‘Ramazan, oruç ayıdır. İnsan, oruçla Allah’ın sonsuz nimetlerinin kıymetini anlar. Aynı zamanda aczini, zâfını ve fakrını îtiraf eder.”Hayat su gibi akıyor, rüzgâr gibi uçuyor..
Geceler gündüzleri, gündüzler geceleri kovalayıp duruyor.. Kışlar yazların, yazlar kışların peşini bırakmıyor.. Acılar tatlıları, tatlılar acıları tâkip ediyor.. Felâketler, sefâletler birbirini kovalıyor.. Ölüm hayâtın peşinde.. İnsanlar, hâdiseler karşısında şaşkın, bitkin ve ye’s içinde kıvranıp duruyorlar…
Ramazan, oruç ayıdır. İnsan, oruçla Allah’ın sonsuz nimetlerinin kıymetini anlar. Aynı zamanda aczini, zâfını ve fakrını îtiraf eder. Kumandan-ı Âzam olan Allah (cc), sâir zamanlarda değerini takdir edemediğimiz nîmetlerin kıymetini, bize oruç vâsıtasıyla hatırlatır; böylece, fakirlerin, gariblerin, yetimlerin, yolda kalmışların, musîbetzedelerin, hattâ aç ve susuz kalmış, hâlini insanlara anlatamayan hayvanların, nebâtatın durumlarını da bize hatırlatır ve onların imdâdına koşmamızı emreder.
Oruç, insana diğer aylarda helâl ve serbest olan bütün nîmetleri, günün belli saatlerinde yasaklar. İnsan iftar vaktine kadar, ilahî emri sabırla bekler. İftar vaktinin girmesiyle menedilen helâl nimetlere ezân-ı Muhammedîye (sav) ile izin verilir.
Ramazan, ibâdet ve kazanç ayıdır. Sâir zaman bire on olan mükâfatlar, birden yüzlere, binlere; hele Allah’ın Ramazan-ı şerif içinde gizlediği Kadir gecesi gibi, seksen küsur sene ömre tekâbül eden mükafatlarla ömrü bereketlendirir. Namaz, oruç, zekat gibi ibâdetler şuurlu bir şekilde edâ edildiği takdirde Allah (cc), balığı denizlerde yüzdürdüğü gibi insanı da rahmet denizinde yüzdürür.
Ramazan rahmet, mağfiret ve af ayıdır. (Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu günahlardan âzattır.) Namaz, oruç gibi ibâdetlerle kulun aczini, zâfını ve fakrını bu ayda daha içten ve gönülden Allah’a hâlini arz etmesidir. Zekat ise, yetimlerin, fakirlerin, gariplerin yüzünü güldürmeyi, fakirle zengini tanıştırmayı, barıştırmayı, mütekâbil sevgiyi ve aynı zamanda ekonomik dengeyi sağlamaktadır.
Ramazan bir şükür ayıdır. Oruç; konserve edilmiş, rengi, tadı, kokusu, güzelliği ayrı ayrı olan küre-i arz sofrasındaki Allah’ın sonsuz nîmetlerine, aynı zamanda paha biçilmez akıl, irâde, şuur, göz- kulak, el-ayak gibi Allah’ın bizlere hediye ettiği maddî-mânevî uzuvlara ve latîfelere karşı bir teşekkürdür.
Ramazan bir tefekkür ayıdır. Oruç vâsıtasıyla geçici olarak, içemediğimiz suyun, yiyemediğimiz Allah’ın nimetlerinin kıymet ve değerini, derin derin düşünmemize bir dâvet olduğu gibi; göze, kulağa ve akla hitab eden küre-i arz sarayındaki güzelliklerin, bu sanatlardaki inceliklerin derin bir şekilde tezekkür ve tefekkür edilmesi gerektiği düşüncesini bize kazandırmış oluyor.
Ramazan ayı; dünyânın fâni, insanın ise misâfir olduğunu insana hatırlatmaktadır. Zirâ, geçen yıl hayatta olduğu halde bu yıl aramızda olmayan nice insanların dünyâdan terhis edildiklerini, bizlerin de onları tâkip edeceğimizi ve her şeyin kabir kapısına kadar dostluk ettiğini, kimsenin dünyâdan âhirete bir şey götüremediğini görmekteyiz.
Ramazan-ı Şerif bizim için, aynı zamanda âhiret hayâtı adına bir yatırım ve kazanç mevsimi olduğundan dolayı, Allah (cc) bu ayda rahmetini bol bol kullarına dağıtır. Tükenmek bilmeyen o rahmet hazînesinden, gücümüz yettiği kadar istifâde etmek bize düşen bir vazîfe olmalıdır.
Bu mübârek ayda, Allah’ın râzı olmadığı, sevmediği şeylere karşı uzak olmanın yanında, sâdece ağıza, mîdeye oruç tutturmak değil; bütün vücuttaki göz, kulak, el, ayak ve dilimize, niyet ve hayallerimize bile oruç tutturmalıyız ki, Ramazan ve orucun feyiz ve bereketinden istifâde etmiş olalım.
Dünyâya gönderildiğinin gâye ve hikmetini kavrayamayan insanların, inanmış olsa bile namaz, oruç, zekat ve hac gibi vazîfelerde, emir ve yasaklara saygılı olma mevzuunda, ciddi bir şekilde hassas olamadıklarını ve zaman zaman gevşeklik gösterdiklerini müşâhade ediyoruz.
Îman nûrunun gönüllerde parlaması, insanların gerçeklere uyanabilmesi için, mübârek Ramazan ayını, iftarı, sahuru, terâvih, Kur’an-ı Kerim okuma ve mukâbeleleri değerlendirerek, muhâtaplara İslâm’ı anlatmak, Allah ve Resûlüllah’ı bu vesîlelerle anlatıp sevdirmek vazîfemiz olmalıdır.
Bir gün mübârek Ramazan-ı Şerif ayında iftar saatlerine yakın bir zamanda, seyyar bir manavın başında, oruç tutmayan ve sigara içen gençlerle karşılaşmıştım. Mes’uliyet duygumun vicdanımı baskı altına alması nedeni ile, onlara vazîfelerini hatırlatmak istedim.
– Gençler, şu bana bakan ceylan gibi gözlerinizi kaç paraya, hangi mağazadan satın aldınız? Diye sordum.
– Göz satılmaz, onları Allah verdi, dediler.
Bu defa ben seyyar manava dönerek;
– Bu aldığım meyvelerin parasını bugün benden alma!” dedim.
– Niçin ve neden? Diye sordu.
– Param yok, dedim.
– Haklı olarak, paran yoksa sen alma! Dedi.
– Dedim ki, gel etme! Çocuklarım elime bakacaklar, iki kilo ile iflas mı edeceksin? Deyince;
– ‘Ben de fakir bir âileyim, çocuklarıma ekmek götüreceğim’ diye cevap verdi. Tekrar gençlere döndüm:
– ‘Gençler, gördünüz, duydunuz, parasız vermiyor. Siz, ‘bu gözleri Allah verdi’ dediniz. Evet, her şeyi Allah verdi. Pekâla, bize emânet edilen maddî-mânevî bütün uzuvlar ve latîfeler karşılığında biz ne verdik. Allah bizden ne istiyor? Tabîki itâat ve teşekkür istiyor. Bak siz itâat etmiyor, 365 günde 30 gün, her günün yarısı, sâdece gündüzleri olmasına rağmen oruç tutmuyor, Allah’a teşekkür etmiyorsunuz’ deyince; gençlerin ellerinden sigaralar düştü ve hata ettiklerini ifâde edip özür dilediler. ‘Söz veriyoruz bir daha oruç yemeyiz’ deyip, teşekkür edip ayrıldılar.
İnsanlara husûsiyle geleceğimizin ümidi çocuklara ve genç neslimize sert, haşin davranarak hiç birşey kazanamayız. Onları sevgiyle, şefkatle kucaklayıp, akıl ve mantıklarına seslenmek sûretiyle iknâ yolunu tercih etmeliyiz.
Sıhhat ve âfiyetle, rahmet, mağfiret ve günahların affına vesîle olan mübârek Ramazan ayına, Allah tekrar kavuşturdu. Namazla, oruçla, mukâbele ve terâvihlerle, duâ ve niyazlarla; kardeş, arkadaş, anne-baba ve topyekün insanlığın gönüllerini kazanmak, Allah ve Rasûlullah’ı sevdirmek, dünyâda ve âhirette mutlu ve huzurlu olmalarına vesîle olmak için, maddî-mânevî hizmet aşkıyla yardımcı olmak sûretiyle, mübârek ayın hakkını vermeye çalışmalıyız.
Başta ülkemiz olmak üzere dünyânın neresinde mağdur, mazlum ve mahkum, ne kadar hasbî, fedâkar ehl-i îman var ise; onlar için bu mübârek ayı vesîle yaparak, en kısa zamanda içinde bulundukları maddî-mânevî sıkıntılardan kurtulmaları adına gönülden duâ edilmesini ricâ ediyorum.
Bu vesîleyle ehl-i îmanın umduklarına kavuşup, korktuklarından emin olmalarını, idrâkiyle müşerref olduğumuz bu mübârek Ramazan ayının, Ümmet-i Muhammed (sav) ve bütün insanlık hakkında hayırlar ve bereketler getirmesini Cenâb-ı Hak’tan diliyor, bütün kardeşlerimizin Ramazân-ı Şerif’lerini tebrik ediyorum.