Ruh dünyasına inemediğimiz, idrak ufkumuzu çatlatan, nur membaından feyzini almış Hak dostu, müstesna insanlardan birini daha yukarıdaki misal çerçevesinde resmederek okuyucularımıza tanıtmaya çalışacağız.
Duymak, tatmak ve beraber olmak en büyük mutluluktur; dünyada ondan mahrum kalışımıza bedel, şefaatleri sayesinde yine onlarla beraber olabilmeyi rahmet-i ilahiden ümit etmekteyiz. Onları tanımak, onların yolunda gitmek adına vefalı olabilirsek, vefalı olacaklarından hiç şüphemiz yoktur.
İlmi, ibadeti ve takvasıyla devrinin büyük insanları arasına girmiş olan bu zat, FUZAYL b. İYAZ b. MES’UD’tur. Meşhur Temim kabilesinin Yerbu koluna mensuptur. Hicrî ikinci asrın başlarında Semerkand’a bağlı Ebiverd kasabasının Ferdin köyünde doğdu. Doğduğu kasabada büyüdüğü, İbrahim b. Şemmas’dan gelen rivayette tespit edilmiştir. Süfyan b. Uyeyne ile akran olduğu nazara alınınca hicrî 105 veya 107 de doğduğu söylenebilir. Nitekim vefat ettiği yıl kendisine yaşı sorulduğunda:
“Seksenime ulaştım veya aştım.
Artık neyi umup neyi bekleyeceğim.”
Mısraı ile cevap vermiştir ki bu da yukarıdaki doğum tarihini doğrulamaktadır.
İbn-i Sa’d, Tabakat’ında, Horasan’ın Ebiverd nahiyesinde dünyaya geldiğini, Kûfe’ye ilim tahsili için gidip Mansur b. Mu’temir’den hadis öğrendiğini, daha sonra ibadet u taatle meşgul olmak üzere Mekke-i Mükerreme’ye intikal edip vefatına kadar da orada kaldığını ve Harun-i Reşid’in hilafeti zamanında H. 187’de orada vefat ettiğini kaydetmiştir.
Fuzayl b. Iyaz, gençliğinde Ebiverd ile Serahs arasında kervanların önünü keser ve eşkiyalık yapardı. O, bu işi yaparken bile bir kısım ibadetlerini yerine getirmede kusur etmezdi. Namazını kılar, Kur’ân okur ve onun ma’nâsında derinleşmeye çalışırdı. Allah’ın kendisini affedeceğine dair çok kuvvetli hüsn-i zannı vardı. Bir gün önemli bir hâdise cereyan etmişti. Fuzayl’ın bulunduğu mıntıkadan bir kervan geçerken, Fuzayl’ın adamları kervanı görmüş ve onu soymak üzere kervana doğru yönelmişlerdi. Kervan sahibi de haramilerin yaklaştığını fark edince, az ileride gördüğü bir çadıra yanında bulunan paraları götürüp emanet etmek istemişti. Çadıra girince başında sarığı sırtında cübbesi olan bir zatın huşu içerisinde namaz kıldığını gördü. O’na parasını emanet etmek istediğini söyledi. O zat da, köşede bir yer göstererek parayı oraya koymasını söyledi. Kervancı paraları gösterilen yere koyarak çıkıp gitti. Döndüğünde bütün mallarının eşkıyalarca talan edilip götürülmüş olduğunu gördü ve artık ortalıkta kimseler görünmeyince Bari gidip paralarımı alayım da yoluma devam edeyim, dedi. Bunun üzerine tekrar çadıra gidince baktı ki, kendi eşyaları aynı çadırda ve biraz önce namaz kılan zatın huzurunda taksim ediliyor. Geri çekilmek isteyince eşkıyanın reisi olan o zat, kervancıyı çağırdı. Niçin geri döndün? diye sordu. Kervancı, ürkek bir tavırla: … paralarımı alacaktım da… dedi. Bunun üzerine Fuzayl, işte paraların koyduğun yerde al! dedi.. ve adam paralarını aldı. Bu defa da diğer şakiler Fuzayl’a kızarak: niçin paraları veriyorsun zaten biz kervanda para bulamamıştık? Bunun üzerine Fuzayl onlara şu sözleri söyledi: Bırakın adamı o bana hüsn-i zan ederek o paraları bana emanet etti. Ben onu hüsn-i zannında yanıltmam. Çünkü O, bana itimat ettiği için emanet etti. Benim de Allah Taala hakkında beni affedeceğine dair hüsn-i zannım var. Ola ki, O da beni hüsn-i zannımda yanıltmaya. İşte Fuzayl b. İyaz’ın yol kesiciliği bu şekilde devam ediyordu.
Fuzayl b. İyaz içten içe hep şunu düşünüyordu: Şirk yol kesmekten çok daha büyük günahtı. Allah Taala şirk koşan bir toplumun tevbesini kabul etti de onlar ümmetin en faziletlileri oldu. Kulların nasiyesi Allah’ın elindedir, O dilediğini saptırır dilediğinin tevbesini kabul ederek onu hidayete erdirir. Bu düşünce onun için tevbeye atılan ilk adım sayılabilirdi. Fakat Fuzayl’ın başka bir sıkıntısı daha vardı. O da bir cariyeye aşık oluşu. Filvaki, onun kalbine gerçek aşkın tohumu çoktan atılmış, o aşk o kalpte mayalanıyor ve bu ilahi aşkın kavurucu gücü, Fuzayl’ın gerçek şahsiyetinin doğumunu hızlandırıyordu. Ama bundan ne kendisinin ne de çevresinin haberi yoktu. Bir gün maşukuna ulaşmak üzere bir duvara tırmanırken kulağına bir ses geldi, durdu bu sesi dinledi. Birisi Kur’ân’dan şu âyeti okuyordu:
İman edenlerin, Allah’ı ve Haktan inen Kur’an’ı anmak için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi? Sure-i Hadid a. 16. Bu İlâhî Kelam karşısında irkildi ve beyninden vurulmuşçasına bütün gücünü kullanarak titrek bir sesle Geldi ya Rab! İşte o an bu andır! diyerek o geceyi yakında bulunan bir harabeye sığınarak geçirdi. Orada da kendisini muhasebeye yönlendirecek bir hâdise cereyan etmişti. Harabeye sığınınca yakında bir yerde konaklamış olan yolcuların konuşmalarına muttali oldu. Yolcuların bir kısmı yollarına devam etmeyi düşünürken bir kısmı da sabahleyin devam edelim, çünkü Fuzayl yolumuzun üzerinde o bize rahat vermez diyorlardı. Bunu işiten Fuzayl şunları düşündü: Ben geceleyin günah peşinden koşarken, şuracıkta Müslümanlardan bir grup benden korkuyor. Allah’ım ben tevbe ettim, tevbemi Beytullah’a komşu olarak sürdüreceğim.
Ebu Ali künyesi ile meşhur olan Fuzayl b. İyaz, devrinin büyük imamlarından ders almış ve hadis dinlemiştir. İmam Buhari bunlardan Mansur b. Mu’temir ve Ata b. Said’i zikreder. Ayrıca hocaları arasında A’meş, Beyhan b. Bişr, Hişam b. Hasan, Yahya b. Said el-Ensari, Muhammed b. İshak, Ca’fer es-Sadık, Muhammed b. Aclan ve daha birçok zat zikredilmektedir.
Kendisinden devrinin tanınmış büyük alimleri ders almış ve hadis rivayet etmişlerdir. Bunlar arasında Süfyan-ı Sevri, Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said el-Kattan, Abdullah b. Mübarek, İbn-i Mehdi, İmam Şafiî ve hocası Veki’ b. Cerrah, Esmai, Musannaf sahibi Abdurrezzak, İbn Vehb, meşhur müfessir Musedded, Abdullah el-Kavarirî, Bişr-i Hafî, meşhur muhaddis Humeydî ve Kuteybe b. Said gibi zatları sayabiliriz.
Başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kitaplarında Fuzayl b. İyaz’ın rivayet ettiği hadislere rastlamak mümkündür. Şeyhu’l-Harem olduğunda ve hadiste sika oluşunda âlimler ittifak halindedirler. Nitekim İn-i Uyeyne ile Iclî sika, Ebu Ubeyde Kasım b. Sellam ve İbn-i Mehdî de salih bir zat olduğunu, Ebu Hatim saduk, Nesai de Sika ve salih bir imam olduğunu söyler.
İlmiyle amel eden ve zühdü takvada şöhreti dünyayı tutan İmam, bir gün devrinin âlimlerinden ve kendisinden rivayeti olan Süfyan b. Uyeyne’ye: Ey âlimler topluluğu siz memleketin kandilleri idiniz, memleketler sizinle aydınlanırdı, siz ise karanlık oldunuz. Hidayet saçan yıldızlardınız, dağınık ve perişan oldunuz, sonra şu zâlim (hükümdarların) malını almaktan haya etmez oldunuz der sonra da sırtını duvara dayar hadis rivayet ederdi.
Fuzayl âlimleri ikiye ayırır, bunlardan birine dünya, diğerine de ahiret âlimi ismini verdikten sonra şöyle söyler: “Dünya âliminin ilmi açıktır, ahiret âliminin ilmi ise kapalıdır. Ahiret âlimine tâbi olun ve dünya âliminden kaçının, dünya âliminin sarhoşluğu sizi yolunuzdan alıkoymasın.” Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:
“Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu halkın mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar. Altın, gümüş yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele! (Tevbe 34). Ayette geçen ahbar âlimler, ruhban da abidler olarak tefsir edilmiştir. Sonra Fuzayl şunları ilave ediyor: Alimlerinizin çoğunun görünümü, gidişatı, Hz. Muhammed (as)’den ziyade Kisra ve Kaysere benzemektedir; çünkü Hz. Muhammed kerpiç üstüne kerpiç koymadı, onun için ilim yüceltildi ve alimler de ona teveccüh ettiler. Ravi diyor ki, imam şöyle devam etti: Ulema çok, hükema azdır. Çünkü ilimden, hikmet muraddır. Allah kime hayr-ı kesir (çok hayır) vermek murat ederse ona hikmet verir. Fuzayl şöyle devam ediyor: Eğer alimlerimizde sabır olsaydı onlar şu heriflerin (meliklerin) kapısına gitmezlerdi. Birisinin imama şöyle dediğini işittim: Alimler Peygamberlerin varisleridir. Fuzayl ona Hükema peygamberin varisidir, dedi. O zat, ulema çoktur, deyince İmam da hükema azdır, cevabını verdi.
Kur’ân hizmetinde bulunan alimlerin hiç kimseye hatta halifeye bile ihtiyaçlarını arz etmemeleri gerektiğini, onların malayani ve boş işlerle meşgul olmamalarını, herkesin onların ilmine, ahlâkına ihtiyaç duyup onların etrafında toplanmaları gerektiğini tavsiye etmiştir.
Fuzayl, gece ibadetine çok ehemmiyet verirdi. Abdussamed b. Yezîd diyor ki, Fuzayl’ın şöyle dediğini işittim: Bir kısım insanlara yetiştim; onlar Allah’tan haya ederlerdi ki, gecenin tamamını uyku ile geçirsinler. Fuzayl yatağında sağa sola dönünce şöyle derdi: Yatmak sana yakışmaz! Kalk ahiretten nasibini al!
Mescitte gecenin ilk saatlerinde başlayıp yorulup uykusu bastırıncaya kadar namaz kılar, sonra hasır üzerinde biraz uyur, tekrar kalkar namaz kılardı, yine uykusu gelince hasır üzerinde uyur ve böylece sabah olurdu. İbrahim b. İshak kendisinden şunu işittiğini söyler: Eğer gece ibadet etmeye ve gündüzün de oruç tutmaya muktedir değilsen, bil ki, sen mahvolmuşsun ve bağlanmışsın, yani hataların seni esir etmiş. İbn-i Ebi Ömer diyor ki: Fuzayl’ın dışında Veki’den (imam Şafii’nin hocası) daha çok ibadet edeni görmedim. Abdullah b. Mübarek: Fuzayl’a bakınca hüznüm artıyor ve nefsime buğz ediyorum” diyerek ağlardı.
Ebu Ya’la’nın rivayetinde Abdussamed, Fuzayl’dan şunları işitmiş: Allah Taala’ya gizlice sıdk ile ibadet ediniz, gerçek yücelik Allah’ın yücelttiğidir. Allah bir kulu severse onu kulların kalbine koyar. Yine Abdullah b. Mübarek: Bana göre yeryüzünde Fuzayl’dan daha faziletli insan kalmadı. Heyseme b. Cemil, Şureyk’ten yaptığı rivayette: Her kavmin zamanlarının bir hücceti vardır, Fuzayl da zamanının hüccetidir, demiştir.
Dünyaya karşı meyli olan, dünyayı birinci planda hayatına gaye edinen insanlar için Fuzayl şöyle diyor: Dünya ağırlıklarından kurtulmadığın müddetçe kalbin sana teslim olmaz. Kendisine zahitlik nedir? sorulunca:
– Kanaatle olur, cevabını verdi. Takvadan sorulunca,
– Haramlardan kaçınmakla, diye cevap verdi. İbadet nedir? denince,
– Farzları yerine getirmektir. Tevazudan soruldu,
– Hak için boyun eğmek, şeklinde cevap verdi.
Dilin önemi üzerinde çok duran İmam, Takvanın en şiddetlisi lisanda olan takvadır. Çünkü konuşmaların hepsi dil iledir, amel ile değildir, der. Bir başkası tevazudan sorar O’na da şu cevabı verir: Hakk’a karşı boyun eğmen ve ona itaat etmendir. Hakk’ı çocuktan ve insanların en cahilinden dahi duysan onu kabul etmendir.
Gösteriş ve riyadan son derece uzak dururdu. Ali b. Hasan anlatıyor: Cerir isimli
bir dostu kendisini ziyaret etmek istiyor, kapıyı açmıyor. Sebebi sorulunca: Dostum bana gelince ben ona laf beğendirmeye, o da bana söz süslemeye çalışacak, bundan dolayı karşılaşmamak daha iyidir, şeklinde cevap veriyor.