Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasihat oldu.
Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı: Peygamber efendimize olan aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine olan saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duasını aldı. Resulullah Efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defalarca Peygamber Efendimizi görmeye gitmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığından izin veremedi.
Peygamberimiz, Üveys el-Karnî, ihsan ve iyilikte Tabiînin hayırlısıdır. buyurdu. Resulullah efendimiz, zaman zaman mübarek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve. Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum, buyururdu. Kıyamet günü Allah, Üveys suretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allah’ın dilediği (bildirdiği) ‘nden başkası hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabilelerinin koyunları kıllarının sayısı adedince kişiye kıyamette şefaat edecektir.” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabilenin koyunların her kabilenin koyunlarından çok olduğu söylenmiştir. Sahabe: Ya Resulallah, bu Zat kimdir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz; Allah’ın kullarından birisi, buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. Veys, buyurdu. Nerelidir? dediler. Karnlıdır, buyurdu. O sizi gördü mü? Diye sorunca da: Baş gözü ile görmedi, buyurdu. Hayret! Size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzurunuza koşup gelmesin! dediler. “
İki sebepten: Biri hallerine mağluptur.
İkinci sebep ise: Gelemeyişi getirdiğim Dine bağlılığından dolayıdır: iman etmiş İhtiyar bir annesi vardır. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys, gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar, buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebu Bekir’e; “Sen onu kendi zamanında göremezsin.” Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu abras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime dua etmesini bildirin.” buyurdu.
Üveys-el Karânî hazretleri gece-gündüz ibadet u taatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona divane gözü ile bakardı. O’nun büyüklüğünü sonradan anladılar, çok ikram ve hürmet göstermeye başladılar. Annesinin vefatından sonra Karnköyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.
Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys el-Karnî’ye verin.” buyurdu. Resulüllah’ın vefatından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kufe’ye geldiklerinde, Hz. Ömer R.A halka bir hutbe okudu; hutbe esnasında; “Ey Necd’liler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve oralı birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu. Onlar:
– Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir, divanedir, akılsızdır ve insanlardan kaçan bir hâli vardır, Hz. Ömer:
– Onu arıyorum, nerededir? diye tekrar onlara sordu.
– Arne vadisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca O, güler, dediler.
– Onu arıyorum, buyurdu Hz. Ömer. Üveys’in yerini öğrenen hazret-i Ömer hazret-i Ali ile onun olduğu yere gitti. Onu namaz kılarken gördüler. Develerini gütmesi için Allah bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Hz. Ömer’in Selâmını aldı ve Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” cevabını aldılar; Hz. Ömer: “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübarek hırkalarını size gönderdi: “ bu hırkayı giysin ve ümmetime de dua etsin.” diye vasiyette bulundu, dedi.
“Ya Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyurun, bu vasiyet başkasına ait olmasın?” deyince: “Hayır ya Üveys, aradığımız şahıs sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevabını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i şerifi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra. Siz burada bekleyin, dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenab-ı Hakk’a şöyle duada bulundu:
Ya Rabbi! Sevgili Peygamber Efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şeriflerini göndermiş, dedi. Günahkâr olan bütün Müslümanların affı için dua etti. Bir çok günahkâr Müslümanın af olduğu kendisine ilham olarak bildirilince, Hırka-i şerifi hürmetle giydi.
Üveys-el Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kufe’ye gitti. Kufe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır. O anlatıyor: “Üveys’in şefaatinin ne derecede olduğunu bildiren hadisi işitmiştim, onu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında malumatım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Tokalaşmak istedim, elini vermedi. Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın! dedi. Ben, ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve. Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi? dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. O, Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Ruhum senin ruhunu tanıdı. Çünkü müminlerin ruhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de! dedi.
Resulullah Efendimizden bana bir haber ver, dedim. “Ben O’nu görmedim, O’nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. muhaddis, müftü veya vaiz olmak istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam.” dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Euzu besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat suresi: 56) “Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım.” (Enbiya suresi: 16) mealindeki ayet-i kerimeleri okudu. Sonra bir feryat etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile, dedim. “Bir kimse Allah’ı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbaplık etmek istemesine hiçbir zaman bir mana veremem.” dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında b
il. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla isyankar olacağının büyüklüğüne bak! Günahı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem a.s Dâvûd a.s, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. “Allah, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salavat okuyup, kısa bir duadan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırat-ı müstakimi (doğru yolu) elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabana varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, ayrılırsan dinini kaybedersin de haberin olmaz, Cehennem’e düşersin.” Birkaç dua daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni dua ile hatırla, ben de seni dua ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hala ondan bir haber alamadım.
Devamlı ibadet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’dir. demiştir.
Üveys-el Karani hazretleri Mekke’de hac yapıp, Medine’ye gidince, işte Resulullah’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca: “Beni buradan götürün. Resulullah Efendimizin medfun bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz.” buyurdu.
Rebi’ bin Haysem anlatır: Üveys’i görmeye gittim. Sabah namazını kılıyordu, namazı bitirdi ve tespihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazını kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münacaata başladı ve: Ya Rabbi, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım. dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan oradan kalkıp gideceğim yere gittim.
Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece: Bu gece kıyam gecesidir.” derdi. Diğer gece, “Bu gece rükû gecesidir.” Öbür gece, “Bu gece secde gecesidir.” Der ve hep ibadet ederdi. Bir geceyi kıyam, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirirdi. “Ey Üveys, bu kadar uzun geceleri bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Süphane Rabbiyel a’lâ diyemem. Halbuki üç tespih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibadetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmiyor.” dedi.
Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa, namazda onu duymamaktır.” dedi. Kendisine nasılsın? diye soruldu: “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bil meyenin hâli nasıl olur?” dedi. İş nasıldır? dediler. Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah! dedi.
Birisi Üveys-el Karânî hazretlerini ziyarete gitti. Ona hitaben: Ey Allah’ın sevgili kulu! Bana bir nasihatte bulun?” dedi. Üveys-el Karânî hazretleri: Allah’ı bilir misin? Evet bilirim. Öyle ise, Allah’tan gayri şeyleri unut. Bu sana yetişir.” buyurdu.
Ya Üveys, bir nasihat daha söyle! Allah seni bilir mi?” Evet bilir. Öyle ise, Allah’tan gayrısı seni bilmesin. Allah’ın bilmesi senin için kâfidir.” dedi.
Üveys-el Karânî hazretlerini çocuklar bazen taşa tutardı. O ise çocuklara; “Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın.” derdi.
İbratlik bir olay;
Üveys-el Karânî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde durdu. Bu para da başka bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip: Ben de, senin kulu olduğun Zatın kuluyum. Allah’ın rızkını Allah’ın kulundan al.” dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline bıraktı ve koyun kayboldu.
O yine buyurdu ki: Allah’ı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.
Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çaresi O’na itaattedir.
Yüksekliği aradım, tevazuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatte buldum. Nesep aradım, takvada buldum. Şeref aradım, kanaatte buldum. Rahatlık aradım, zühtte buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.
Üveys-el Karânî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i Şerif, Van civarında İrisan Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı Padişahlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecid Han, bu Hırka-i Şerif için Fâtih civarında Hırka-i Şerif Câmiini yaptırmıştır. Günümüzde bu Hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık tutulmaktadır.
KEFEN
Üveys-el Karânî hazretlerine; “Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok” dediler. “Beni oraya götürün.” buyurdu. Üveys-el Karânî’yi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. “Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allah’tan alıkoydu. Sen Allah’ı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün.” buyurdu. O kişi, onun nuruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi.
İstifade edilen kaynak eselerler
Hilyet-ül-Evliyâ, Tabakât-ül-Kübrâ, Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ,
Tezkiret-ül-Evliyâ, El-A’lâm, Tabakâtu İbn-i Sa’dEshâb-ı Kirâm, Mektûbât-ı Rabbânî;,c.1, mektup, 222, 270