Harun-i Reşid, Fuzayl’a “Ne zahit adamsın” deyince, İmam’ın Harun’a cevabı şöyle olur: Sen benden daha çok zahitsin. Çünkü ben sinek kanadına denk olmayan dünyayı terk ettim. Sen ise ebedi hayat olan ahireti terk ettin.
Fuzayl Allah’tan korkmasıyla meşhurdur. O, Allah’tan çok korkar ve çok haya ederdi. Eğer Allahu Teala diriltip Cennete koymakla, hiç diriltmemek arasında beni muhayyer bıraksaydı, ben dirilmemeyi tercih ederdim, demiştir. Ravi diyor ki, ben hadiseyi nakleden Muhammed b. Hatim’e “Bu O’nun utancından mı” diye sordum. “Evet bu, Allah Taala’dan utancındandır” diye cevap verdi.
Dua ederken çok ağlar ve hıçkırıkları boğazında düğümlenirdi, konuşamaz hale gelirdi. Ahmed b. Sehl anlatıyor: “Sa’d b. Zenbur ile ziyaretine gittik. Bizi kabul etmedi. Bizi görenler, Kur’an sesi duyarsa kapıyı açar ve sizi kabul edebilir, dediler. Yanımızda güzel ve gür sesli bir müezzin vardı. Ona Tekasür suresini yüksek sesle okumasını söyledik. Kur’an sesini duyunca Fuzayl evinden dışarı çıkıp ağlayarak bize geldi. Öyle ki, yaşları sakalını ıslatıyordu. Bir taraftan da elindeki bezle göz yaşlarını siliyordu.”
Fuzayl b. İyaz İmam Davud et-Tai’nin ziyaretine gitmişti. Fakat Davud et-Tai kapıyı açıp Fuzayl’ı kabul etmemişti. Fuzayl kapının dışında, Davud et-Tai de içeride bir müddet ağlaştıktan sonra ayrılmışlardı.
Mansur b. Ammar diyor ki: Bir gün Mescid-i Haram’da kendisiyle konuşurken, cehennemin vasıflarından bir şey anlattım. Fuzayl öyle bir çığlık attı ki, bayılıp yere düştü.
Mahzun Nebi’nin mahzun ümmeti, hep hüzün içerisinde hayatını geçirmişti. Fuzayl, eslafın (kendinden önceki büyük alim ve velilerin) şöyle dediğini nakleder: “Her şeyin bir zekatı vardır. Aklın zekatı da uzun boylu mahzuniyet içerisinde bulunmaktır.” Çok ağlar, ağlatır ve Allah korkusunun kalplere hakim olmasına çalışırdı. Hayatta hiç gülmez ve gülmeyi de hoş görmezdi. Ebu Ali er-Razi diyor ki: Otuz sene Fuzayl ile arkadaşlık yaptım, ben onun malayani içinde güldüğünü görmedim. Ancak oğlu Ali’nin vefat ettiği gün güldü ve tebessüm etti. Kendisine sebebini sorunca bana dedi ki, “Allah’ın sevdiği şeyi ben de severim.” Oğlu Ali de salih ve zahit bir zattı. Genç yaşında Allah korkusundan kalbi çatlayarak ölmüştü. Allahtan korkma mevzuunda oğlu Ali’nin babası Fuzayl’dan daha ileri olduğu söylenmektedir.
Abdullah b. Mübarek, Fuzayl’ın vefat ettiği gün yeryüzünden de hüzün kalktı,demiştir.
İbrahim b. İshak diyor ki, Fuzayl gülen birini gördü ve ona dedi ki: “Sana güzel bir söz söyleyeyim mi?” O zat, “Söyle, ya imam” deyince İmam Kur’ân’dan şu âyeti okudu: Şımarma! Allah şımarıkları sevmez. Kasas suresi, a.76. İmam Fuzayl, gamsız, hüzünsüz, rahat ve müreffeh yaşayan insanın akıbetinden endişe eder ve şöyle söylerdi: Belayı nimet bilmeyen, rahat ve sıkıntısız hayatı da musibet saymayan kimse imanın hakikatine eremez.
Risale-i Kuşeyri’de, Fuzayl’ın şu sözü nakledilir: Beş şey şekavet alâmetidir. Kalb katılığı, gözün dumura uğraması yani ağlamayan göz, hayanın azlığı, dünyaya rağbet etme ve tul-i emel beslemek.
Sehl b. Rehaveyh diyor: Süfyan b. Uyeyne’ye dedim ki, “Görmüyor musun, Fuzayl b. İyaz’ın gözünün yaşı hiç kurumuyor? Sufyan, Kalb yaralı olunca göz yaşarır, dedi. Gözünün yaşarmamasından rahatsız olmayanların veya gözü yaşlıları tenkit edenlerin vay haline. Fuzayl’ın Allah korkusu ile alâkalı şu sözü çok manidardır: Allah’tan korkana kimse zarar veremez, Allah’tan başkasından korkana da kimse fayda edemez.
Allah korkusundan ve mesuliyetin ağırlığından ötürü, kıyametin dehşetini görmemek için hayvan olarak yaşayıp hayvan olarak ölmeyi isterdi. Bu arada Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmezdi. Reca ve havf meselesini güzel telif eder ve güzel anlatırdı. İbrahim b. Eş’as, Fuzayl’ın şöyle dediğini nakleder: Sağlıklı, sıhhatli olduğu zaman kişiye korku ümitten; ölüm anı geldiği zaman da ümit korkudan efdaldir.
Fuzayl b. İyaz, Kur’ân okurken de çok hazin, içten ve istekli, harflerin mahreçlerine riayet ederek insana hitap eder gibi okurdu. Cennet’in bahsedildiği ayetler geçince onu çok tekrar eder ve Allah’tan Cenneti isterdi.
İbrahim b. Eş’as onu şöyle vasfeder: Fuzayl’dan daha çok Allah korkusunu kalbinde taşıyan birini görmedim. Çünkü o Allah’ı anınca veya yanında Allah anılınca, ya da Kur’ân-ı Kerimi dinleyince korku ve hüznü apaçık olur, gözleri dolar, ağlardı. Hatta yanında bulunanlar onun bu halinden ötürü kendisine acırlardı. Devamlı hüzün ve devamlı tefekkür halinde idi. İlmiyle, almasıyla, vermesiyle, cömertliğiyle, kızması ve sevinmesiyle velhasıl bütün hasletleriyle Allah’ın rızasını talep etmede ondan daha hassas bir başkasını görmedim.
Riya ve gösterişten rahatsız olurdu. Ebu Abdullah el-Antaki anlatıyor: “Fuzayl ile Süfyan-ı Sevri bir araya gelerek sohbet ve müzakere ettiler. Sonra Süfyan rikkate gelerek ağladı ve “Umarım ki, bu meclis bizim için rahmet ve bereket olur” deyince Fuzayl, “Ey Eba Abdillah, ben de bu meclisin hakkımızda zararlı olmasından korkarım. Öyle ki, sen sözün güzelini bana anlatmaya çalışmadın mı, ben de aynı şeyi yapmadım mı, sözlerimizi birbirimiz için bezemedik mi?” Bunun üzerine Süfyan çok ağladı ve “Beni ihya ettin Allah da seni ihya etsin” dedi.
“Günahı çok, ameli az, ömrü fani olanı ve yol azığı bulunmayan adamın halini nasıl görürsün?” diyerek insanları gaflet uykusundan uyarmaya çalışırdı. Kendisinde olmadığı halde iyi vasıfları kendine mal etme hastalığını da dile getiren İmam, insanların bu karakterlerini şu şekilde dile getirir: “Ey miskin, sen kötüsün, fakat iyilik edici olduğunu zannedersin. Cahilsin, alim olduğunu görürsün. Cimrisin, cömert ve kerem sahibi olduğunu iddia edersin. Ahmaksın, akıllı olduğunu savunursun. Ömrün kısa fakat emelin uzundur.”
Fuzayl, çok çalışkan, takva sahibi, cömert ve dürüst bir insandı. İbn-i Hibban Sikat isimli eserinde O’nun için şunları söyler: Beytu’l-Haram’a komşu olarak yaşayan bu zat çok çalışkan, çok muttaki, daimi korku içinde, çok ağlayan ve üzerinde dünyaya ait sebeplerin bulunmadığı bir insandır.
Dinin ruhunun ihlasla kaim olduğunu, ihlastan mahrum olarak yapılan şeylerin insana hiç bir fayda vermeyeceğini beyan ederdi. İnsanlar için bir ameli (bir ibadeti veya bir hayrı) terk etmenin riya, insanların rızasını kazanmak üzere bir ameli yapmanın da şirk olacağını söylemiştir. Bidatçıların amansız düşmanı olan İmam, şöyle derdi: Kim bidat sahibini severse, Allah Taala o kimsenin amelini yok eder ve kalbinden İslâm nurunu çıkarır. Bidatçı bir yoldan giderse siz de başka bir yoldan gidiniz. Bidatçıya yardım eden İslâm dinini yıkmaya yardım etmiş sayılır. Bid’atçılarla oturup kalkmayı nifak alâmeti olarak saymıştır. İbrahim b. Eş’as ondan şunları duyduğunu rivayet ediyor: Mümin, sözü az, işi çok; münafık sözü çok, işi az olandır. Müminin sözü hikmet, sükûtu tefekkür, bakışı ibret, ameli iyiliktir, böyle olursan daima ibadette sayılırsın.
İnsanların dertleriyle dertlenir, cenazelerine iştirak eder, onlara müessir vaaz ve nasihatte bulunurdu.
Dünya ve dünyalık adına her şeyi terk etmiş ve hiçbir şeye itibar etmemiştir. “Kulun Allah’tan korkusu, Allah’ı bildiği kadardır. Onun dünyadan yüz çevirmesi de ahirete olan rağbeti kadardır” vecizesi gerçekten çok düşündürücüdür. Mervezi anlattığına göre dünya ile alâkalı şunları söylemektedir:
“Fuzayl’ın şöyle dediğini işittim: Dünyadan elinizi eteğinizi çekmediğiniz müddetçe, imanın tadını tatmanız kalplerinize haram kılınmıştır. Allah bir kulu severse dünyada onun gam ve hüznünü artırır; eğer bir kula da buğz ederse onun da dünyasını kendisine genişletir.” Fuzayl, dünyanın ikamet yurdu olmadığını, onun sadece imtihan diyarı olduğunu hatırlattıktan sonra yaptığı şu benzetme onun dünya hakkındaki kesin fikrini ortaya koymaktadır: Allah Taala bütün şerleri bir arada toplamış ve onun anahtarını dünya sevgisi yapmıştır. Bütün hayırları da bir evde toplayıp onun anahtarını dünyadan uzak durmak kılmıştır.
Bundan dolayı dünyalıktan kaçınmaları için alimlere ve hizmet insanlarına çok önemli tavsiyelerde bulunmaktadır. İnsanlar tarafından gösterilen teveccüh ve yapılan ikramın h
atta bir mecliste gösterilen yerin bile, o teveccühe layık olunmadığı zaman, o insanlara hıyanet olacağını söyleyerek bu hususta uyanık olmaya davet etmektedir. İdarecilerin doğru ve hak üzerinde olmaları gerektiğini anlatan İmam, Eğer duam kabul olsaydı, idarecilerin, yani imamların ıslahı için dua ederdim. Çünkü onların ıslah olmalarıyla insanlar ıslah olur ve böylece beldeler de ıslah olmuş olur, der.
Halife ve sultanlara yaklaşmadan son derece kaçınır, onlara yaklaşmamayı en büyük ibadetler cümlesinden sayardı. Kendi hayatında da buna son derece dikkat eder ve çok titiz davranırdı. Halife, alimleri çağırır o gitmez, onlara para dağıtır o, katiyen almazdı. İmam’ın son zamanlarında Abbasi halifelerinden Harun Reşid hüküm sürüyordu. Harun Reşid ahlaklı, faziletli, dürüst, alim, şair ve cömert bir insandı. Devrinde çok büyük alimler yetişmiş ve Halifeden itibar ve ikram görmüşlerdir. Harun Reşid’in dehasının ince, zevkinin fasih ve belağatının güzel, şiir söylemesinin yanında fevkalade zühdü takvası, gecede 100 rekat namaz kılması, bir sene hacca gidip bir sene de gazaya çıkması, onun şahsiyeti hakkında bize biraz kanaat vermektedir. Aynı zamanda kalp inceliği ve Allah’tan korkusu ve saygısıyla müstesna bir halife idi. Mansur b. Ammar diyor ki, Allah anıldığı zaman, Fuzayl b. İyaz, Ebu Abdirrahman ez-Zahid ve Harun Reşid’ten daha çok göz yaşı döken kimse görmedim. Buna rağmen Harun Reşid’in, devrinin alim ve zahit insanları tarafından çok ciddi hırpalandığını görmekteyiz.
Halife’yi hırpalayanlardan birisi Süfyan-ı Sevri, diğeri de Fuzayl b İyaz’dır. Fuzayl’la aralarında şöyle bir karşılaşma geçer. Müminlerin emiri Harun hac yaptıktan sonra Mekke’de Rebi’ isimli bir dostuna giderek, “Beni birisine götür de biraz sohbet edip rahatlayayım” dedi. Rebi’ diyor ki, ben kendisine, “Ey müminlerin emiri beni çağırsaydın gelirdim” dedim ve Süfyan b. Uyeyne ile Abdurrezzak b. Hemmam’a götürdüm. Onlar da benim gibi söylediler. Sohbetten sonra Halife tatmin olmamış ki, “Başka yok mu?” diye sordu. Ben, “Şuracıkta Fuzayl b. İyaz var” deyince “Ona gidelim” dedi ve beraberce Fuzayl’ın kapısına gittik. Kapıyı çaldık, fakat kapı açılmadı. Ben ısrar edip müminlerin emiri Harun’un geldiğini söyleyince;
– Müminlerin emirinin benimle, benim onunla ne işim var? Beni rahatsız etmeyin, dedi. Ben, Müminlerin emirine itaati Peygamberimiz vacip kılmıştır, deyince kapıyı açtı ve süratle evin bir köşesine giderek lambayı da söndürdü. Biz içeriye girdik ve el yordamıyla onu aramaya başladık. Benden evvel Harun Reşid’in eli Fuzayı’ın eline temas edince o şöyle dedi: Yarın Allah’ın azabından kurtulursa ne yumuşak el! Halife, İmam’dan kendisine nasihat etmesini istedi. Fuzayl da kendisine şu nasihati yaptı: Bak Harun! Ömer b. Abdulaziz, Sâlim, Muhammed b.Ka’b el-Kurazî ve Reca b. Hayve’yi çağırarak onlara, ben şu hilafet vazifesi belasıyla imtihan edildim, bana yol gösteriniz, diyerek hilafet vazifesini bir bela olarak gördü. Siz ise hilafeti bir nimet saydınız ey Harun! O zatlardan Sâlim Ömer b. Abdulaziz’e şunları söyledi: Eğer kurtuluş istiyorsan, dünyadan oruçlu ol, iftarını ahirette yap!
Muhammed b. Ka’b şöyle nasihatta bulundu: Allah’ın azabından kurtuluş istiyorsan, müslümanların büyüğünü baban, orta yaşlılarını kardeşin, küçüklerini de evladın bil. Babana tazim et, kardeşlerine ikram et, evladına da şefkatle davran.
Reca b. Hayve de şöyle konuştu: Allah’ın azabından kurtulmak istiyorsan, nefsin için sevdiğini Müslümanlar için de sev! Kendin için kötü görüp istemediğin şeyleri onlar için isteme! Sonra istersen öl. Ben senin akıbetinden çok korkarım. Seninle beraber olanlardan kim sana bunları söyledi?
Halife bayılıncaya kadar ağladı. Vak’ayı anlatan Fadl b. Rebi’ diyor ki, ben Fuzayl’a, Müminlerin emirine yumuşaklıkla muamele et, onu öldüreceksin!,deyince bana:
– Sus! Onu sen ve arkadaşların katlettiniz! Ben mi yumuşaklıkla muamele edeceğim, diye çıkıştı. Halife kendine gelince “Allah sana merhamet etsin, nasihatine devam et ey İmam!” dedi. Fuzayıl sözüne şöyle devam etmeye başladı:
“Duydum ki, Ömer b. Abdulaziz’e valilerinden birisi şikayet edilmiş. O da valiye şu mektubu yazmış:&n
bsp;Ey kardeşim, ebedî cehennemde, cehennem ehlinin azap içerisinde uzunca kalacaklarını sana hatırlatır, Allah nezdinde o azaba sokacak şeylerden seni sakındırırım. Bu senin ahdinin sonu ve ümidinin kesilmesi olsun. Bunun üzerine vali, beldeler aşarak Ömer b. Abdulaziz’e geldi. Halife kendisine niçin geldiğini sordu. Gelen vali şu cevabı verdi: Mektubunuz kalbimi söktü. Artık ben kalbimi valilik üzerine döndüremem, çünkü onu Allah’a verdim. Bunun üzerine Harun’un hıçkırıkları daha da artmıştı. Fuzayl devam ediyordu:
“Ey müminlerin emiri! Peygamberin amcası Hz. Abbas, Peygamberimize Beni emir tayin et ya Resûlallah! demişti de Efendimiz, “Emirlik, kıyamet günü hasret ve pişmanlıktır! Emir olmamaya gücün yeterse olma” buyurmuştu. Harun hem ağlıyor hem de İmamın devam etmesini istiyordu. Fuzayl ise sözlerine şunları da ilave ediyordu: Ey güzel yüzlü insan, Allah kıyamet günü, şu insanların hepsi için seni hesaba çekecek. Yüzünü ateşten koruyabilirsen koru! Raiyetinde bulunanlardan hiç birisi için kalbinde kin bulunmasın sakın. Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Tebasına karşı hain olan emir, Cennetin kokusunu bile koklayamaz.” Harun, Fuzayl’a “Borcunuz var mı” diye sordu. O da, “Evet borcum Allah’a var” dedi. Harun Reşid, anasından miras kaldığını söyleyerek Fuzayl’a bin dinar vermek istedi. Fakat imam hiç paraya dönüp bakmadığı gibi, “Demek nasihatimin sana hiç bir faydası olmamış” diyerek kalkıp oradan ayrıldı. Harun ziyaret için beraber gittiği Rebi’e: Ey Ebu Abbas, bu zat Müslümanların seyyididir, diyerek oradan ayrıldı.
Hicretin 187 yılında Mekke-i Mükerreme’de vefat eden Fuzayl için Harun Reşid şunları söylemiştir: Alimler arasında İmam Malik’den daha heybetlisini, Fuzayl’dan da daha takvalısını görmedim.