yetişirsin, sıfatlar dairesine yanaşırsın. Madem, perdelerin birbirine temâşa eder pencereleri var ve isimler, birbiri içinde görünüyor ve şuunat, birbirine bakar ve temessüller, birbiri içine girer ve unvanlar, birbirini hissettirir ve zuhurat birbirine benzer ve tasarruflar birbirine yardım edip tamamlar ve rubûbiyetin çeşit çeşit terbiyeleri, birbirine imdat edip muâvenet eder; elbette gerektir ki, Cenab-ı Hakk’ı bir isim, bir unvan ile, bir rubûbiyetle ve bunun gibi şeylerle, tanısa, başka unvanları, rububiyetleri, şuun’ları, içinde inkâr etmesin. Belki, her bir ismin cilvesinden diğer isimlere intikal etmezse zarar eder. Meselâ: KADÎR ve HÂLIK isminin eserini görse, ALÎM ismini görmezse gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir.”
Evet İsimler sonsuz olduğu gibi, her İsmin yetmiş bin tecelli derecesi ve mertebesi vardır. Hem her bir isim diğer isimlerle girift yani iç içe tecelli eder. Buna göre meselelere bakmamız lâzımdır. Mesela; “(Allah) bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece ‘Ol!’ demektir; hemen oluverir…” (Yâsin Suresi, 36/82) âyetine göre emir ile yaratılıyor. Halbuki emir sözdür, Kelâmdır. Yaratmak ise Kudret ile olur. Demek ki, Allah’ın Kelamında Kudret tecellisi de vardır. Meselâ, Fâtiha Suresinin bir ismi de Şâfiye’dir. Kelâm olan Fatiha Suresi nasıl şifâ oluyor? Çünkü Allah’ın Kelâmında Şâfî isminin de tecellisi vardır. Zaten Fatiha Suresinin harflerine bakarsak, surelerin başlarındaki Elif Lâm Mîm gibi şifre harflerden meydana gelmektedir. Yani bu surede, bu harflerin hepsi de vardır.