O koğuşun demir kapısı kapandığında 357 gün boyunca birçok arkadaşın tahliyesine şahit oldum. Birisi orada tahliye olduğunda ilk yapılan şey çok gürültü çıkarmak. Duvarlara, camlara, kapılara birinin oradan çıkıp kurtulacağını herkese duyurmak için bu yapılıyordu. Ama ben çıkarken sadece Kazım abi ve İbrahim abiye selamlarını iletmemi istemeleriydi. Bunu ağlayarak yaptılar. Bu çok ağır bir selam tekrar tekrar iletmek istiyorum.
Ben şimdi 357 günde yaşadığım psikolojik işkenceden, maruz kaldığım hukuksuzluklardan bahsedipte sizi üzmek istemiyorum. Bu akşamki gündemim o cezaevinin kapısının arkasında kalan tutsak çocuklar. Burada çok sayıda anne ve baba var. Bir çocuğun beton bir kutunun içerisinde olması ne demek olduğunu anneler bilir. Bir çocuğun canı bir şey isteyince başka bir şey yemez.
Patates kızartması istediği için 3-4 gün bir şey yemiyen çocuk var. Tutturdu patates kızartması yiyicem. Anne çaresiz ne yapacağını bilmiyor. Kimi çocuklar orasını işyeri sanıyor. Kimisi yurt sanıyor. Kimisi annesi orada doktor, kimisi öğretmen olarak çalıştığını zannediyor. Sürekli anne burada ne zaman işimiz bitecek burada. Anne ben burada para kazanmanı istemiyorum.
Ne zaman çıkacağız buradan. Babam nerede. Dışarı neresi, içeri neresi. Koğuşa aniden gelen bu askerler kim, bu gardiyanlar kim? Sürekli çocuklar bunları soruyor. Annelerinin orada para kazandığını zanneden çocuk paraya ait olan herşeyden nefret ettiği için üzerinde kirlenmiş giysisini bile çıkarmıyor. Sen bana yeni giysi alma ben hep bunu giyeceğim diyor. Kirlenmiş giysisini çıkarmıyor. Kıyafet konusunda çok hassas oluyor. Bunları yapan çocuklar 3-4 yaşlarında. Öncelikle ben o çocuklara çok dua etmenizi istiyorum.
357 günün sonunda o kapı açıldığında bana deselerdi ki sen mi buradan çıkmak istersin yoksa 30 günlük akif bebek, annesi ve 4 yaşındaki kardeşi Murat mı çıksın diye sorsalardı? Herhalde hiç düşünmeden onlar çıksın derdim. Onların çıkmasını isterdim. Gazetede yer alan haberde de işte çeşitli sıkıntılar çocuklara, kalem, kitap, boya ve oyuncak verilmediğinden bunlardan bahsetmiştim. Hani iman varsa imkan da vardır diyor ya. Hani iman varsa imkan da vardır. Orada çocukları mutlu etmek için bir şeyler yapmaya gayret ediyorduk. Vaktimin çoğunu kitap okuyarak ve çocuklara bir şeyler yaparak geçti. İşte çocuklara diyordum ki haydi gelin bugün sizi okula yazdıracam. Bir tane plastik masa üzerinde okul kayıt işlemleri yapıyordum. bir çocuk diyordu ki abla çantasız okula gidilir mi?
Ben görüyorum çocuklar okula çantayla gidiyorlar. O sarı toz bezlerini ikiye katlıyorduk. Ondan da çocuğa askılıklı çanta filan yapıyorduk. Her akşam okula gelip çizik çekiyorduk, beraber ders çalışıyorduk. Size gelirken orada çocukların oynadığı şeylerden bir tanesini getirdim. Bu iki tane ilaç kutusu. Murata yaptığımız bir oyuncak arabadaydı.
Murat buna sarılıp yatıyordu. Kimseyle paylaşmıyordu. Çünkü onun tek gördüğü oyuncak oydu. Bu plastik şişe kapakları ve ilaç kutuları, dışında gözükende sallama çayların paketi. Murat orada onlarla oynuyordu. Hatta o kadar ki Murat koğuştaki çöp kutusunun orada bekliyordu ki biri pet su şişesi veya sallama çay poşeti atsa ‘Nur ablam bunlardan icat yapacak. Bunları atmayın’ deyip poşete dolduruyordu sürekli”