Dumura uğramış zihinler, düşünemez hale getirilmiş yığınlar.“Kerbelâ içre kalupdur ehl-i dine yâdigar
Ol Huseyn oğlı Ali Zeyne’l-abâ meydanidur”
kadim hakikatini haykıran Seyyid Nesimî,1417’de Halep’te darağacına çekilir,derisi yüzülür,ve Hakk’a öyle yürür.
Allah aşkına bir Hakk dostu,derisi yüzülecek kadar ne yapmıştır?
Deri yüzmek de nedir?
Nedir bu,dünden bugüne, Doğu’nun perişan hali,evlatlarını yeme derbederliği?
Halepli bir şehrayine bir panayıra koşar gibi koşmuştur,sadece seyretmiş olup biteni,
Nesimi’ye reva görülenleri…
Ve Seyyid haklıdır,garipler hep Kerbelâ’da,Canlar, hep Huseyn meydanında.
Koca Mansur darağacına çekilirken,Şam halkı da aynı mefluç haldedir.
Zihinler allakbulaktır.
Efsunlanmıştır Şam ahalisi…
Hallaç,
‘Taş atanlar beni tanımaz,halden anlayanın bir gülü beni incitti.’
iç sızısıyla,göçer öteye…
Halime öğretmenler,
Gökhan öğretmenler, can verirken kapkara zindanlarda,
Esma anneler, güç yetmez, bilinmez yollarda ve göğ ekini biçilmiş gibi, düşünce kara toprağa,
Halep ve Şam ahalisinden farksızdır, memleket ahalisi, masallarla, ninnilerle uyutulmuş, kopkoyu,
derin uykularda…
Anadolu ahalisi deliksiz uykularda,Garipler Kerbelâ’da
Canlar, Huseyn meydanında.