LEVENT KENEZ-TR724.COM
Bu yazıda kendimin de çok muzdarip olduğu bir hali sizinle paylaşmak ve aynı durumda olduğuna inandığım birçoğunuzla dertleşmek istiyorum. Aslında en sevmediğim yazılar bunlar ama demek ki bardak dolmuş. Ama bitirince okudum yine çok güzel yazmışım.
Siyaset, diktatör, hırsızlar yok bu kez. Her sabah kalkıp acaba bugün Hizmet’le ilgili ne yazsam okunur ne tweet atsam uçar gibi numaralar da yok. Tadı tuzu yok hayatın. Zaten de olmamalı. On binlerce masum hapishanede çile çekerken bir şeyden keyif almak diye bir şey yok, olamaz. Onların dertlerini hissedememenin hüznü ve ayıbı var. Sadece camia için değil her kesimden zulüm gören insanların dertleri ile dertlenmekten bahsediyorum. Her birimizin illa ki arkadaşı, akrabası, yakını içeride, ya da işini kaybetmiş ya da gurbet ellere gitmiş sevdiklerinden uzak. Ne sevmeye ne de sövmeye değmeyecek beş para etmez adamlar yüzünden sadece Cemaat değil bütün ülke mutsuz ve umutsuz.
Hakkını savun diye meclise yolladığın adam tweet atıyor, selfie çekiyor. O kadarını ben de yapabiliyorum şeyini şey yaptığımın şeyi. Mecliste dekor olmaktan başka bir işe yaramayan adamlar daha da insanın içini karartıyor.
Cahilliğime verin, geçen gün telefonunun bir özelliğini keşfettim pilin ne kadarını hangi uygulamada harcandığını gösteriyor. Benim yüzde 50 hep Twitter gerisi Whatsapp, Safari falan. Riya olmasın ama bir de namaz programı da listeye girmiş, o da vaktin çıkmasına kaç dakika kalmış hesabından.
Oldum olası tweet yazmayı sevmedim. Yazacak bir şeyim varsa zaten gazetede ya da bir yerlerde yazıyorum, bir de üstüne özel kalem memuru gibi her olay için bir görüş bildirmek çok sıkıcı değil mi? Hem kime ne, kimden bana ne. Bir de Twitter ya da diğer sosyal medyada, hayatında yolda selam vermeyeceğin karşına alıp iki laf etmeyeceğin maganda tiplerin gelip seni bulmasını da hiç sevmedim. Hesabı gizliye alsan, hesabın olmasının bir anlamı yok.
Yalnız sık yazmasam da bir Twitter bağımlısıyım. Ne olmuş, ne gelişme yaşanmış, kim ne demiş, kim kime ne cevap vermiş hepsini takip ediyorum. Meslek gereği diye başlayan şey medyanın sansüre uğrayıp alternatif mecranın sadece sosyal medya olması ile bir nevi zirve yaptı. 5-10 dakikada bir telefonun ekranına dokunmadan duramıyorum. Bir sürü gereksiz bilgi, çöp önümden geçip gidiyor. Hele hele haber sitelerini ve gazeteleri takip ediyorsanız bir sürü saçmalıkla göz temasınız oluyor.
Her an ne oldu, kim ne yazmış, son dakika takıntısı. Yüzlerce kategoriye ayrılabilecek bilgi yığını ile kendini bağlama. Bilmiyorum kendimizi önemli bir insan olarak mı hissediyoruz böyle olunca? Neticede ülke tımarhane ve dakikada bir olay olduğu için dünyada başka hiçbir milletle kıyas kabul edeceğini sanmıyorum bu durumun. Ama bizimki çok abartı bunu da kabul etmek lazım.
Son tahlilde aynı insanlar aynı şeyleri söylüyor. Yani çok kaçıracak bir şey de yok ha. TR724 yazarı Umut Vera Tuna’dan okumuş olmam lazım. İnsanın kendisini iyi hissettiği şeylere yönelmesi ve orada aldığı enerji ile diğer yapacakları için güç toplaması, bana son derece doğru bir yol olarak geliyor.
Kitaplara yeniden dönmemiz lazım. 1 sayfa okuyup sonra telefonu ele alıp sonra bir paragraf okuyup sıkılıp kapatmadan. Sosyal medya ve televizyonda kaybedilen vakti gerçekten verimli değerlendiren bir insanın haftada 2-3 kitap bitirmesi zor değil. Eğitimli camia diye hep övünürüz ama kitap okuma oranlarında son yıllarda epey irtifa kaybettik. Yaşananları düşününce elbette normal ancak toparlanmamız lazım. Bizi her şeyden koparabilirler ama kitaplardan asla. İnternette birçok güzel belgesel var. Gündemden kopmayayım diyorsanız çok emek verilen programlar var Youtube’da.
Dil öğrenmek, yeni hobiler bulmak, spor yapmak, daha önce hiç gidilmeyen bir yere gitmek, arkadaşlarla malum konular harici şeyler paylaşmak. Neler olacağı herkesin konumu, mekanı ve imkanları ile ilgili. Bu söylediklerimi elbette yakınları içeride olan veya şu an derdi maişet yüzünden kan ter içinde eve dönenlere saygısızlık olarak demiyorum. Herkes kendi derdi ve konumunda mutlaka kendisine iyi gelen yeni şeylerle uğraşmalı.
Bir de kimse kimseyi dinlemiyor aslında. “Nasılsın, iyiyim”de bitiyor her şey gerisi esas mevzu ne ise. Bunca yaşanandan sonra bile sevgi saçma sapan tenkitlere galebe çalamıyor. Bir de kendisini hayattan, insanlardan, hizmetten haşa Allah’tan alacaklı görenler var ki hem etraflarına hem de kendilerine hayatı zehir ediyor.
Aynı konular, aynı şeyler, aynı kişiler, aynı cümleler, aynı cevaplar… Ben yoruldum. Siz de yorulduysanız ben ne yapacağımı söyleyeyim belki size de uyar. Bu durumla ilgili sizin öneriniz varsa paylaşın bir başkasına da fikir verir. Ben elime bir kağıt kalem alıp yeni şeylerin planını yapacağım. Abartmadan. En makbulün az da olsa devamlı olan olduğu hikmetini bilerek. 1500 yıl sonra adını sürdürülebilirlik koyduğumuz şeye riayet ederek. Daha önce yüz kere yapmış olsam ve hiç başaramamış olsam da. Maddi manevi yeniden bir bismillah denemesi.
Allah bile ibadetleri farz, vacip, sünnet diye ayırmışken her şeye hak ettiği kadar zaman ve değer vermek lazım. Her şeyden haberi olan ama aslında hiçbir şey hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmayan sabun köpüğü olmamak için köprü öncesi son çıkışlar…