Enes Cansever-HAFTANIN YORUMU
‘Kıskançlık ruhun
hastalığıdır’ diyor, İngiliz şair ve oyun yazarı John Drydenb.
Gerçekten
kıskançlık denen bu dürtü neler yaptırmıyor ki, insanoğluna…
Sadece toplumu
değil elbet…
Toplumun temel taşı
olan aileyi ve yuvasını yıkıyor, fazlasıyla can yakıyor.
Türkiye’de bugün
yaşanan siyasi cinnetin de temelinde bu yatmıyor mu?
Şu kıskançlık
bahsini açmadan önce, ülkemizin konumu ve durumuyla ilgili bazı fikirleri
paylaşmakta fayda var sanırım.
Jeostratejik
bağlantı noktalarında önemli bir kavşak ülkeyiz.
Türkiye,
Afrika, Avrupa ve Asya’nın kesiştiği ve bu üç kıtanın konum olarak birbirine en
yakın bulunduğu bölgede yer alıyor.
Petrol zengini
değiliz ama petrol zengini komşularımız çok.
Ortadoğu’ya
Avrasya’ya varmak isteyen bize uğramak zorunda.
Yaz ile kış aynı
anda yaşanır ülkemizde.
Karslı soğuktan
donarken, Antalyalı denizin keyfini çıkarır.
Önemine binaen
bitmeyen, sürüp giden kavgaların da merkezi olur hep bizim topraklar.
Mümbit coğrafyada
ve bereketli topraklarda yaşıyoruz.
Batılı ölçüde,
yani gelişmiş ülkelerin yönetim anlayışından uzak bir anlayışla yönetilse
de, ülke değerli…
Değerlerimizde
komşuluk hakkı çok önemli olsa da, yürütülen siyaset bağnazlığından dolayı, üç
tarafı denizlerle çevirili ülkemiz, adeta dört tarafı düşmanlardan müteşekkil
bölgeye dönüştü.
Bu değerlilikle
ters orantılı; tüm önemli veri ve istatistikler sınıfta kaldığımızı gösteriyor.
Notlar kırık
anlayacağınız…
Bu durumu dert
etmezsek, bizden âlâsı yok…
Lakin insanına
insan gibi bir yaşam sunamıyorsan, cennet ülkeden bahsetmen de yersiz elbet.
Bir de uydurulan bu
Martavallarla ve ‘kıskançlık masallarıyla’ gerçekleri örterek, toplumun güven
duygularını ifşat etme ise; aslında ayrı bir sosyal felakettir.
Bir cinnet
halidir.
Peki, gerçekten
dünya böyle bir ülkeyi kıskanıyor mu?
Köyünden çıkmamışa
köyü cennet; çavuştan başka rütbeli görmeyene, çavuş kışlanın kralı sayılır.
Bizi
kıskanıyorlarmış, he ağam, elin başka işi yok, bütün meşguliyetini bırakmış,
her türlü kalkınmışlık rakamlarına göre, sürüm sürüm sürünen bizleri
kıskanıyor.
Kim neyimizi neden kıskanıyor?
Öyle yağlı ballı bir anlatım var
ki bizde, maşallah…
Ülke huzur tütüyor, öyle ki
rahatından baygın ahalimiz…
Öyleyse dökelim
etekteki taşları, bakalım neyimiz kıskanılıyor?
Neler olup bitiyor,
şu yer kürede?
Geçtiğimiz günlerde, ABD’nin; “World
News and Report” dergisi, çarpıcı bir araştırma yayınladı.
Araştırmada, 80 ülke için;
ekonomi, yaşam kalitesi ve refah gibi, 60’a yakın farklı kriter ele alındı.
Anket için, 36 ülkeden 21 bin
kişi ile bire bir görüşüldü.
Buna göre; dünyanın ‘en iyi ülkeleri’ sıralamasında, bizi
kıskanan İsviçre 1’nci, Avustralya
7’nci oldu.
Türkiye ise; 36.
sırada kendine yer bulabildi.
Bir anket ve bir
kıskançlık sebebi daha: The Legatum Institute, her yıl yapılan ‘refah seviyesi
en yüksek ülke’ sıralamasında Norveç 1’nci, Avustralya 9’ncu, Türkiye
ise araştırmada 149 ülke arasında 88’inci sırada yer alabildi.
Enstitü, bu araştırmada 104
farklı değişkeni göz önünde bulundurmuş.
Değişkenler, 8 ayrı alt başlıkta
toplanıyor.
‘En çok ulaşılabilir veri
sağlayan’ 149 ülke arasında Türkiye’nin “refah düzeyi” şöyle:
Ekonomik nitelikte
55.
Eğitimde 80.
Sağlıkta 53.
Güvenlikte 133.
Özgürlüklerde 105.
Sosyal sermayede
96.
Yönetimde 70.
Ve çevrede 54.
sırada yer alıyor.
Dünyanın kıskançlığı bununla
sınırlı değil!
Mesela;
dünyanın ‘en iyi’ yönetilen ülkeleri sıralamasında Danimarka 1.,
Avustralya ise 6. sıradayken, ‘ülkemizi kıskananlar’ bu kategoride Türkiye’yi
ve hiçbir Müslüman ülkeyi kayda değer
bulmamışlar.
Neyini kayda değer
bulsunlar ki?
Akademik çalışmaları ölçen URAP, dünyanın ‘en iyi üniversiteleri’
arasında, eğitim sistemimizi kıskandığı için Türkiye’nin hiç bir
Üniversitesi’ni, ilk 500’e sokmazken, sağlığımızı tehdit eden bir numaralı ‘Dünya Sağlık
Örgütü’ Avrupa’da en kirli havaya sahip 10 şehrinin, İstanbul başta olmak üzere
Türkiye’de olduğunu ilan etti.
Hızını alamayan New York merkezli araştırma
şirketi Mercer, her yıl yaptığı “Yaşam kalitesi en yüksek
kentler” araştırmasının sonuçların ilan etti. Ve at üstünde kapılarına
kadar dayandığımız Viyana ilk sırada, Sydney 11’inci, İstanbul ise; 133’üncü
sıraya yerleştirmiş.
Freedom
House (Özgürlük Evi) isimli düşünce kuruluşu bu yıl, Dünyada Özgürlükler
Raporu’nda Türkiye’yi ilk kez özgür olmayan ülkeler kategorisine aldı. Gerekçe
olarak da, cadı avıyla 60 bin kişiyi tutuklama, 160 medya kurumunu kapama, 150
gazeteciyi tutuklama ve parlamentonun
3. büyük partisinin liderlerini hapsetmeyi göstermiş.
Anadolu’yu
adalet saraylarıyla süsleyen ülkemiz, adaleti saraylarda yitirmiş olacak
ki, Türkiye, “2017 Hukukun Üstünlüğü
Endeksi”nde (Rule of Law), iki sıra daha gerileyerek 113 ülke arasında
101’inci sırada yer aldı. Türkiye aynı endekste 2014’te 59, 2015’te 80, 2016’da
99’uncu sırada bulunuyordu.
Meclis
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun, Adalet Bakanlığı’nın verilerine
dayanarak verdiği bilgilere göre; Türkiye’de cezaevlerinde 230
bin 735 mahkûm bulunmakta.
‘Hapishane
Raporu’na göre, son 15 yılda mahkûm sayısı yüzde 288, kadın mahkûm sayısı yüzde
388 arttı.
2002’de
cezaevlerinde toplam 59 bin 429 mahkûm bulunurken, hali hazırda Ardahan,
Artvin, Bayburt, Bartın, Bilecik, Çankırı, Erzincan, Gümüşhane, Iğdır,
Kırşehir, Kilis, Sinop ve Tunceli olmak üzere 13 ilimizden daha fazla tutuklu
var.
Adalet
Bakanlığı verilerine göre, Türkiye genelindeki 381 cezaevinin 139’u son 10
yılda, 38’i de geçen yıl inşa edilmiş.
Hazin
halimizi, kıskanan ülkemizin karnesini önümüzdeki hafta farklı alanlardaki
rakamlarla devam ettireceğiz… e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au