Gözaltında işkence gören Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi N. işkence yapanlar arasında başörtülü kadın polisin de olduğunu söyledi: Sistematik şekilde sürekli saldırı halindeydiler.
Boğaziçi Üniversitesi’nde 19 Mart Pazartesi günü başlayan ve 10 öğrencinin tutuklanmasıyla devam eden olaylar zincirinin muhatapları Artı Gerçek‘ten Seran Vreskala‘ya konuştu. Güvenlikleri sebebiyle adlarının yazılmadığı öğrenciler gözaltında gördükleri akıl almaz işkenceleri anlattı. 26 yaşındaki N. rumuzlu tarih öğrencisi gözaltındayken saatlerce darp ve psikolojik işkence gördüğünü açıklarken, işkenceciler arasında başörtülü polisin de olduğunu söyledi: “Mesela 3 tane kadın çevik polis vardı otobüste. Onlardan biri başörtülüydü. Çok gençlerdi. Biri 97 doğumluydu. Kadın olmalarına rağmen darp etmekte bayağı başarılılardı. Sistematik şekilde sürekli saldırı halindeydiler.”
Tarih öğrencisi N., Sarıyer Olay Yeri’nin önünde beklerken o ‘iyi polisle’ o işkenceci ‘başörtülü polisin’ arasında şöyle bir konuşma geçtiğini aktardı:
– Bugün kandil değil mi?
– Kandil ağabey.
– E, sen oruçlu değil misin?
– Oruçluyum ağabey.
– Sabahtan beri bunları dövüyorsun, senin orucun bozulmuştur.
– (en yakınındakinin kafasını tutup cama vura vura) Yok ya, bu p.çleri dövmekle oruç bozulmaz, sevaptır, sevaptır. Gözaltına alınmasıyla ilgili olarak, “Sabah uyandığımda telefonumda onlarca çağrı gördüm çünkü sabah 5 gibi evler, yurtlar basılmış ve bunun haberi herkese gitmiş.” diyen N., “Herhangi meşru bir kanıtı yokken 8 maskeli adamla, uzun menzilli tüfeklerle, sabahın 5’inde 18 yaşında bir öğrencinin evini basmak bir devlet geleneğidir.” diyerek gözaltında yaşadıklarıyla ilgili şunları söyledi:
“Beni darp etmeleri için koşul yoktu çünkü o anda 2 kişi kafama bastırıyor, diğer ikisi kollarımdan kaldırıyor, bir cenderedesin yani. Bir noktada aynı hızda koşamadığım için ayaklarımı kaldırdım. Sadece ‘bırak’ diye bağırabildim. Ama erkek arkadaşlarımızı darp ede ede aldılar. Çevik otobüsü zaten kuzey kapıya çok yakın bir yerdeydi. Kapıdan çıkar çıkmaz küfürler ve aşağılamalar başladı. Otobüsün kapısının önüne geldiğimizde de vurmaya başladılar.
– Yüzlerinde ne gördün?
Nasıl bir hınç, nasıl bir kin, nasıl bir nefret anlatamam. İnanılmaz gözleri dönmüştü. Daha tanımadan nefret ediyorlardı bizden. Çok acayip! Otobüsün içi polis doluydu. Kapıda beni içeri ittiler, geri çektiler; yine ittiler geri çektiler. Meğer arkamdakini bekliyorlarmış, o gelince kafalarımızı birbirine öyle bir çarptılar ki ben otobüsün içine yuvarlandım. Orada duran biri tekmeyle bana vurmaya başladı ve o esnada gözlüğüm kırıldı. Döve döve hepimizi almaya başladılar. Hepimizi aldıktan sonra ters kelepçe taktılar ve bilerek çok sıktılar.
– Korktun mu hiç?
En başta tedirgin oldum. İlk başta neler olduğunu anlayamıyorsun ama birini getirdiler, onun halini gördüğümde çok tedirgin oldum çünkü çok kötü gözüküyordu. Yüzü kan revan içindeydi. Hissettiğim korkudan çok, ‘bunlar çok kötü insanlar ya’ duygusuydu. Kötü oldukları için de durumumuzun daha da kötüye gideceğini anladım. Sonra diğerlerini gördüm, o kadar tedirgin bakıyorlardı ki orada olduğuma sevindim. Çünkü bu benim ilk gözaltım değildi, böyle bir muamele görmemiştim ama tek başımaydım ve çok korkmuştum. Diğerlerinin ne hissettiğini çok iyi anladığım için orada onlarla olduğuma bir anda çok sevindim. Dayak devam ederken ‘iyi ki sen de alındın’ dedim kendi kendime ve korkuyu dağıtmak için uğraştım. Hatta fırsat bulunca espri yapmaya bile başladım. Sonuçta biliyordum ki bir yere kadar dövecekler, sonra hastaneye götürecekler, hastaneden sonra çok dövemeyecekler, o yüzden psikolojini korumaya çalış.
– 8 saate yakın şehirde dolaştırmışlar sizi.
7-8 saat o arabanın içinde kaldık. 3 saati bilfiil dayakla geçti. 3 saat sonra bizi İstinye Devlet Hastanesi’ne götürdüler.
– Darp raporu alacağınızı bile bile sizi darp etmeleri başlarına bir şey gelmeyeceklerinden emin oldukları için mi?
Evet, kesinlikle öyle. Otobüse ilk aldıklarında ilk olarak kimliklerimizi topladılar. Amirleri gelip ‘hedef şahıslardan kimse var mı aralarında’ dedi. Yok amirim dediler. Bunları dövün dedi, raporu da bana getirin ben imzamı atacağım dedi. Oradaki mesele de şu; aralarında hedef şahıslar yok, biz bu çocukları aldık ama akşama geri bırakacağız; o yüzden biz bunları pert edelim, geride kalanlara ibretlik olsun! Çünkü bize ne otobüste ne hastanede ne karakolda hiçbir soru sorulmadı.
‘OTOPARK ASLINDA GEZİCİ İŞKENCE MERKEZİ’
– Otobüs en başından beri hareket halinde miydi?
Hayır. Okul kapısının karşısındaki otoparka çektiler. Orası gezici karakol gibi bir yer. Her tür gözaltı işlemlerini, darbı, işkenceleri orada yapıyorlar. Önce yarım saat orada dayak attılar. Tüm dayak faslı 3 saat sürdü. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı, otobüsü sürmeye başladılar. Zaten buralı polisler değildi, yandex’ten yol tarifine bakıyorlardı devamlı.
– Yorucu bir şey değil mi dayak atmak?
Yoruluyorlardı, arada dinlenme molası veriyorlardı. Mesela 3 tane kadın çevik polis vardı otobüste. Onlardan biri başörtülüydü. Çok gençlerdi. Biri 97 doğumluydu. Kadın olmalarına rağmen darp etmekte bayağı başarılılardı. Sistematik şekilde sürekli saldırı halindeydiler. Şöyle laflar dönüyordu; ‘bunların fotoğraflarını çekin, yarın leşlerini görünce tanırız’. Zaten küfürler gırla.
– Kendini koruyabildin mi?
Ben mümkün olduğu kadar tepki vermemeye çalıştım, sadece nasıl vuracaksa ona göre pozisyon almaya çalıştım. ‘Ha, kafaya doğru geliyor, o zaman şöyle öne yaslanayım’ falan diyorsun gayri ihtiyari. Bir yerden sonra vurmayı bırakıp sırayla saçımla oynamaya, saçımı okşamaya başladılar. Boynuma falan dokunuyorlardı. Bu psikolojik bir işkence tekniği… Sen ne kadar yıpranırsan, o kadar haz alıyorlar.
– Hastaneden nereye gittiniz?
Biz doktordayken zorla dışarı çıkardık onları, darp raporu alırken yanımızda durmamaları lazımdı. Hatta birinin ‘keşke Bayrampaşa’ya götürseydik’ dediğini duydum; muhtemelen tezgahları var orada. Neyse hastaneden bizi alıp İstinye Karakolu’na götürdüler. Önce otobüste beklettiler. Tuvalet ihtiyacımızı belirttik. Bizi götürdüler ama tuvaletin kapısını kapattırmadılar. Zaten o ana kadar su da vermemişlerdi. Fakat orada indirmediler, sonra biraz daha dolaştırıp Sarıyer Olay Yeri’ne götürdüler. Saat 5’e geliyordu ama bizi indirmediler ve bu sefer saat 7’ye kadar otobüste beklettiler. Nereye götüreceklerini bilmiyorlardı, Gayrettepe’ye götüreceklerdi aslında ama orada yer yokmuş.
– Bu olayda hiç iyi polis yok muydu, hani filmlerde olur ya?
(Gülüyor) Olmaz olur mu! Bütün bunlar olurken bir ara kadın polisler aşağıya indi, işte o zaman iyi polis geldi. Birkaç kişinin kelepçesini gevşetti. Bize su getirdi. Kendi aramızda konuşmamıza izin verdi. O esnada ya adrenalinden ya da sinirlerimiz iyice laçkalaştığından gülmeye başladık. Sonra bizi Olay Yeri’ne götürdüler. Orada bayağı bekledikten sonra avukatımızı aramamıza izin verdiler, avukat öyle bizim yerimizi öğrenebildi. Avukat gelmeden tutanak imzalatmaya çalıştılar, bir şey imzalamayacağımızı söyledik. Sonra avukatlar geldi, ondan sonra polisler çok efendilerdi.
– Bunları yapmak için nasıl bir eğitimden geçtiklerini merak ediyor insan.
Biz de merak ediyoruz. Mesela Sarıyer Olay Yeri’nin önünde beklerken o iyi polisle o başörtülü polisin arasında şöyle bir konuşma geçti;
– Bugün kandil değil mi?
– Kandil ağabey.
– E, sen oruçlu değil misin?
– Oruçluyum ağabey.
– Sabahtan beri bunları dövüyorsun, senin orucun bozulmuştur.
– (en yakınındakinin kafasını tutup cama vura vura) Yok ya, bu p.çleri dövmekle oruç bozulmaz, sevaptır, sevaptır.
– Peki, Olay Yeri’nden sonra bırakıldınız mı?
Bırakıldık ama sonra tekrar hastaneye götürüldük zaten bunu yapmak zorundalar. Orada da polis bizi doktorla yalnız bırakmamaya çalıştı. Doktor da belki de onlardan çekindiği için ‘bir şey olmaz, perdeyi çekiyoruz’ dedi, biz de zorla onların orada bulunmaması gerektiğini anlattık. Yani bunun için bile oradaki personel ve doktorla mücadele ettik; insani haklarımız için.
– Nasıl hissediyorsun?
Ne hissedebilirim ki? Bunların gözü dönmüş, karşılarında o kadar çaresizsin ki!
– Okuldan içeri girerken ne hissediyorsun? Mesela seni gözaltına alanlarla ya da seni darp edenlerle karşılaştın mı hiç?
Okula geldiğimde her yerde sivil polisleri, o meydandan çekilmiş ruhu gördüğümde hiç iyi hissetmedim. Otobüste bizi dövenlerden birini çay içerken gördüm; hatta bugün bile gördüm… Nefret ettim. Kendilerine dokunulamaz sanmaları, onların bu denli korunuyor olması ve onların da bunu bilmeleri düşüncesinden tiksindim. Öfkelendim.
– Sonrasında gözaltılar devam etti mi?
Tabii ki. Daha da arttı. Artık okuldan almaya başladılar. Bir gün bir arkadaşımızı yemek yerken gözaltına aldılar. O ilk hafta her yerdelerdi. Derse giriyorlardı. İki kişiyle oturup çay içemiyorsun çünkü hemen yanında biri bitiyor.
– Senin yanına gelmeye korkanlar oldu mu?
Olmaz mı! Geçmiş olsun dedikten sonra hemen aynı ortamda bulunmaktan rahatsız olduklarını, yanımdan uzaklaşmak istediklerini, o korku halinin her yere sirayet ettiğini görebiliyorsun. İnsanlar kendilerini suçlu hissetsinler diye bunları yapıyorlar halbuki sensin suçlu, ben değil! Gelip orta yerde beni alıp dövensin. Bunun hesabını vermeyensin. Elinde silah olan sensin. Güç sizde, şiddet sizde. İzinsiz eylem diyorlar ya bizim yaptığımıza, o lokum masası da izinsiz… İslam Araştırmaları Kulübü o masayı koymak için izin almadılar hatta o masayı biz açtık bile demiyorlar. Madem bir fiili durum var, e masayı açanlar hakkında önce bir soruşturma başlatılması gerekmiyor mu? 70 bin tutuklu öğrenci var; daha davalarının dosyası yok! Mesele düşünceyle savaş. Bir iktidar ne kadar haksızsa, ne kadar yalan söylüyorsa o kadar düşünceye saldırır. Daha ne kadar hesap vermeyecekler? Bu ülkeyi iç savaşa götürmek istiyorlar. Çok net. Mart’ın başında KHK ile geçen 200 mermi sayısı her ruhsatsız için 1000 oldu. 106 bin tane envanterden kayıp silah var, ruhsatlı olmayan. Birinin tıkıyla taraftar gurupları ‘terörist istemiyoruz’ diye üniversitenin kapısına dayanabiliyorlar. ODTÜ’de, Ankara Üniversitesi’nde, İstanbul’da, Marmara’da, Yıldız Teknik’te her gün yan yana gelmek isteyen muhalif öğrenciler ÖGB’nin, faşistlerin ve polislerin saldırılarına maruz kalıyor.
– Kendini çok kötü hissediyorsun belli, ama en kötü nerede hissettin?
O gün adliyede hepsinin tutuklamaya sevk edildiği ve 10 tane arkadaşımızın hapse atıldığı an kendimi en kötü hissettiğim andı. Elim kolum bağlıydı. Zaten mahkemeye çıkacakları günün sabahı savcı değişti. Tüm o gözaltı sürecini takip eden savcı bir anda değiştirildi. Ve kimsenin ifadesini almadan tutuklamaya sevk etti. O annelerin çığlıkları gitmiyor kulağımdan; neden, neden, neden diye… Bir anne neden diye 1 saat boyunca ağladı. O an o gözaltı otobüsünden bin kat daha kötüydü benim için. Onlar her şeyi yapabiliyorlar çünkü ve sen hiçbir şey yapamıyorsun.
Artıgerçek.com sitesinden SERAN VRESKALA ‘nın geniş röportajının tamamını okumak için tıklayınız