İslam’a iman ve Kur’an’a hizmet eden insanları, peygamberimizden başlayarak günümüze kadar kimse yolundan döndürememiştir.
Tabii döndürmeye çok uğraşmışlar, fakat ne yumuşak uğraşıları ne de sert uğraşıları kendilerine hiç bir fayda vermemiş. Henüz savaş vs. başlatmadan önce bir ümit olarak Peygamberimizin amcasına giderek davasından vazgeçmesi karşılığı olarak, O’nu Mekke’nin en zengini yapacaklar, istediği takdirde Mekke’li en asil ve soylu ailelerin kızlarıyla O’nu evlendirecek, aynı zamanda da Mekke’ye reis yapılacakları teklifini getirdi ve Hz. Muhammed’in cevabını beklediler. Efendimiz amcasına dedi ki: Amca! Sen o müşriklere de ki, güneşi sağ elime Ay’ı da sol elime koysalar bile yemin ederim ki, ben bu davadan vazgeçmem! Peygamberin istikrarlı duruşu ve cevabı müşrikleri yeni arayışa soktu. Akıl almaz işkenceler planladılar, kendileri adına her türlü tedbire başvurdular hatta ne yaptıysalar Müslümanları tebliğ ve irşat hareketinden alıkoyamadılar.
Tebliğ hayatının başlamasından kısa bir süre sonra saadet asrında iman eden sahabe küfrün, şirkin ve nifakın soğuk yüzüyle karşılaştılar, fakat gevşeyen taviz veren olmadı. Çünkü en sıkıntılı anlarında bile gevşememek, bitkin ve mahzun olmamak Allah’ın emriydi ve müminler bu emre uymalıydı nitekim uydular. Çünkü Allah Taala: Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz. (Al-i imran-139)
Ne var ki, sahabe içinde inanır görünüp de hakki olarak inanmayan bazı münafıklar haliyle hep döneklik etti ve döndüler. Her defasında bir bahane bularak hem Müslümanlardan ayrıldı hem de onların morallerini bozmaya matuf sözler söyledi ve nifak çıkardılar. Bu husus sadece sahabe içindeki münafıklara ait bir eylem değildi. Müslümanların olduğu ve İslam’a hizmet yapılan her yerde bunlar olacaktı ve olmuştur. Ne var ki, müminlerin çok iyi anlamadıkları bir husus daha var ki, o da her Müslümanın iyiliği emredip kötülükten de insanları sakındırma görevi zamana göre yavaş yavaş unutulmuş ve islami hayatın zayıflaması durumunda da insanlarda neme lazımcılık düşüncesi hakim olmaya başlamıştı. İslami hizmetlere katkı verme şöyle dursun bu hizmeti yapanlara müdahaleler bile yapılmaya başlamıştı. Siz onlara kardeşim yaptığınız bu müdahalelere Allah’ın rızası yoktur, yapmayın, etmeyin gibi sözlerle nasihat etmeye çalışıyorsunuz, lakin Bize bir şey yapmıyoruz! Biz ne yapıyoruz ki, bunlar hak ettikleri cezayı çekiyorlar! gibi ipe sapa gelmez sözlerle kendilerini savunuyorlar. Hâlbuki gerçek öyle değil, bakınız Allah Taala ne buyuruyor:
Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur. Biliniz ki, Allah’ın cezalandırması şiddetlidir. (El-Enfal-25) Aslında bu ayet müminler tarafından iyi okunmalı ve iyi anlaşılmadır. Nitekim Hz. Musa A.S. kavminden 70 kişiyi alarak Tur-i Sina’ya mükâlemeye götürdü orada Allah’a iman edecek ve buzağıya taptıklarından ötürü özür dileyeceklerdi. Fakat Hz. Musa ile Tur-i Sina’ya varınca ısrar ettiler ki, biz açık ve net Allah’ı görmezsek iman etmeyiz ve özür de dilemeyiz. Bunun üzerine Tur dağı ciddi olarak depremle sarsıldı ve hepsi yerlere kapaklandılar. Hz. Musa ise Allah’a dua ederek: Allah’ım kavmimden olan bu insanların cahillik, ahmaklık, akılsızlık, beyinsizlik, küstahlık ve barbarlıkları yüzünden bizi helak mı edeceksin Allah’ım! Sensin bizim Mevlamız, affet bizi, merhamet eyle sen affedenlerin en hayırlısısın. Diyerek dua eti ve Allah Teala onları affetti ve bulundukları yerden kalkabildiler. A’raf suresi-155. ayette bu olay teferruatıyla anlatılır.
Bu gün de ülkemizde hizmet merkezli yani Allah’ın dinine hizmet için yola çıkmış olan ve geceli gündüzlü 50 yıla yakındır varıyla yokuyla seferber olan Anadolu insanı, adeta sahabenin maruz kaldığı direnişe son 4-5 yıldır maruz kalmıştır. Hiçbir insani değer gözetilmeksizin, mala, cana, haysiyet ve namusa ilişilmeye başlanmış ve kadın çocuk, bebek, yaşlı genç demeden tek suçları hizmet olan bu on binlerce insana reva görülen zulmün artık ayyuka çıktığı ve yüzbinleri mağdur eden bu şeytani hükümetin Başbakanı, bakanları, üst ve tepe yöneticileri, bu haksızlıklardan ve bu zulümlerden, insanlık suçu olan erkek kadın ayırt etmeksizin yaptırdığınız işkencelerden hiç haberiniz yok mu? Arşa yükselen bu kadar mazlum ve mağdur duaları büyük bir felaketin davetiyesi konumuna gelmiştir. Bu gün yarın gayret-i ilahiye’ye dokunacak yaptıklarınız ve tarihe lanetli insanlar olarak geçeceksiniz. Biz de Hz. Musa gibi Allah’a yalvararak; Allah’ım içimizdeki bu sefihlerin yaptıkları yüzünden, bizleri ve ülke insanını helak etme diye yalvarıyor ve diyoruz ki:
Allah’ım ülkemizi depremden, selden, yangından savaştan ve her şeyi kasıp kavuran kasırgadan velhasıl her türlü yer altı ve yer üstü, semavi ve arazi kaza ve belalardan ülkemizi koru. Çünkü 3-4 yılda ülkemizde yapılan Allah tanımazlık ve peygamber bilmezlik, sayılmakla bitmeyecek kadar çok oldu. Ahlaksızlık, cinayet, fuhuş ve masum halka yapılan sebepsiz zulüm, mutlaka gayret-i ilahiye’ye dokunacak ve bunun hesabı sorulacaktır. Ama yine sessiz yığınlar, zulme karşı tepki göstermeyenler dahil bunun cezasını bütün insanlar hep beraber çekecektir. Onun için ağzı dualı insanların bu akıbete bizi duçar etmemesi için Yüce Mevla’mıza çok çok dua etmeleri lazım. Yoksa ülke gidişatı hiç iyi değil. Ülkeyi yönetenler ise Kur’an’ın tabiriyle tam sefihleşmiş, bencil ve duyarsız ruhlar. Allah’tan ve Peygamber’den utanma ve korku hissi kalmamış konuma gelmişlerdir. Bu da yetmiyor gibi kör, lal, sağır ve dilsizler ki, Türkiye’de yapılan bu kadar zulme karşı hep sessiz kalıyorlar. Ben sadece bir mazlum ve mağdurun mektubunu makalemin sonuna ilave diyorum, ey hükümet yetkilileri ve ey suçsuz olarak onları hapse atan hakim savcılar sizlere ithaf olunur okuyunuz. Ve vicdanınızla bir saat baş başa kalınız ve konuşunuz.
Dr. Dursun Ali ERDEM
TUTUKLU İKEN EŞİNİ KAYBEDEN BİR MAĞDUR BEYİN YAZDIĞI MEKTUP
Birbirinden güzel üç kızımız vardı Eminem. Akşam kapımızı açınca cennete girer gibi girerdim evimize. Babam geldi çığlıkları kopar, kısa sürede bir sevgi yumağı oluştururduk kızlarımla. Sen de mutfaktan çıkar gelirdin. Bana yer kalmamış derdin.
Üç kız evlada sahip olmak cennetle müjdelenmek demekti bilirdik ikimiz de bunu. Kadının insan yerine konmadığı, kız evlatlarının utanma vesilesi olduğu ve canlı canlı toprağa gömüldüğü cahiliye döneminde Efendimizin müjdesiydi bu.
Çocuklar senin için birer melekti. Nice çalışan insanların evlatlarına annelik yapmıştın. Emine teyzeye gitmek çocuklar için en mutlu olaydı. Çocuklarını sana emanet edenlerin gözleri arkada kalmazdı.
Sonra kardeşi kardeşe, komşuyu komşuya düşman eden 15 Temmuz fitnesi çöktü üstümüze. Ellerimiz, kollarımız, dillerimiz bağlandı. Ses duvarları örüldü kulaklara, vicdanlar kurşuna dizildi. Masumiyetimizi anlatamadık kimseye. Adeta alnımıza çarpı koyup, tek tek topladılar hepimizi.
Bize de güneşten önce geldiler, sevgi yumağımızı dağıtmaya. Bir çadırı ayakta tutan orta direği çekip aldılar. Benim ellerim kelepçelenirken, sizin de başınıza yıkılıyordu çadırımız.
İsmail olmak, baştan bıçak altına yatmayı kabul etmekti. Yol uzundu, çeşit çeşit engeller vardı. Benim kaderime de kalın ve yüksek duvarlar çıktı.
Akşamları evimin kapısını açamıyordum artık. Aylarca kızlarımın babam geldi çığlıkları hiç eksik olmadı kulaklarımdan. Her akşam hayalimde onlara sarıldım, senin sevgi ve merhamet dolu bakışlarını hatırladım. Yalan yok ağladım!
Yetmez dediler bu sana, bir de tek kişilik hücreye koydular. Anam geldi aklıma. Vatanımı anam bildim, hücreyi de annemin karnı. Dayandım.
Her varlığın kendince Allah’ı zikrettiğini düşündüm. Duvarlarla konuştum sabah akşam, delirmemek için. Bazen duvarlar da ağlardı benimle beraber. Görüş günlerini bekledim iki ayda bir de olsa. Sevgi yumağımızı yapardık her şeye rağmen.
Sen saklamaya çalışsan da anlıyordum, içinde yanan ateşi. Ayrılık çok koymuştu, sevgiyle bakan gözlerine kara perdeler inmişti. Dalıp dalıp gidiyordun, sanki yaşamıyordun.
Senin kara haberini getirdiler Eminem! Dalıp gitmişsin bir caddeye beynini kemiren dertlerle. Trafik kazasında can verdiğini söylediler. İnanmadım cenazene gelene kadar. Hapishane yönetimi, hücre mahkumu olduğum için işlemlerini uzattı. Belki de cenazeye yetişmeyeyim
diye yaptılar.
Namazını kıldıracak bir imam da bulamamışlar. Ancak akşam namazında kılabildik namazını. Zulüm cenazelere kadar uzanmıştı.
Sen gördün mü bilmiyorum, ellerimdeki kelepçeyi açmadılar. Sana ellerim kelepçeli, avuçlarımla toprak attım. Sonra kızlarımızla hüzün yumağı oluşturduk. Askerler dönüyoruz deyinceye kadar ağladık.
Hücreme dönüyordum ama orası da benim mezarımdı artık. O günden sonra bir daha ağlayamadım, dert ortağım duvarlar da ağlamadı. Kurumuştu gözyaşı kanallarım, cehennem düşmüştü gözlerime.
Görüş günlerinde üç meleğimizle hüzün yumağı oluşturuyoruz sensiz. Görüş bitene kadar hüzün yumağı gözyaşıyla ıslanıyor.
Bu gece ne zaman biter bilmiyorum. Bitince mezarının başına tekrar geleceğim elbet ama oradan çıkabilir miyim bilmiyorum! Çıkarsam evimize girebilir miyim bilmiyorum. Eminem ben sensiz ne yapacağımı bilmiyorum.
Her şeyi, her şeyi bilene havale ettim…